Uçuş Korkusu
Eve vardığımda annem mutfaktaydı. Müzik setinden yükselen Korsakov’un notaları babamın da evde olduğunu söylüyordu. Ortalıkta görünmeyen Nuni, odasında olmalıydı. Düdüklüde pişen tavuğun kokusu ise bütün evi sarmıştı. Harıl harıl çalışan anneme merhaba dedikten sonra babaannemin odasına uğradım. Kapı aralığından başımı uzatıp bir öpücük gönderdim ona. Gözlerini televizyon ekranından ayırmayan Nuni, “Bu sümsük, kızı yine ağlattı!” diye sızlandı. Onu dizi filmiyle baş başa bırakıp kapıyı çektim.
Müziğe kulak vererek girdiğim salonda, bizimkiler resim yapıyordu.
“Sanat atölyesine dönmüş burası!”
Yaptığı çizimden başını kaldıran babam merakla baktı bana.
“Hayrola, niye geç kaldın Örge? Gitar dersin altı buçuğa alınmış ama yine de seni daha erken bekliyorduk.”
“Yolda bir kazaya şahit oldum baba. Ambulans gelene kadar ben de bekledim. Neyse ki kimseye bir şey olmadı. Detayları sonra anlatırım, önce odama gidip şu yüklerimden kurtulayım.”
“Cep telefonunu kapatmayı unutma canım.”
“Tamam.”
Tam salondan çıkarken “Baksana ama!” diye seslendi Özge. Geri dönüp kardeşimin yanına gittim. Yanağından bir makas alıp yaptığı resme baktım. Kâğıdın tam ortasında televizyon seyreden bir su aygırı vardı. Onun sırtına da önündeki cep telefonunu gagalayan bir güvercin çizmişti.
“Kuşa bayıldım.” dedim gülümseyerek.
“Arkadaşını arıyor. Sıfıııır, beeeş, üüüüç, beeeeşş… dokuuuuzz, beeeşşş…”
Bu yaşta hepimizin numaralarını ezbere bilen Özge’nin sıraladığı rakamlar benim telefonuma aitti. Sayılara düşkünlüğü yüzünden televizyonda gördüğü telefon numaralarını bile kaydediyor zihnine.
Başıyla kardeşimi gösteren babam göz kırptı bana.
“Arınma seansımızı nasıl buldun?”
“İyi güzel de başka bir şeyler daha yapmalı, daha değişik uğraşlar, etkinlikler… Baksana, kızın zekâsı yıkılıyor.”
“Senin de Türkçen yıkılıyor yazar hanım.”
Babamın sitemine gülümseyerek karşılık verdim. Bizimkiler tam gün çalıştığı için babaannem büyüttü bizi. Son yıllarda iyice yaşlanan Nuni, artık eski gücünde değil. Bu yüzden çocukken bana gösterdiği ilgiyi Özge’ye gösteremiyor. Kardeşim de kafasına göre dolduruyor bu boşluğu. Televizyon izlemek, tabletle, cep telefonuyla oynamak en sevdiği şeyler. Daha dört yaşındayken rastgele aradığı telefon numaralarıyla herkesi rahatsız ederdi. Beş yaşına gelince iş çığırından çıktı. Bir ay önce televizyon sunucusuna gönderdiği emojiler ise bardağı taşıran son damla oldu. Olaya el koyan bizimkiler, soluğu çocuk doktorunda aldılar. O zamandan beri sadece Özge değil, hepimiz sıkı bir dijital arınma programındayız. Salondaki televizyon bile Nuni’nin odasına taşındı. Haberleşmek için ev telefonunu kullanıyoruz. Ailenin ilgisiz bırakılmış dâhi çocuğu yüzünden iletişim özgürlüğümün kısıtlanmasından rahatsızım. Geceleri yalnızca bir saat internet hakkımın olması da hiç adil değil.
Odama girer girmez çantamı yere, gitarımı da yatağın üstüne bıraktım. Cep telefonumu kapatıp hemen şarja taktım. Eşofmanlarımı giyerken İpek’e bırakılan o tuhaf yazı geldi aklıma. Bana kalsa hemen bilgisayarın başına çöküp internette sıkı bir arama yapardım. Ne yazık ki bu saatte modem kapalı oluyor.
Banyodan sonra doğru mutfağa gittim. Tavuğun yanı sıra başka bir yemek daha pişiyordu ocakta. Annem ise arkasından koşturan varmış gibi yufka sarıyordu.
“Hayrola, akşam akşam bu ne telaş?”
Yeni sardığı gül böreğini tepsiye yerleştirirken, “Yarın sabah Ankara’ya gidiyoruz.” dedi. “Bu nedenle iki günlük yemek yapıyorum.”
Ankara mı? Kulaklarıma inanamıyorum, kendimi tutmasam sevinç çığlığı atacağım. Demek bütün hafta sonu yalnızım. Oh, ne güzel! Anne yok, baba yok, internet kısıtlaması yok, cep telefonumu her an araklamaya çalışan Özge yok. Sadece ben ve Nuni varız. Bunca güzellik yetmezmiş gibi leziz yemekler de var.
Sevincimi gizleyerek, “Bu kadar yemeğe ne gerek var ki?” dedim. “Alt tarafı iki gün yalnız kalacağız.”
Doğrulup yüzüme bakan annem, “Bu sefer ikimiz gidiyoruz Örge.” demez mi!
“Ne demek, ikimiz gidiyoruz? Bana sormadan mı karar verdin?”
Beni duymamış gibi davranan annem buzdolabından çıkardığı yumurtaları bir kaba kırdı. Yolda olanlar yüzünden zaten gergindim, kendimi tutamayıp patladım.
“Benim adıma karar veremezsin anne! Ben çocuk değilim, tam on dört yaşında, kocaman bir kızım. Üstelik bu hafta sonu çok önemli bir programım var.”
Çırpıcıyı kâseye daldırıp, “Bağırma Örge.” dedi yumuşak bir sesle. “Sakin konuş, ben seni duyuyorum. Babanın işleri yoğun, Nuni de gelmek istemedi. Özge de üşütmüş biraz, evde kalması daha doğru. Hem senin için de değişiklik olur.”
Dişlerimi gıcırdatarak âdeta hırladım.
“Seninle gelemem anne! Arkadaşlarımla bovling oynayacağız yarın.”
“Uçak biletleri alındı bile. Hem tırnaklarını kırmıyor mu o bovling topları?”
“Kırarsa kırsın! Tırnak penası ne güne duruyor.”
“Bovling kaçıyor mu Örge, öbür hafta oynarsınız.”
“Of ya, of ya!”
“Oflayıp puflayacak ne var kızım?”
“Çok şey var anne! Bir kere moralim çok bozuk, eve gelirken az kalsın bir motorun altında kalıyordum.”
“Neee?” diye bir çığlık atan annem, elindeki işi bırakıp sağımı solumu yoklamaya başladı.
“Sakin ol anne! Gördüğün gibi sapasağlamım.”
“Doğru söyle, bir yerin incindi mi?”
“Bir şeyim yok dedim ya, bir rahatlasana!”
Bağırışlarımız yüzünden babam da geldi mutfağa.
“Neler oluyor burada, niçin atışıyorsunuz?”
Öfkeyle konuştum.
“Bana sorulmadan karar alınmış, ben de gidiyormuşum Ankara’ya. Bundan haberin var mı baba?”
Birey olmamız konusunda her zaman hassas davranan babamın tepkisini merak ediyordum. Ama annemin sesini duyunca yine dişlerimi sıktım.
“Örge kaza geçirmiş!”
“Abartma anne! Dur, bir dinle.”
Sakin bir sesle konuşan babam, “Biraz önce sözünü ettiğin kaza mı?” diye sordu.
“Evet.” diyerek olan biteni çabucak özetledim. Motorlu kuryelerin çok tehlikeli olduğunu söyleyen annem, “Nerede görürsen uzak dur.” diye tembihledi. Babam da benzer şeyler söyledikten sonra salondaki müziğe dikkat çekti.
“Duyuyor