Kate dönüp duran siyah yıldızlar görüyordu. Bisikleti yanına düşmüş, sert asfalt yolda paramparça olmuştu. Kate bir uyuşma hissetti ve daha sonra burnuna kan kokusu geldi.
Ama acı hissetmedi. Çok kötü bir durumda olduğunu biliyordu. Hareket edemeyecek kadar kötüydü. Ama hiçbir şey hissetmiyordu.
Kate’in kafası yanına düştü ve bakışları uzakta parıl parıl parlayan okyanusu buldu. Sanki uzun bir tünelin sonundaymış gibi, Kate fren yapan araçların, açılıp kapanan kapıların ve bağıran insanların seslerini duyuyordu. Benzin, lastik ve metal kokusu alıyordu ve bir şeyler yanıyordu.
Daha sonra, bütün bu kargaşa içerisinde, Elijah’ın yüzünün hemen önünde belirdiğini gördü ve onun kollarına düştüğünü hissetti. Bir şeyler söylüyordu, ama Kate ne dediğini anlamıyordu. Yüz ifadesi çok yoğundu ve paniklemişti.
Ve görüşü kapanmadan önce, Elijah’ın iki yanındaki kesici dişlerin uzadığını gördü. Hareket bile edemiyor, bağıramıyordu. Ama boynunda keskin, sıcak ve ıslak bir his duydu, bundan emindi.
Daha sonra tüm dünya karardı.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Kate’in farkına varabildiği ilk şey elektronik bir bipleme sesi oldu. Daha önce ölüm hakkında pek düşünmemişti, ama ölümün sesinin böyle bir şey olduğundan emindi. Az sonra Bunun yanında başka bir ses de duyulmaya başlandı: bir cızırtı. Daha sonra da ileriye doğru gittiğini hissetti.
Tekerlekler, diye düşündü. Bir sedyedeyim.
Daha sonra çamaşır suyu ve deterjan gibi aşırı temiz ve garip bir koku geldi.
Hastanedeyim, diye düşündü.
Daha sonra ölü olmadığını anladı. En azından şu an için.
Kate boğazında bir şey hissetti ve ara sıra koluna bir şey batıyordu. Acıtmıyordu ama rahatsız ediciydi. Elini kaldırmaya çalıştı ama yapamadı. Yukarıdan garip sesler geldiğini duyuyordu, sanki insanlar suyun içinde konuşuyormuş gibiydi. Saniyeler geçtikçe sesler daha net seçilir hale geldi ve nazı sesleri ve kelimeleri seçmeye başladı.
Birisi,” Bu bir mucize,” dedi. Bu tanımadığı bir sesti.
Başka bir ses, “Daha önce böylesine büyük bir kazadan sonra iyileşen kimse görmedim.”
İlki, “Test etmek için anne ve babası izin verir mi bilmiyorum,” dedi. “Çünkü onu oradan kaldırdıklarında dümdüz yatıyormuş, daha sonra birden nefes almaya başlamış. Elektrik şoku uygulamaya bile zaman kalmamış.”
Kate karavanla çarpışmasının üzerinden ne kadar zaman geçtiğini merak etti. Acaba hastaneye daha yeni mi gelmişti, yoksa komada yıllar mı geçirmişti? Bu ikinci düşünceden panikledi. Ya on yedinci doğum gününde bilincini kaybedip de otuzuncu doğum gününde uyandıysa? Ya da kırkıncı? Ya da sekseninci!
Her birisi çoktan evlenmiş ve çocuk sahibi olmuş Amy, Dinah ve Nicole ile karşılaşma fikrinden giderek daha da rahatsız oldu. Hayatta olduğu için şanslı olduğunu biliyordu, ama herkesin onsuz hayatına devam ettiğini düşüncesi korkutucuydu.
Bir şekilde, sanki yoğun duygularının verdiği güç sayesinde, göz kapaklarını açtı.
Birisi, “Uyanıyor,” dedi.
“Bu imkânsız. O suni komada.”
İlki daha ısrarcı bir şekilde, “Gerçekten!” dedi. “Az önce gözlerini açtı!”
Kate seslerin tonundan bir şeylerin yolunda olmadığını anladı. Kaza esnasındaki hızı, yere düştüğü açı, kafasının asfalta çarpışı – normalde yüzde yüz ölmüş olması gerekiyordu.
Seslerini duyup bütün olasılıkları alt üst ederek hala hayatta olduğunu anlayınca bu onu daha da büyük bir paniğe sürükledi. Gözlerini kırpıştırmaya ve çevresindekileri görebilmeye başladı. Beyaz asma tavan parlıyordu ve her iki tarafındaki doktor ve tıp hastabakıcıların kafası karışıktı.
Başına ne geldiğini sormaya çalıştı, ama dilini tam olarak hareket ettiremiyordu. Ağzında bir şey vardı.
Elini uzatarak doktorlardan birisini tutmaya çalıştı. Hareket ederken bileğinden gelen çizgi şeklindeki bir şeyi fark etti. Bu bir çeşit iğne, serum veya damar yolu gibi bir şeydi. Bunu görüntüsü midesini bulandırdı – hiçbir zaman iğneleri sevmemişti. Kolunda kurumuş kan vardı.
Kate kazanın üzerinden kısa bir süre geçtiğini anladı. Eğer başka türlü olsaydı, hiçbir yerde kan ve hastabakıcılar olmazdı. Onu koridorda böyle hızla götürmezlerdi. Eğer yıllarca komada kalmış olsaydı ve hastanede bir yerlerde yıllarca yatsaydı, o zaman herkes tarafından tamamen unutulmuş olur ve büyük ihtimalle üzeri tozla ve örümcek ağlarıyla kaplı olurdu.
Kazanın üzerinden fazla zaman geçmediğini bilmek onu biraz rahatlattı, ama yine de doktorlardan ve yüzlerindeki ifadeden rahatsız olmuştu.
Sonunda uzanıp doktorlardan birini giysisinin kolundan tutmayı başardı. Doktor bakışlarını aşağı indirerek onu tutan ele baktı. Sanki bir hayalet görmüş gibi yüzü bembeyaz oldu. Hastabakıcıya baktı.
“Kemiklerinin kırılmış olduğunu söylediğini sanıyordum.”
Hastabakıcı da onun eline bakıyordu.
“Kırılmıştı,” dedi.
Birden devam edemeyecek kadar şaşkınlığa uğramış gibi olduğu yerde kalakaldı. Onu geride bıraktılar ve doktor görüşten çıktı.
Sonunda Kate sedyenin köşeyi döndüğünü hissetti ve sonunda durdu. Doktorlar dört bir yanında koşturuyorlardı, onu her birisi bipleyen farklı makinelere bağlıyorlardı. Baştan aşağı sarıp sarmalanmıştı. Ama her geçen dakikayla birlikte başka bir zihinsel yeti kazanıyor veya vücudunun başka bir parçasını daha kontrol edebiliyordu.
Konuşmaya çalıştı ama boğazındaki o şey ona engel oldu. Elini oraya götürünce ağzında plastik bir koruma gibi bir şey bulunduğunu hissetti.
Doktorlardan birisi elini uzaklaştırmaya çalışarak, “Hey, hey, hey,” dedi. “Bu nefes almana yardımcı oluyor. Orada kalmalı.”
Onların sözünü dinledi.
Doktorlardan biri diğerine, “Propofol seviyesini artıralım,” dedi. “Beyinde hala şişlik oluşma riski var. Koma sayesinde hasarı en az seviyeye indirebiliriz.”
İkinci doktor, “Zaten maksimum dozu kullandık,” dedi.
İlki, “O hale bir yanlışlık olmalı,” dedi. “Hastabakıcı bu işten pek anlamıyor gibi. Büyük ihtimalle yanlış yazmış olmalı. Bu kızın maksimum dozu almış olma ihtimali yok.”
“Tamam, öyle diyorsan öyle olsun.”
Kate bileğinde damar yolunun olduğu yerde bir titreme hissetti. Vücudunda garip bir his dolaştı, bu sıkıcı bir film esnasında hissettiğiniz yorgunluk gibi bir şeydi. Ama uyutuluyormuş gibi görünmüyordu.
Şimdi doktorların hepsi birbirlerine bakıyordu.
İlk doktor, “Maddeyle ilgili bir yanlışlık olmalı,” dedi. “Tanrım, şuna bir bakar mısın? Şu anda ihtiyaç duyacağımız en son şey bir dava daha.”
Doktorlardan birisi çıktı ve ikisi yalnız kaldı.
Birisi ona doğru eğildi. Göz bebeklerine fenerle ışık tuttu.
“Uyuşturucu mu kullandın?” diye sordu.
Kafasını hayır