“Söyleyeyim.” demiş oduncu. “Ne zaman elinle üzerine hafifçe vursan, içinden tepeden tırnağa silahlı altı adam çıkar ve sen ne istersen alıp getirirler.”
“Peki, değişelim o zaman.” diyen oğlan, oduncuya örtüyü verdikten sonra duvara asılı zembili sırtlamış ve vedalaşarak oradan ayrılmış.
Bir süre yol aldıktan sonra zembilin gücünü denemek isteyerek eliyle vurmuş. Hemen içinden altı tane savaşçı çıkmış:
“Efendimiz, hükümdarımız ne buyurur?” diye sormuşlar.
“Hemen oduncunun yanına varın ve benim örtümü alıp getirin!”
Adamlar çok geçmeden, oduncuya hiç soru sormadan örtüyü alıp getirmişler. Oğlan yine yoluna devam etmiş. Bu kez talihinin daha da yaver gitmesini diliyormuş.
Güneş batarken ateşte akşam yemeği hazırlayan bir başka oduncuya rastlamış. Üstü başı kurum içinde kalmış olan oduncu: “Benimle yemek yer misin?” diye sormuş. “Patatesle tuz var, tereyağı yok, gel otur!”
“Hayır.” diye cevap vermiş oğlan. “Sen benim misafirim ol!”
Derken örtüsünü yere yaymış ve yine en güzel yemekler ortaya çıkıvermiş. Birlikte yiyip içmişler, her şey harikaymış.
Yemekten sonra oduncu: “Şu yukarıdaki ranzada eski ve yıpranmış bir şapka var. Çok özel bir şapka bu. Başına geçirip de şöyle bir çevirirsen tepeden tırnağa silahlı on iki asker çıkıp önüne gelen her şeyi vurup harap eder, hiç kimse onlara karşı gelemez.” demiş. “Ama bunun bana artık bir yararı yok. İstersen senin şu örtünle değişelim.”
“Fena olmaz.” diye cevap veren oğlan, şapkayı başına takarak örtüyü oduncuya bırakmış. Bir süre yol aldıktan sonra zembiline eliyle vurmuş, içinden çıkan askerlere gidip örtüyü almalarını emretmiş.
“Talihim yaver gidiyor.” diye düşünmüş. “Ama bu yeterli değil.”
Nitekim yanılmamış. Ertesi gün yine patates kızartmakta olan üçüncü bir oduncuya rastlamış. Ve onu, örtüsünün hazırladığı sofraya buyur etmiş. Yemek oduncunun o kadar hoşuna gitmiş ki masa örtüsü karşılığında oğlana bir borazan teklif etmiş. Bunun şapkadan daha başka bir özelliği varmış. Bir üfledin mi tüm surlar, kaleler ve şehirler, yüzlerce köy, hepsi anında yıkılıp yok oluverirmiş! Oğlan örtüyü oduncuya vermiş ama sonra yine adamlarını gönderip geri almış. Böylece zembil, şapka ve borazan onun olmuş!
“Artık ben kudretli bir adam oldum. Eve dönmemin zamanı geldi, bakayım kardeşlerim ne yapıyor.” diye düşünmüş. Eve döndüğünde kardeşlerinin altın ve gümüşten çok güzel bir ev yapıp, har vurup harman savurmakta olduklarını görmüş. Yanlarına gidince üzerinde yırtık pırtık bir elbise, başında eski bir şapka, sırtında da bir zembil olduğu için kardeşleri onu tanımamış. Onunla alay ederek: “Sen altın ve gümüşü reddederek daha güzel bir talih peşinde koşan kardeşimiz olduğunu söylüyorsun. Gerçekten kendisi çıkagelmiş olsaydı kuşkusuz, krallara yakışan bir kıyafette gelirdi, bir dilenci gibi değil.” diyerek onu kapı dışarı etmişler. Oğlan öfkelenerek içinden yüz elli asker çıkıncaya kadar zembiline vurmuş. Onlara evi kuşatmalarını, kardeşlerini derileri kabarıncaya dek kızılcık sopasıyla dövmelerini istemiş.
Şehir halkı toplanmış ama askerlerle baş edemeyince krala haber vermişler. Kral şehre, subaylarından bir yüzbaşıyı göndermiş. Ama zembilli oğlan çok daha fazla sayıda savaşçı çıkarınca yüzbaşı tüm askerlerini geri çekmiş. Kral: “Bu adamı yakalamak lazım.” diyerek ertesi gün daha fazla kuvvet göndermiş ama onlar daha da az başarı göstermiş. Oğlan, karşısına aldığı halkın üstesinden bir an önce gelmek istediği için başındaki şapkasını birkaç kez döndürünce ağır toplar atılmış ve kralın adamları yenilgiye uğrayarak kaçıp gitmişler.
“Kralın kızıyla evlenmeden ve tüm krallığı elime geçirmeden bu halka rahat vermeyeceğim.” diye krala haber göndermiş. Kral, kızıyla konuşmuş. “Bu adam çetin cevizmiş! Onun istediğini yapmaktan başka çarem yok. Barışın sağlanması ve tacımı korumam için seni ona vermek zorundayım.”
Sonunda düğün yapılmış ama sırtında zembil, başında eski bir şapka taşıyan kocasının vicdansız bir adam olması; kral kızının canını çok sıkmış. “Ondan nasıl kurtulsam?” diye gece gündüz düşünüp durmuş. “Acaba onun bu mucizevi gücü, zembilden kaynaklanıyor olmasın.” düşüncesi aklına gelmiş. Sonra ona sevgi göstererek kalbini kazanmayı becermiş ve bir gün: “Şu eski zembili boynundan çıkarıp bir kenara koysana, seni o kadar çirkinleştiriyor ki senin adına utanıyorum.” demiş.
“Bak hayatım, bu benim en büyük hazinem. O boynumda asılı olduğu sürece hiçbir güçten korkmam ben.” diyen oğlan, ona zembilin kerametini anlatmış. Kadın onun boynuna atılarak öper gibi yapıp, birden zembili alıp kaçmış. Yalnız kalınca da zembile vurarak içinden çıkan savaşçılara eski efendilerini tutuklayıp sarayın zindanına atmalarını emretmiş. İkiyüzlü kadın, daha fazla adam toplayarak onu sürgüne yollamak istemiş. Eğer şapkası olmasaymış oğlan bu mücadeleyi kaybedecekmiş. Elleri serbest kalır kalmaz şapkasını birkaç kez döndürmüş ve ağır toplar ortalığı darmaduman etmiş.
Kralın kızı gelerek oğlandan merhamet dilemiş. Onca yalvarış karşısında oğlan onu affetmiş. Bu defa kız ona çok yakınlık göstermiş, hep onu sever gibi yaparak kandırmış ve bir süre sonra sırrını öğrenmiş. Yani zembile sahip olan kişinin her türlü gücü elinde tuttuğunu ama şapkasız bunun bir işe yaramayacağını biliyormuş artık. Kocasının uyumasını bekledikten sonra şapkasını almış ve onu sokağa attırmış. Ne var ki borazan hâlâ oğlandaymış, tüm gücüyle onu üflemiş. O anda surlar, kaleler, şehirler ve köyler hepsi birden yıkılıp yerle bir olmuş. Bu sırada kral ile kızı da ölmüş. Eğer borazanı biraz daha üflemiş olsaymış, taş üstünde taş kalmazmış. Böylece kimse ona karşı çıkamamış ve tüm krallığı ele geçiren oğlan, kral olmuş.
Sevgili Roland
Bir zamanlar büyücü bir kadın ve onun iki kızı varmış. Kızlardan biri çirkin ve kötü kalpliymiş ama kendi doğurduğu için kadın onu daha çok seviyormuş. Güzel ve iyi kalpli olan kızından ise nefret ediyormuş çünkü o üvey kızıymış. Bir gün üvey kızı güzel bir gömlek giymiş ve öbür kız bunu çok kıskanmış. Hemen annesine giderek o gömleğe sahip olmak istediğini söylemiş.
“Tamam, kızım!” demiş annesi. “O gömlek senin olacak. Üvey kardeşin ölümü çoktan hak etti. Bu gece uykuya daldığı zaman ben gelip onu öldüreceğim. Yalnız sen karyolanın duvar tarafında yat ve onu sağına, öne doğru biraz itekle!”
Meğer o sırada zavallı kız duvarın köşesinde durduğu için bu konuşulanları duymuş. Büyücünün kızı yatma vakti geldiğinde duvar tarafında olabilmek için bütün gün odadan dışarı çıkmamış, sonra da uyuyakalmış. Kız uyurken üvey kız derin uykuya dalmış olan üvey kardeşini öbür yana iteleyip kendisi duvar tarafına geçmiş. Gece yarısı büyücü kadın odaya girmiş. Sol eliyle önde yatan kendi kızını yoklamış, üvey kızı sanarak bir çırpıda öldürüvermiş. Kadın odadan çıktıktan sonra genç kız yataktan kalkarak sevgilisi Roland’ın kapısını çalmış: “Dinle, Roland.” demiş. “Buradan kaçıp gidelim, üvey annem beni öldürmek istedi ama kendi kızının canına kıydı. Yarın yaptığı hatayı görünce bizi yaşatmaz!”