"Bana bunları anlatmana gerek bile yok." dedi Nelson. "Çocuklardan büyük olanıyla başardığın iş gerçekten harikaydı. Hatta çocuk sizden sonra evlerine giden sosyal servisten elemanlara seni çok sevdiğini bile söylemiş. Söylemek istediğim asıl şey Porter bugün oldukça öfkeli. Eğer sana karşı bir çılgınlık yaparsa haberim olsun. Gerçi yapacağını sanmıyorum, her ne kadar senin en büyük hayranın olmasa da sana saygı duyduğunu anlatmıştı bana. Bu anlattıklarım aramızda kalacak. Tamam mı?"
"Tabii efendim" dedi Mackenzie. Ani gelen bu cesaretlendirici destek onu şaşırtmıştı.
"Tamam o zaman." dedi Nelson yavaşça kadının sırtını sıvazlayarak. "Git şu adamı getir bana."
Daha sonra Mackenzie, park alanında bekleyen arabaya doğru yürüdü. Porter çoktan oraya ulaşmış ve direksiyonun başına geçmişti. Hızlı adımlarla arabaya yaklaşırken, adam ona ne halt yiyordun da bu kadar geç kaldın dercesine bir bakış fırlattı. Kadın içeri girer girmez, daha kapıyı bile kapatma şansı bulamamışken Porter park alanından çıkmak için sürmeye başladı.
"Adam hakkında hazırlanan sabahki tam raporu okudun mu?" diye sordu Porter otoyolda son sürat ilerlerken. Arkalarında ihtiyaç halinde kendilerine yardım edecek dört memuru ve Nelson'u taşıyan arabalar onları takip ediyordu.
"Okudum." dedi Mackenzie. "Clive Traylor, kırk bir yaşında bir seks suçlusu. 2006 yılında bir kadına saldırmaktan altı ay hapis yatmış. Şu anda yerel bir eczacıda çalışıyor fakat aynı zamanda kendi bahçesindeki garajında marangozluk işleri de yürütüyor."
"Anlaşılan Nancy'nin yolladığı son haberi kaçırmışsın" dedi Porter.
"Öyle mi?" diye sordu. "Neyi kaçırmışım?"
"Şerefsiz adam kulübesinin arkasındaki bir kaç ağacı kesip direk yapmış. İstihbarata göre bunlar mısır tarlasında bulduğumuz direkle aynı ebatlardaymış."
Mackenzie mesajları kontrol etmek için telefonuna uzandı ve Nancy'nin yaklaşık on dakika önce bu bilgiyi gönderdiğini gördü.
"Görünüşe bakılırsa adamı bulduk." dedi kadın.
"Kesinlikle" dedi Porter. Sanki söylemesi gerekenler daha önceden programlanmış bir robot gibi konuşuyordu. Bir kere bile kadına bakmamıştı. Çok sinirlenmiş görünüyordu ama bu Mackenzie'nin canını sıkmıyordu. Bu öfkeyi ve kararlılığı, şüpheliyi alt etmeye harcayacağı sürece Mackenzie için bir sorun yoktu.
"Önden ben gideceğim ve o namussuzu alıp arabaya getireceğim" dedi Porter. "Dün gece sazı eline alman beni gerçekten çok fena öfkelendirdi. Fakat mucizevi bir şekilde o çocukla konuşmuş olmasaydın elimizde bir şey olmazdı. Benim düşündüğümden çok daha yeteneklisin, buna şüphe yok. Ama saygısızlık konusuna gelince…"
Buradan sonra sesindeki canlılık kaçmıştı ve sanki konuşmasını nasıl sonlandıracağını bilemiyordu. Mackenzie hiçbir karşılık vermedi. Sadece önüne doğru bakmaya devam etti ve son on beş dakika içinde hiç beklemediği iki ayrı kaynaktan kendisine yöneltilen, neredeyse iltifat sayılabilecek övgüleri sindirmeye çalıştı.
O anda bunun çok güzel bir gün olabileceğini düşündü. Umutlu bir şekilde, günün sonunda hem Hailey Lizbrook hem de son yirmi beş yıl içinde çözülememiş bir sürü davanın sorumlusunu yakalamış olabilirlerdi. Eğer ödül bu olacaksa, Porter'ın ekşi suratını çekmeye razıydı.
Mackenzie dışarı baktı ve Porter, Omaha'nın varoşlarına doğru sürmeye devam ettikçe gözlerinin önünde değişen çevre onu karamsar bir ruh haline soktu. Nezih mahalleler yerini yavaş yavaş düşük gelirli insanların oturduğu sokaklara ve onlar da daha varoş beldelere bırakıyordu.
Kısa bir süre sonra Clive Traylor'un mahallesine ulaştılar, sararmış çimlerin üzerine bir sürü gecekondumsu ev inşa edilmişti, üzerinde numaralar yazan çarpık çurpuk posta kutuları cadde boyunca uzanıyordu. Sokak sıraları sonsuza kadar uzanıyor gibi görünüyordu, her biri bir öncekine göre daha da bakımsızdı. Hangisinin daha rahatsız edici olduğunu kestiremiyordu; ihmal edilmiş varlıkları mı, mayıştırıcı monotonlukları mı?
Clive'in sokağı yakındı ve köşeyi döner dönmez Mackenzie tanıdık bir adrenalin seline kapıldı. İstemsiz bir şekilde dimdik duruyordu, bir katille yüzleşmeye hazırlanıyordu.
Gece yarısı saat üçten beri civarı gözeten timden aldıkları haberlere göre, Traylor hala evdeydi. Porter o sabah ilk defa Mackenzie'ye baktı. Biraz endişeli görünüyordu. Kendisinin de aynı şekilde bakıyor olabileceğini fark etti. Her ne kadar aralarında uyuşmazlıklar olsa da, Mackenzie böylesine potansiyel bir tehlikeye onunla atıldığı için daha rahat hissediyordu. Cinsiyetçi bir hödük ya da değil, adamın başarılı bir geçmişi vardı ve çoğu zaman ne yaptığını biliyordu.
"Hazır mısın?" diye sordu Porter.
Kafasıyla onayladı ve arabadaki telsiz ünitesinden mikrofonu eline aldı.
"Ben White." dedi mikrofona doğru. "İçeri girmek için emrinizi bekliyoruz."
"Gidin." diye cevap verdi Nelson
Mackenzie ve Porter yavaşça arabadan dışarı çıktılar. Olurda Traylor camdan dışarı bakarsa, iki yabancının çimlerinde yürüdüğünü görüp paniğe kapılmasını istemiyorlardı. Sıska verandaya doğru ilk adımı Porter attı. Veranda pul pul beyaz boya ve sayısız ölü böcekle kaplanmıştı. Mackenzie gerildiğini hissetti. Bu kadınları öldürmüş olan adamın suratını ilk gördüğünde ne yapması gerektiğini düşünüyordu.
Porter çürümüş sineklik kapısını açtı ve evin ön kapısını çaldı.
Mackenzie, adamın yanında durmuş bekliyordu, kalbi patlayacaktı. Avuç içlerinin terlemeye başladığını hissetti.
Bir kaç saniye sonra kapıya doğru yaklaşan adım seslerini duymaya başladı. Sonradan takılmış bir kilidin açılma tıkırtıları duyuldu, bu tıkırtılardan biraz sonra da kapı açıldı ve artık Clive Traylor onlara bakıyordu. Önce şaşırmış ardından da aşırı paniklemiş şekilde baktı.
"Yardımcı olabilir miyim?" diye sordu Traylor.
"Bay Traylor" dedi Porter. "Ben dedektif Porter ve yanımdaki de dedektif White. Eğer vaktiniz varsa sizinle konuşmak istiyoruz."
"Ne konuda?" diye sordu Traylor, savunmaya geçmiş bir halde.
"İki gün önce işlenmiş olan bir suçla ilgili." dedi Porter. "Sadece birkaç soru sormak istiyoruz ve eğer dürüstçe cevaplarsanız beş on dakika içinde toz olmuş olacağız."
Traylor bir süre olayı tartarcasına bekledi. Mackenzie, adamın aklından geçirdiği mantık oyunlarının kesinlikle farkında olduğunu düşündü. Daha önce tutuklanmış bir seks suçlusuydu ve yardım konusunda yapacağı en ufak bir hata polislerin daha da fazla şüphelenmesine yol açacaktı. Üstelik bu, Traylor'un üzerinde çalıştığı diğer şeyler için de daha fazla inceleme olacağı anlamına geliyordu.
Clive Traylor gibi bir adamın isteyeceği en son şey olmalıydı bu.
"Tabi, içeri girin." dedi sonunda Traylor, durumdan hoşnut olmadığı aşikardı. Yine de kapıyı açtı ve onları üniversite yurtlarına benzeyen evine davet etti.
Her tarafta dağılmış kitaplar vardı, boş bira kutularından geçilmiyordu ve kıyafet tepecikleri mümkün olan tüm boşluklara gelişi güzel dağılmıştı. Mekan, sanki Traylor kısa zaman önce fırında bir şeyler yakmış gibi kokuyordu.
Küçük