Ama dünyayı hiç tam anlamıyla görebilecek miydi? Üniversiteye gitmeden istediği hayatı nasıl yaşayabilirdi ki? Bir yıl daha Kaliforniya’da takılıp kalmak ve annesinin yaptığı gibi, onun yanında, gölgesi gibi zenginlerin evlerini temizlemek düşüncesine katlanamıyordu. Bu adil değildi! Madison’ın okul giderleri için neden para kazanmak zorundaydı? Madison Kate’in yarısı kadar bile çalışkan değildi ve üniversiteye sadece erkeklerle tanışmak için gitmek istiyordu.
Daha sonra Kate kazanacağı paranın bir kısmını bir kenara koyup Doğu Yakasına giden bir uçağa bilet almaya ve bir gün ortalıktan kaybolup gitmeye karar verdi. Bu çok dramatik bir çözümdü, ama başka bir seçeneği var mıydı ki?
Kate kendi düşünceleri içinde o kadar kaybolmuştu ki, önündeki bir kalabalığı neredeyse onlara çarpana kadar fark etmemişti. Bunlar okuldaki son sınıflardı, bağıra çağıra kaldırımda ve yolda bir şeyler yapıyorlardı. Kate onların etrafından dolaşmak üzereydi ki, çocukların arasında birisinin bulunduğunu fark etti. Herkesin sırayla vurup ittirdiği bir çocuk aralarında bir voleybol topu gibi gidip geliyordu. Kate bu çocuğun koyu renk saçlarını ve narin yüz hatlarını tanıdı. Bu Elijah idi.
Kate, “Hey!” diye bağırdı ve frenlere basarak grubun yanında durdu. “Onu bırakın!”
Çocuklardan birisi döndü, kaşlarını çatarak ona baktı. “Git buradan küçük kız,” dedi zalim bir şekilde. “Erkek arkadaşının bir kız tarafından kurtarılmak istediğini sanmıyorum.”
İşte ancak o zaman Kate Elijah’a tam olarak bakabildi. Mahvolmuştu. Tişörtünün omzu yırtılmıştı. Ama çocuklar Kate’i görmezden gelip onu yeniden itip kakmaya başladıklarında kendisini savunmaya çalışmadı bile.
“Elijah!” diye bağırdı. “Onlara karşı koysana!”
İşte o zaman ona baktı, sanki onu ilk defa görüyor gibiydi, ama yürümeye devam etti. Kate bunu bir türlü anlayamadı.
Ama Kate, kızların erkekleri savunamayacağına dair saçma bir inanç yüzünden Elijah’ı bu halde bırakmayacaktı. Bisikleti vardı ve bu sayede onlardan daha hızlıydı ve bisikletini vurup kaçmak için bir silah olarak kullanabilirdi.
Ağır ve içindeki kitaplardan dolayı yumru yumru olmuş sırt çantasını eline aldı. Çantasını salladı ve çocuklardan birisinin sırtına indirdi.
Çocuk ileri doğru tökezlerken, “Hey!” diye bağırdı. “Git işine, kaçık.”
Kate’ten çok korkmuşa benzemiyordu, ama Kate çocuğun arkadaşlarına rezil olmamak için böyle görünmeye çalıştığını umuyordu.
Belki de son sınıfa giden çocukların arasında silah olarak sadece çanta ve bisikletle dalmak aptalcaydı, ama bilmediği bir tür güç Kate’in kontrolünü ele almıştı, tıpkı yuvasını korumaya çalışan bir kaz gibiydi. Elijah’ı ona kötü muamele yapanlardan koruyordu, tıpkı Madison’ın kendisini ona kötü muamele yapan annesinden korumasını istediği gibi.
Kate Aynı yoldan geri döndü ve bisikleti mümkün olduğunca hızlı sürerek onları dört bir yana dağıttı.
Yoldan çekilen çocuklardan biri, diğerine, “bu manyak da kim?” diyordu.
Kate’in çantasını savuruşuna gülen diğer çocuk, “Bu Marion’ın kız kardeşi değil mi?” diye cevap verdi.
İlki, “çok çirkin,” dedi. “Ama Madison çok güzel. Evlat edinilmiş olmalı, değil mi?”
Bu kaba yorumlardan daha da öfkelenen Kate yeniden saldırdı. Çantasıyla bir çocuğa daha vurdu ve bu sefer öyle sert vurmuştu ki, çocuk bir diğerinin üstüne düştü. İkisi birden yeri boyladı.
Çocuklar daha fazla rezil olmamak için dağıldılar, üzerlerine dadanan eşek arısından korkup dondurmalarını bırakıp giden küçük çocuklar gibiydiler. Kate’in başlarına Elijah’a değmeyecek kadar çok bela açabileceğini fark etmişlerdi.
Kate heyecan ve yorgunluktan nefes nefese kalmıştı, ama zafer kazanmış olmanın verdiği bir heyecan da yok değildi. Yolda boş boş dolaşarak uzaklaşan çocuklara öfkeyle baktı, daha sonra Elijah’a bakmak için döndü.
Ama Elijah gitmişti.
Kate, “Hey!” diye bağırdı. İnsan en azından gitmeden bir teşekkür ederdi.
Kafasını dört bir yana çevirerek nereye gittiğini görmeye çalıştı. Ama baktıkça, Elijah’ın bu kadar kısa bir süre içerisinde görüşünden hemen çıkabilmesinin olanaksız olduğunu anladı. Yolun bu tarafında girebileceği herhangi bir ev veya dükkân yoktu; bir tarafta kayalık sırt, diğer taraftaysa aşağıdaki sokağın evlerinin çatılarına inen küçük bir uçurum vardı. Nereye gitmiş olabilirdi?
Patlak güneşe karşı gözlerini kısarak etrafına baktı, ama hiçbir yerde onu göremedi. Daha sonra tepenin en altında bir siluet gördü, Elijah’ın o zarif, belirgin yürüme şeklini tanıdı. Bu kadar kısa sürede o kadar uzağa nasıl gidebildiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Adrenalininle birlikte zaman konusunda yanılmış olabileceğini düşündü, ama içinde rahatsız bir duygu filizleniyordu. Tıpkı kafeteryadaki gibi olmuştu. Elijah’ın çok kısa sürelerde akıl almaz mesafeler kat edebildiğinden artık emindi.
Kate onun peşinde düşmesine neyin neden olduğunu bilmiyordu. Bu belki de on yedi yaşına girmek ve insanların yaptıkları haksızlıkları sineye çekememekle ilgiliydi, ama en azından onu kurtardığı için bir teşekkürü hak ettiğini düşünüyordu. Çocuklara vururken Dinah’ın hediye ettiği çikolata kutusunu ezmişti. Çantasının içi çikolataların arasındaki yapış yapış pembe dolguyla dolmuştu. Ayrıca çantasındaki Romeo ve Juliet kitabının kapağında da koca bir kat izi oluşmuştu.
Bisikletini Elijah’a doğru sürmeye başladı. Önünde çok uzun bir yol vardı ve zaman zaman yokuş aşağı gidiyordu. Kate’in tek yapması gereken öne doğru eğilmek ve yer çekiminden yararlanarak tepeden aşağı inmekti. Normalde çok yavaş, dikkatli bir bisikletçiydi ve genelde heyecan peşinde koşmazdı; ancak tepeden aşağı inerken rüzgârın saçlarını okşaması hoşuna gitmişti.
Elijah’ın duyabileceğini düşündüğü bir mesafeye geldiğinde, “Hey!” diye bağırdı.
Döndü ve şaşkın bir yüz ifadesiyle ona baktı. Bir kez daha gözleri karşılaştı ve Kate’in içine çok garip bir duygu doğdu. Elijah’ın gözlerinde bir yoğunluk vardı, gözlerinin ardında lanetli bir ifade bulunuyor gibiydi. Gözler gerçekten ruhun aynasıysa, Elijah’ın ruhu zamanından çok önce yaşlanmıştı.
Vücudunu baştan aşağı sarak duygulardan afallamış olan Kate frenleri sıktı. Ama normalde hızlı gidiyordu, bisikleti eskiydi ve frenleri de biraz eskimişti; bu yüzden istediği kadar hızlı bir şekilde duramadı. Yolun sonuna doğru çılgınca bir hızla gidiyor, neredeyse uçuyordu. Dehşet içinde yolun sonunda otoyol olduğunu fark etti.
Zamanında duramayacağını anlayınca Kate’in kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı. Doğrudan yola doğru gidiyordu.
Kaçınılmaz, durdurulması zor bir şekilde ölüme doğru gittiğine kanaat getirdiğinde zaman ona daha da acı verecek bir şekilde yavaşlamıştı. Bisikleti “Dur” işaret geçti, hiçbir işe yaramayan frenleri cayırdıyor ve etrafına yanmış