O zamanlar, kuşların şimdi bazılarına sözsüz bir müzik ve bazılarına da sadece ötüş, cırlama veya fısıltı gibi gelen dillerini herkes anlarmış. Kuşlar artık başlarında bir hükümdarları olsun istediklerinden aralarından birini seçmeye karar vermişler. Aralarından sadece, çalı kuşu buna karşı çıkmış. Özgürlüğüne çok düşkün olan kuş, mutsuzca bir oraya bir buraya uçarak: “Ben nereye gideceğim? Ben nereye gideceğim?” diye bağırmış. Sonra da kasvetli ve ıssız bir bataklıkta inzivaya çekilmiş, arkadaşlarının yanına hiç gitmemeye başlamış.
Artık bu konuyu tartışmak isteyen kuşlar güzel bir mayıs sabahı, tüm ormanlardan ve tarlalardan gelip toplanmışlar: kartallar, ispinozlar, baykuşlar, kargalar, tarla kuşları ve serçeler… Hepsini saymakla bitmez! Ağaçkakan, ibibik, hatta daha adı dahi olmayan minicik bir kuş bile bu ekibe katılmış. Her nasılsa olup bitenleri daha önce duymamış olan tavuk, bu büyük kalabalığı görünce şaşırıp kalmış.
“Ne, ne, ne yapılacak?” diye gıdaklamış fakat sevgilisi horoz, tavuğu sakinleştirmiş. En yüksekten uçabilenin kral olması gerektiğine karar verilmiş. Çalılıkların arasında oturan bir ağaç kurbağası, bu seçimden ötürü çok gözyaşı dökülebileceğini düşündüğünden bunu duyunca basmış yaygarayı: “Hayır, hayır, hayır, hayır!”
Ama karganın: “Gak! Gak!” demesiyle beraber hepsi suspus olmuş.
Bu güzel sabahta kimse, “Çok yükseklere uçtum, akşam bastırınca daha fazla gidemedim.” diyemesin diye bir an evvel yarışa başlamaları gerektiğine karar verilmiş. İşaretin verilmesiyle tüm topluluk havalanmış. Kanat çırpma ve pır pır seslerinin arasında birbirine karışan toz toprak, yükselen kara bir bulutu andırıyormuş. Ne var ki küçük kuşlar geride kalmış, daha fazla ilerleyemeyerek yere düşmüşler. Daha büyük kuşlar, daha fazla kalmışlar havada fakat kimse güneşin gözleri kamaştıracağı kadar yükseklere çıkan kartalla eş değilmiş. Diğerlerinin ona yetişemediğini görünce kartal: “Niye daha fazla yükseleyim ki?” diye düşünmüş.
“Kral benim.” diye bağırarak tekrar kendisini aşağılara bırakmış. Aşağıdaki kuşlar birden şöyle bağırmışlar: “Kralımız sen olmalısın, kimse bu kadar yükseğe uçmadı!”
“Ben hariç!” diye bağırmış kartalın göğsündeki tüylere tutunmuş hâlde uçmakta olan isimsiz, küçük kuş. Bu küçük kuş henüz hiç yorulmadığından o kadar yükseğe çıkmış ki neredeyse cennete varmış. Bu kadar yükselince kanatlarını kapatıp olanca gücüyle: “Kral benim! Kral benim!” diye bağırmış.
“Sen kralımız olamazsın!” diye bağırmış kuşlar kızgın bir şekilde. “Hile ve kurnazlıkla başardın bunu!”
Bu yüzden başka bir koşul getirmişler. Kim en aşağıya inebilirse kral o olmalıymış. Kaz, bir kez daha kocaman gövdesine rağmen kanat çırpmış. Tavuk kendi etrafında daireler çizmiş. Ördek en sonuncu gelmiş çünkü ayağını burkmuş. İsimsiz, küçük kuş bir fare deliği bulup içine saklanarak ince sesiyle oradan: “Kral benim! Kral benim!” diye bağırmış.
“Kralımız sen misin!” diye daha da sinirli bağırmış kuşlar. “Kurnazlığının hüküm süreceğini mi sanıyorsun?” diyerek onu deliğe hapsedip aç bırakmaya karar vermişler. Önüne gözcü olarak baykuşu dikmişler ve artık oradan kaçmasına imkân kalmamış. Akşam olunca tüm kuşlar kanatlarını çırpmaktan yorulmuş bir hâlde karıları ve çocuklarıyla yatmaya gitmişler. Baykuş tek başına, koca gözleriyle, sebatla bakarak fare deliğinin yanında dikilmiş. Bu sırada o da çok yorulmuş ve: “Kesinlikle bir gözümü kapatabilirim, diğeriyle de izlerim. Hem küçük düzenbaz bu delikten zaten çıkamaz.” diye düşünmüş. Böylelikle bir gözünü kapatmış ve diğeriyle doğrudan fare deliğine bakmış. Küçük arkadaşımız, kafasını dışarı çıkartıp etrafa bakmış ve tam sıvışayım derken baykuş hemen ileri atılmış. Küçük kuş da kafasını geri çekmiş.
Sonra baykuş diğer gözünü açmış ve az önce açık olanı kapatmış. Tüm gece boyunca bir o gözünü bir diğerini açıp kapatmış. Fakat bir seferinde bir gözünü kapatıp da diğerini açmayı unutunca her iki gözü de kapanır kapanmaz uykuya dalmış. Küçük velet bunu görür görmez kaçmış. O günden sonra baykuş, diğer kuşların korkusundan asla gün yüzüne çıkmaya cesaret edememiş; sadece geceleri uçar olmuş ve böyle iğrenç delikler yaptıkları için farelere düşman olup hep onları kovalamış. Küçük kuş da ortaya çıkmaya pek istekli değilmiş, yakalanırsa canını kaybedeceğinden korkuyormuş. Çitlerde hırsızlık yapar ve kendisini güvende hissettiğinde bazen: “Kral benim!” diye bağırırmış. Bu yüzden de diğer kuşlar onunla, “Çitlerin Kralı!” diye dalga geçerlermiş.
Ne var ki kimse küçük krala itaat etmek zorunda olmayan çalı kuşu kadar mutlu değilmiş. Güneş doğar doğmaz havada yükselir ve: “Ah, ne güzel! Ne güzel! Güzel, güzel! Ah ne güzel!” diye bağıra bağıra özgürlüğünün tadını çıkartarak uçarmış.
Söğüt Çalı Kuşu ve Ayı
Bir yaz günü ayı ve kurt ormanda yürüyorlarmış. Ayı, bir kuşun güzel şarkı söylediğini duyunca demiş ki: “Kurt kardeş, bu kadar güzel şarkı söyleyen hangi kuş?”
“Kuşların Kralı o.” demiş kurt. “Önünde eğilmeliyiz.”
Aslında öten kuş, çalı kuşuymuş. “Eğer öyleyse…” demiş ayı. “Onu kraliyet makamında görmeyi çok isterim; gel, beni oraya götür.”
“O iş göründüğü kadar kolay değil.” demiş kurt. “Kraliçe gelene kadar beklemen lazım.” Çok geçmeden kraliçe, gagasında biraz yiyecekle gelmiş ve yavrularını beslemeye başlamış. Ayı bir an evvel kuşun yanına gitmek istiyormuş ama kurt yakasından tutup: “Hayır, kral ve kraliçe oradan tekrar ayrılana kadar beklemeliyiz.” demiş. Sonra yuvanın bulunduğu deliği gözleyerek hızlı hızlı yürümüşler.
Ancak ayı, kraliyet makamını görene kadar rahat etmemiş ve kısa bir süre sonra tekrar oraya gitmiş. Kral ve kraliçe kuş o sırada uçup gitmiş olduğundan içeri bakan ayı, yuvanın içinde yatan beş-altı yavru kuş görmüş. “Kraliyet makamı bu mu?” diye bağırmış ayı. “Burası acınası bir yer ve siz kralın çocukları falan değilsiniz; siz sadece zavallı, sefil yavrularsınız!”
Söğüt çalı kuşu yavruları bunu duyunca çok kızarak: “Hayır, değiliz! Anne ve babamız asil canlılar! Ayı, bunun hesabını vereceksin!” demişler.
Ayı ve kurt huzursuzlanarak geri dönüp inlerine gitmişler. Söğüt çalı kuşu yavruları bağırıp çağırmaya devam etmişler, anne ve babaları tekrar yiyecek getirmek için geldiğinde: “Açlıktan ölsek dahi bir sineğe bile dokunmayacağız; ta ki siz bizim saygıdeğer, asil çocuklar olduğumuzu kanıtlayana kadar. Siz yokken ayı geldi ve bize hakaret etti!” demişler. Kral kuş, “Sakin olun, cezası neyse vereceğiz.” dedikten sonra kraliçeyle birlikte ayının mağarasına uçmuş ve içeri seslenmiş: “Yaşlı, homurdayan ayı! Benim çocuklarıma neden hakaret ettin? Seni bu yüzden cezalandıracağız, mahvolacaksın.”
Ayıya savaş açılmış ve tüm dört ayaklı hayvanlar bu savaşta yer almak üzere çağrılmış: öküzler, eşekler, inekler, geyikler ve dünya üzerindeki diğer dört ayaklı hayvanlar… Söğüt çalı