Hem neredeydi ki bu diğer dünya? Bu konuya da Bay Wace hemen kıvrak zekâsıyla açıklık getirdi. Güneş battıktan sonra hava hızla kararıyor (çok kısa bir alacakaranlık safhası oluyordu tabii ki) ve hemen sonra da yıldızlar parlıyordu. İki dünyadaki takımyıldızları belirgin derecede benzerdi. Büyükayı, Aldebaran, Sirius ve Ülker’i tanımıştı Bay Cave. Yani diğer dünya da aynı güneş sisteminde ve bizim dünyamızdan en fazla birkaç yüz milyon mil uzakta olmalıydı. Ayrıca yıldızları incelerken Bay Wace, geceleri gökyüzünün bizim dünyamızın kış gecelerinden bile daha koyu bir mavi olduğunu ve güneşin de bizimkinden biraz daha küçük olduğunu fark etti. Dahası iki küçük ay vardı! Bizim ayımız gibi ama daha küçük ve farklı renkteydiler. Aylardan biri o kadar hızlı hareket ediyordu ki ona bakan biri hareket ettiğini açıkça görebilirdi. Bu aylar hiçbir zaman gökyüzünde kalmıyor, doğduktan biraz sonra batıyordu. Ayrıca gezegene çok yakın oldukları için her geçişlerinde Güneş tutulması oluyordu. Bu işaretler fazlasıyla belirgindi ancak Bay Cave, Mars’taki durumun bu gezegendekiyle tamamen aynı olduğunu bilmiyordu.
Bay Cave’in kristale bakarak Mars’ı ve Mars’ın yerlilerini görmüş olma ihtimali fazlasıyla mümkün gibiydi. Bu teori doğruysa uzakta muhteşem ışıltısıyla parlayan akşam yıldızı bizim dünyamızdan başka bir şey olamazdı.
Bir süre için Marslılar (eğer gerçekten öyleyseler tabii) Bay Cave’in incelemelerini fark etmemiş gibi görünüyordu. Bazen biri kristali incelemeye gelir, kısa süre sonra da tatminkâr bir sonuç elde edememiş gibi diğer kristallere yönelirdi. Bay Cave, bu süre zarfında Marslılar tarafından rahatsız edilmeden incelemesine devam edebiliyordu. İncelemelerinin sonucu tam olmasa da genel bir fikir oluşturmaya yetiyordu. İnsanları, zorlu bir hazırlık sürecinden sonra Londra’daki St. Martin Kilisesi’nin çan kulesinden en fazla dört dakikalık periyotlarla inceleyen bir Marslının kafasında oluşan insanı hayal etsenize. Bay Cave, teraslarda ve koridorlarda zıplayarak gezen Marslıların, kanatlı olanlarla aynı olup olmadıklarını ve istedikleri zaman kanatlarını takıp takamayacaklarını tam kestiremiyordu. Birkaç kez, iki ayaklı, maymun benzeri, sakar yaratıkları garip ağaçlardan bir şeyler yerken görmüştü. Yine bu yaratıklardan bazılarının zıplayan, yuvarlak kafalı, dokunaçlı yaratıklardan kaçtığına da şahit olmuştu. Tam da birini yakalamışken kristal sönmüş ve heyecanlı bir âna tanıklık edeceğini düşünen Bay Cave’in hevesini kursağında bırakmıştı. Bir seferinde de nehrin yanındaki patikada hızla hareket eden devasa, böcek benzeri bir yaratık görmüştü. Yeterince yaklaşınca bu yaratığın parlak metallerden yapılmış karmakarışık bir robot olduğunu fark etti Bay Cave. Tekrar baktığında ise gözden kaybolmuş olduğunu gördü.
Bir süre sonra Marslıların dikkatini çekmek istediğine karar verdi Bay Cave. Bir tanesi o garip gözleriyle tekrar Bay Cave’in kristalini izlemeye geldiğinde hemen ışıkları yakıp kendilerini fark ettirmek için birtakım hareketler yapmaya başladılar. Ancak Bay Cave kristale tekrar baktığında Marslının gitmiş olduğunu gördü.
İncelemeler kasım ayına kadar böyle devam etti. Daha sonra ailede kristalle ilgili şüphelerin yatışmış olduğunu düşünerek artık hayatındaki en önemli şey haline gelmiş olan kristali, fırsatı oldukça inceleyebilmek için eve getirip götürmeye başladı Bay Cave.
Aralık ayında Bay Wace’in araştırmaları onu bir süre meşgul etti ve on, on bir gün (kaç gün olduğundan tam olarak emin değildi) boyunca kristal incelemesine ara vermek zorunda kaldı. Bu süre zarfında Bay Cave’i hiç görmemişti. İçinde bulunduğu iş yoğunluğu azalmaya başlayan Bay Wace, kristali incelemeye devam etmek için Seven Dials’a, Bay Cave’i aramaya gitti. Köşedeki kuşçunun ve onun yanındaki ayakkabıcının kepenklerinin kapalı olduğunu gördü. Bay Cave’in dükkânı da kapalıydı.
Kapıyı çaldığında karşısına çıkan kişi Bay Cave’in siyah kıyafetler giymiş üvey oğlu oldu. Şaşaalı bir matem elbisesi giymiş olan Bayan Cave’i çağırdı hemen. Bay Wace, Bay Cave’in çoktan ölmüş ve defnedilmiş olduğunu öğrenmiş ve bu habere pek de şaşırmamıştı. Bayan Cave gözyaşları içerisindeydi ve sesi de biraz kısılmıştı. Highgate’ten yeni gelmişti. Bayan Cave’in kafası cenaze işleri ve daha çok durumun kendisiyle alakalı taraflarıyla dolu olsa da Bay Wace, ölümün detaylarını öğrenebilmişti. Bay Wace’le en son görüştüğü günün ertesi günü, elinde kristalle dükkânında ölü bulunmuştu Bay Cave. Yüzünde bir gülücük olduğunu söyledi Bayan Cave. Kristale örttükleri kadife kumaş da ayaklarının orada yerde duruyordu. Onu bulduklarından beş altı saat önce ölmüş olmalıydı.
Bu olay Bay Wace’i fazlasıyla sarsmıştı ve ihtiyar adamın açıkça kötüleşen sağlığını göz ardı ettiği için biraz kendini suçladı. Ancak asıl endişesi kristal hakkındaydı. Bu konuya daha dikkatlice yaklaştı çünkü Bayan Cave’in bazen saçma sapan davranabileceğini biliyordu. Satıldığını öğrenince de çok şaşırdı.
Bayan Cave’in yaptığı ilk şey cesedi üst kata çıkarmak ve daha önce beş pound teklif eden rahibe kristali tekrar bulduğunu yazmak oldu. Ancak kızıyla birlikte her yeri didik didik ettikten sonra rahibin adresini kaybettiklerini fark ettiler. Aileden, Bay Cave’i özenli bir şekilde defnetmeleri beklendiğinden Büyük Portland Sokağı’nda dükkânı olan tanıdık bir işadamına gittiler. O da cenazeyi üstlenmeyi ve karşılığında da Bay Cave’in dükkânındaki malların bir kısmını almayı memnuniyetle kabul etti. Bizim kristal de bu işadamının payına düşen malların arasındaydı. Bay Wace, birkaç minik ve aceleye getirilmiş incelemenin ardından Büyük Portland Sokağı’ndaki dükkâna gitti. Orada da kristalin, uzun, gri kıyafetli bir adama satıldığını öğrendi. Bay Cave’in ölümünden sonraki olaylar dizisinin detayları bu kadardı. Büyük Portland Sokağı’ndaki satıcı, uzun, gri kıyafetli adamın ne kim olduğunu biliyordu ne de fiziksel özelliklerini tarif edecek kadar incelemişti. Dükkândan çıkınca hangi yöne gittiğine bile bakmamıştı. Bir süre umutsuz sorularla satıcının sabrını zorlayarak kendi öfkesini dindirdi Bay Wace. En sonunda kristalin bulunamayacağına kanaat getirdi, ellerinden kayıp gitmişti. Eskiden Bay Cave’le birlikte kristali inceledikleri odasına dönünce, aldığı notların düzensiz masasının üzerinde durduklarını ve hâlâ okunabilir olduklarını görmek onu biraz şaşırttı.
Uğradığı hayal kırıklığının büyük olması kaçınılmazdı. Büyük Portland Sokağı’ndaki dükkânda (ilk seferi kadar başarısız) ikinci bir soruşturma yaptı. Koleksiyoncuların okuyacağını düşündüğü birkaç dergiye ilan vermek geldi aklına. Daily Chronicle ve Nature dergilerine mektup yazdı ama bu iki dergi, anlatılanların kötü bir şakadan ibaret olduğundan şüphelenerek Bay Wace’e, ilan vermeden önce bir kez daha düşünmesini söylediler. O da tekrar düşününce hiçbir bilimsel temeli olmayan bu fantastik hikâyenin kendi araştırmacı kimliğine zarar verebileceğini düşünüp ilan vermekten vazgeçti. Hem Bay Wace’in gerçek işiyle ilgilenmesi de gerekiyordu. Bu yüzden yaklaşık bir ay sonra, isteksizce de olsa kristalin peşini bırakmak zorunda kaldı. Ve kristalin nerede olduğu bugün hâlâ bilinmiyor. Arada sırada Bay Wace, büyük bir hevesle diğer tüm işlerini bırakıp kristali aramakla uğraştığını söylüyor (ki bunun doğru olduğuna gerçekten inanıyorum).
Kristal sonsuza kadar kayıp kalsa da kalmasa da yaşanan her şey fazlasıyla şüpheli.