Raffaello. Стефани Стори. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Стефани Стори
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9786258361261
Скачать книгу
bir belediye yetkilisi olarak incelemek için değil, bir dost olarak görmek için soruyorum Michelangelo.”

      Michelangelo mu? Daha önce heykeltıraşla aynı odada bulunduğum hiç olmamıştı. Sarto ve Ghirlandaio’nun tavsiyelerini göz ardı etmiş (Sarto’yu dinlemeye başladığım gün kendi lahdimi seçtiğim gün olurdu) ve Michelangelo’nun atölyesine birkaç kez uğrayarak tasarımlarını incelememe izin vermesi için onu kandırmaya çalışmıştım ama insanları kendisiyle çorba içmeye davet eden türden biri değildi. Bir keresinde pazarda ona yaklaşıp Leonardo’nun ödünç verdiği birkaç çizimi yüzüne doğru salladım – kışkırtmak için “Rekabeti buradan inceleyebilirsin,” dedim – ama Michelangelo ters ters baktı ve “Perugino’dan bir şeyler çalan bir cavolo26 ile ilgili hiçbir şey yapmak istemediğini söyledi. Beni duyması cesaret verici olsa bile tasarımlarını görme konusunda hiçbir ilerleme kaydedememiştim.

      Daha iyi görebilmek için muşambanın arkasına geçtim. İkinci adam altın yıldızları olan mavi bir pelerin giyiyordu – bu pelerin, Floransa Cumhuriyeti’nin hükümet başkanı Gonfaloniere Piero Soderini’ye aitti. Onunla tanışmış mıydınız? Kel, yuvarlak gözleri olan, pelerin giymiş bir güvercin hayal edin.

      “İstediğin şeyin ne anlama geldiğini bilmiyorsun.” Michelangelo’nun sesi yaralı bir çocuk gibiydi.

      Ve Soderini, “O taslağı buraya boşuna getirmediğini biliyorum,” diye yanıtladı.

      Şaşkınlığım duyulmasın diye elimi ağzıma bastırdım. Taslak burada mıydı? Sessizce yere çöktüm, yüzüstü uzandım ve muşambanın altından bakmak için öne doğru kaydım. Michelangelo’nun ayakkabıları görünüyordu: Çamur ve mermer tozuyla kaplı, ağır, kahverengi iş botları. Ve gerçekten de yanında uzun bir kâğıt rulosu vardı. Yüce Meryem aşkına… Tasarımları buradaydı.

      Soderini sesini alçaltarak babacan bir tonda çıkmasını sağladı. “Oğlum, biz yalnızız. Bana güvenebilirsin.”

      Karşılıklı sözler bir süre daha devam etti ama Michelangelo’nun tartışmaları her zaman biraz sıkıcı oluyor – öyle değil mi? – o yüzden nihayet pes edip tasarımlarını açmaya başladığı zamana atlayalım. Çizimini ince bir altın varak tabakasıymış gibi özenli bir şekilde elinde tuttu ve Soderini taslağın ortaya çıkışını benim kadar dikkatle izledi.

      Sofia fısıldadı, “Dai,27 bakmıyorlar, dai, dai.”

      Elimi sallayarak onu susturdum.

      Soderini açılmış çizime bakıp “Mucizevi,” diye mırıldandı.

      Durduğum yerden bakınca o çizimin tek bir çizgisini bile göremiyordum, bu yüzden zıpladım ve hızla iskeleye tırmandım. Ruloyu kapatmayın, kapatmayın, kapatmayın. Sofia ayağımı tuttu ama elini tekmeledim. Tahta gıcırdasa da devam ettim. İskelenin üstü muşambayla örtülmemişti, bu yüzden de kenardan bakmak için düz yatmam gerekiyordu.

      İlk başta, kahverengi tebeşir ve siyah mürekkeple yapılmış çizimin yalnızca bir köşesini görebildim. Şişkin bir baldır, onu kavrayan bir el, bükülmüş bir diz. Figür çıplak mıydı? Kendini yerden yukarı mı itiyordu? Başka bir çıplak adam eğilmişti. Üçüncüsü saldırı pozisyonu almıştı. Neler oluyordu?

      Dirseklerimin üzerine kalktım.

      Che roba,28 o çizim…

      Cascina Muharebesi, Floransa tarihinin gizli yanlarındandır, öyleyse bunu nereden bileceksiniz? On dördüncü yüzyılda Floransalılar ve Pisalılar arasında gerçekleşen bir muharebeydi – evet, iki şehir ezelden beri savaş halindeydi. Floransalılar kazandı ama Michelangelo zafer ânını tasvir etmemişti. Hayır. Pisalıların Arno’da yıkanan Floransa ordusuna sürpriz bir şekilde saldırdığı o ânı, yani hikâyenin belirsiz bir bölümünü seçmişti. Michelangelo’nun çizimi, saldırı kadar şoke ediciydi; nehirden çıplak adamlar fırlarken tamamen zırhlı askerler arkadan hücum ediyordu. Bugün bu tür tabloları görmeye alışkınız ama on beş yıl önce hiç kimse böyle çarpıcı, düzensiz bir şey görmemişti. Her biri bir öncekinden daha şaşırtıcı olan bir düzineden fazla figür vardı. Kaburgaları derisine baskı yapan çıplak sırtlı bir adam; gözlerinde dehşetle yerde uzanan sakallı bir asker; sudan fırlayan rahatsız edici bir çift el, herkes panik içinde birbirine dolanmış… Böyle çizebilen herkes kesinlikle resim de yapabilir. O askerler gibi nefesimin kesildiğini hissetmiştim.

      Eskiz defterimi açtım ve kopyalamaya başladım. (Ah, keşke o çizimlerden bazılarını size gösterebilseydim. Hayır, hayır, eskizlerimi asla yakmam ama hayat işte… Bazıları sel, yangın ya da aşırı hevesli bir hizmetçi nedeniyle kaybolur. Kiminin sonu da taşınırken gelir – yolda yitip giderler ya da arkamda bırakırım. Asistanlar da bir çizimi oradan oraya götürürler; incelediklerini düşünmek hoşuma gidiyor ama bazen onları satmalarından korkuyorum. Ne zaman bir tanesinin eksik olduğunu fark etsem, kendimi bir kavanoz bozuk lacivert boya kadar kötü hissederim. Muhtemelen hatırladığımdan daha fazlasını kaybetmişimdir; önemsiz çizimlerin anıları, diğer çöplerle birlikte pencereden dışarı atılıp gitmiştir. Ya da belki önemsiz olanları unuttuğum falan yoktur; hatırlamak, özlemek ve pişmanlık duymak onları önemli kılıyordur.) Michelangelo’nun taslağını kopyalamaya o kadar odaklanmıştım ki Leonardo’nun boya fırçalarından birinin iskelenin kenarına doğru yuvarlandığını fark etmemiştim. Ufacık bir fırçanın çok yüksekten düşüp mermer bir zemine çarptığında bu kadar gürültü çıkarabilmesi inanılmaz, değil mi?

      İki adam etraflarında döndüler. Sofia haykırdı ve kısmen bağladığı giysilerini kaldırarak odanın diğer tarafına koştu, kapıdan dışarı fırladı. Soderini kıkırdadı. Michelangelo ise durumu bu kadar komik bulmadı. “Cosa fai?”29

      Ayağa kalktım. “Buongiorno,30 maestro.” Pantolonumu toparlamadığıma anında pişman oldum.

      “Cosa fai?” Bu kadar tuhaf birine göre Michelangelo şaşırtıcı derecede hızlıydı. Ben tepki veremeden iskeleye tırmanmaya başlamıştı bile.

      “Michelangelo,” diye seslendi Soderini. “Bu, Urbinolu genç Raffaello. Sadece bir öğrenci, buraya da çalışmaya gelmiştir, canını sıkmaya değecek bir şey olmadığına eminim.”

      Üstümü başımı beceriksizce düzeltirken “Evet maestro. Büyük bir hayranınızım,” dedim.

      İskelenin tepesine çıkarken “Hırsız!” dedi Michelangelo. Benden sekiz yaş büyüktü ama önemli ölçüde daha varlıklıydı, değil mi? O gün, kirli gri bir tunik (bir zamanlar mavi olabilirdi ama artık gri görünüyordu) ve baldırına kadar gelen lağım sularında yürüyen sokak temizlikçilerine uygun hantal kahverengi iş botları giyiyordu. Dağınık siyah saçları ve kaba bir sakalı vardı – berbere hakaret mi etmişti? – ama pis kokusu bir yana, onunla ilgili en çarpıcı şey etrafa yaydığı güçlü dalgalardı. Tam olarak ne dalgasıydı bunlar? Tutku, öfke, korku? Peder Ficino, bunu uygun şekilde nasıl adlandıracağını bilirdi, değil mi? (Adını muhakkak duymuşsunuzdur. Hani şu Medici bahçelerindeki hümanist bilgin? Evet, işte o Ficino.) Yaşlı rahip ona ne derdi? Terribilità31 mı? O şey her neyse, daima orada ve her zaman dizginsiz. Michelangelo’nun öfkesine dair söylentiler duymuştum ama yakından bu kadar korkunç olmasını beklemiyordum. Alnındaki damarın zonklaması mı yoksa


<p>26</p>

İt. Lahana. Hakaret sözü olarak kullanımı çok yaygındır. (ç.n.)

<p>27</p>

İt. Haydi. (ç.n.)

<p>28</p>

İt. Vay. (ç.n.)

<p>29</p>

İt. Ne yapıyorsun? (ç.n.)

<p>30</p>

İt. Günaydın; iyi günler. (ç.n.)

<p>31</p>

İt. Korkunçluk. (ç.n.)