Daha sonra misafir, hesabını ödeyip yatmaya gitmiş. Ancak hancı gecenin bir yarısı, altın saçan eşeğin yerine başka bir eşek bağlamış. Ertesi sabah genç çırak, hiçbir şeyden şüphe etmeden eşeğiyle beraber yola koyulmuş. Öğlene kadar eve varmış. Babası onu gördüğüne çok sevinerek seve seve kabul etmiş. “Ne zanaatla uğraştın oğlum?” diye sormuş terzi. “Değirmenci oldum, sevgili babacığım!” diye cevap vermiş oğlu. Babası, “Seyahatlerinden eve ne getirdin?” diye sorunca da: “Sadece bir eşek.” diye cevap vermiş.
“Burada bir sürü eşeğimiz var zaten.” demiş baba. “Güzel bir keçi getirseydin çok daha iyi olurdu.”
Oğlan da: “Evet ama bu sıradan bir eşek değil. ‘Anır bakalım.’ dediğim zaman, bu güzel hayvan çuval dolusu altın kusar. Komşuları bir araya toplayalım. Hepsini zengin edeceğim.” diye cevap vermiş.
“Ne güzel olur.” demiş terzi. “Benim de çalışmaya ihtiyacım kalmaz.”
Aceleyle dışarı çıkmış ve komşuları bir araya toplamış. Hepsi toplandığı zaman değirmenci eşek için yer açıp, eşeği getirip önüne bir bez sermiş. “Şimdi dikkatle izleyin.” demiş ve bağırmış: “Anır bakalım.”
Ne var ki tek bir altın parçası bile gelmemiş. Herkes onunla dalga geçip de oğlunun dedikleri olmayınca yaşlı terzinin suratı asılmış ve işinin başına dönmekten başka bir çaresi kalmamış. Genç adam da bir değirmencinin yanında çalışmaya başlamış.
Üçüncü kardeş bir tornacıya çırak olmuş. Bu iş çok ince bir sanat olduğu için, tornacılığı öğrenmesi uzun zamanını almış. Kardeşleri, mektupla işlerin nasıl ters gittiğini ve hancının seyahatlerinin son gününde onları değerli eşyalarından nasıl mahrum ettiğini anlatmış. Tornacı, işini iyi öğrendiği ve seyahat etmeye hazır olduğu zaman, ustası çalışkanlığına karşılık kendisini ödüllendirmek için ona içinde sopa olan bir çanta vermiş.
“Çantayı sırtıma takabilirim, çok da işime yarar ama sopanın bana ne faydası olacak?” diye sormuş genç adam. “Söyleyeyim.” diye cevaplamış ustası da. “Eğer biri sana zarar vermek isterse: ‘Sopa, çantadan dışarı!’ demen yeterli. Sopa onların üstüne atlayacak ve onları öyle kötü dövecektir ki yerlerinden bir hafta kıpırdayamayacaklardır. Sen: ‘Sopa, tekrar çantaya.’ diyene kadar da durmayacaktır.”
Çırak, ona teşekkür ederek çantasını almış ve seyahatine başlamış. Biri ona saldırırsa: “Sopa, çantadan dışarı.” diyecek ve sopa çantadan çıkıp üstlerine atılacak, onlara bir sürü darbe yağdıracak ve işi çözecekmiş. Bir gece genç çırak iki kardeşinin de kandırıldığı hana gelmiş. Çantasını masaya koymuş ve dünyada gördüğü güzel şeyleri anlatmaya başlamış.
“Evet.” demiş. “Kendini donatan masandan, altın veren eşeğinden ve daha bir sürü güzel şeyden bahsedebilirsin ama benim çantamda taşıdığım hazinemle karşılaştırınca bunların hiçbir değeri kalmayacak.”
Bu sözden sonra hancı kulaklarını açıp dinlemeye başlamış. “Ne olabilir ki?” diye düşünmüş. “Büyük ihtimalle çanta değerli taşlarla doludur ve bu da benim hakkım çünkü güzel şeylerin hepsi üçlü şekilde gelirler.”
Yatma vakti geldiğinde misafir, bir banka uzanmış ve çantasını yastık niyetine başının altına koymuş. Hancı, genç adamın derin uykuda olduğunu düşündüğünde yavaş yavaş eğilerek gelmiş; dikkatli bir şekilde değiştirmek için yavaşça çantayı çekmiş ve yerine başka bir çanta koymuş. Tornacı da bunun olmasını bekliyormuş. Tam hancı çantayı başının altından alırken bağırmış: “Sopa, çantadan dışarı!”
Sopa, hemen çantadan çıkıp yükselerek hancının sırtına inmiş. Hancı boşu boşuna merhamet diliyormuş. Ne kadar çok bağırdıysa sopa da o kadar sert iniyormuş sırtına. Sonunda yorgun bir şekilde yere düşmüş.
Daha sonra tornacı, “Eğer masayla eşeği hemen bana vermezsen bu oyunu tekrar tekrar oynarız.” deyince hancı: “Aman Allah’ım, hayır!” diye haykırarak yere çökmüş. Ardından: “Bu lanet şeyi çantaya geri koyarsan her şeyi sana seve seve veririm.” demiş. Bunun üzerine genç adam: “Bu seferlik adil değil, cömert olacağım. Ama ayağını denk al!” diye cevap vermiş. Sonra da: “Sopa, tekrar çantaya.” diye bağırmış.
Ertesi sabah tornacı masa ve eşek ile beraber babasına doğru yola koyulmuş. Terzi onu tekrar gördüğüne çok sevinmiş ve dışarıda ne zanaatlar öğrendiğini sormuş. “Sevgili babacığım.” demiş oğlu. “Tornacı oldum.”
“Çok ince bir zanaat.” demiş babası. “Peki seyahatlerinden ne getirdin evine?”
“Çok değerli bir şey babacığım.” diye cevaplamış oğlan. “İçinde sopa olan bir çanta.”
“Ne?” diye haykırmış babası. “Bir sopa mı? Niye o kadar taşıdın yanında, istediğin zaman bir ağaçtan koparabilirsin bir sopayı.”
Delikanlı: “Ama sıradan bir sopa değil, sevgili babacığım. ‘Sopa, çantadan dışarı.’ dediğim zaman bana zarar vermek isteyen birinin üstüne atlayıveriyor ve pişman olup özür dileyene kadar da onu dövüyor. Bak, bu sopa sayesinde iki kardeşimin hırsız hancıya kaptırdığı masa ve eşeği de geri aldım. Şimdi ikisini de çağıralım ve bütün komşuları davet edelim. Böylece gönüllerinin istediği gibi yiyip içsinler, ceplerini altınla doldursunlar.”
Yaşlı terzi olanlara inanamamış ama oğullarını ve komşularını bir araya toplamış. Sonra tornacı; eşeği getirmiş, önünde bir örtü açmış ve kardeşine şöyle demiş: “Konuş onunla sevgili kardeşim.”
Değirmenci: “Anır bakalım.” der demez örtü taşıyabileceklerinden çok daha fazla altınla kaplanmış. Eminim siz de orada olmak isterdiniz. Ardından, tornacı masayı hazırlamış ve demiş ki: “Şimdi sevgili kardeşim, sen de konuş onunla.”
Sonra marangoz: “Donat kendini, ey masa.” demiş ve anında masanın üzeri en güzel yemeklerle donatılıvermiş. Terzinin evinde daha önce görülmemiş bir ziyafet çekmişler, herkes gece boyunca mutlu ve mesut kalmış.
Sonra terzi iğnesini, ipliğini, mezurasını ve ütüsünü dolaba kilitlemiş; sonsuza dek, üç oğluyla birlikte neşe ve ihtişam içinde yaşamış. Peki, terzinin oğullarının kovulmasına sebep olan keçiye ne olmuş? Anlatayım. Kel kafasından o kadar utanmış ki gidip bir tilki deliğine saklanmış. Tilki eve gelip yabancı bir çift gözün kendisine baktığını görünce çok korkmuş ve kaçmış. Yolda ayıyla karşılaşmış, kendisini endişeli gören ayı sormuş: “Neden böyle görünüyorsun tilki kardeş, sorun ne?”
Tilki: “Ah ah, korkunç bir yaratık oturuyor yuvamda ve öfkeli gözlerle baktı bana.” demiş.
“En kısa zamanda kovalarız onu.” demiş ayı. Deliğe gitmiş, içeri bakmış, aynı şekilde kendisine öfkeyle bakan o iki gözü gördüğünde ayıyı da korku sarmış ve olaya bulaşmamak için o da kaçmış. Yolda çok da cesur hareket etmediğini fark eden bir arıya rast gelmiş, arı şöyle demiş: “Ayı, yüzünden düşen bin parça, sana ne oldu böyle?”
“İyi ki sordun.” demiş ayı. “Tilkinin deliğinde öfkeli gözleri olan, korkunç bir yaratık var ve onu oradan çıkaramıyoruz.”
Arı: “Beni küçük gördüğünü biliyorum ayı, minik bir böceğim