Bayan Tilki: “Beyefendinin kırmızı kuyrukları ve keskin bir burnu var mı?” diye sormuş.
“Hayır.” diye cevaplamış Bayan Kedi.
“O zaman onu istemiyorum.” demiş Bayan Tilki. Kurt gittikten sonra bir köpek, bir geyik, bir yaban tavşanı, bir ayı, bir aslan ve birkaç tane daha vahşi hayvan gelmiş. Fakat hiçbirinde de merhum Bay Tilki’deki gibi iyi özellikler yokmuş. Bu yüzden de uşak, hepsini reddetmek zorunda kalmış. Sonunda genç bir tilki gelmiş, Bayan Tilki kırmızı kuyrukları ve keskin bir burnu olup olmadığını sormuş.
“Evet, var.” demiş Bayan Kedi. “O zaman onunla evleneceğim.” demiş Bayan Tilki ve uşağına düğün hazırlıklarına başlamasını emretmiş.
Haydi Bayan Kedi; koş, süpür bütün evi
Pencereleri aç, çıkart evden Bay Tilki’yi.
Sonra ye, canının çektiği her şeyi
Hatta git, yakala bulduğun her fareyi.
Bayan Tilki danslar eşliğinde ve eğlenerek genç tilki beyefendiyle evlenmiş, duyduğum kadarıyla hâlâ dans ediyor bile olabilirler.
Tilki ve Kazlar
Bir zamanlar bir tilki, bir sürü şişman kazın bulunduğu bir çayıra gelmiş. Gülümseyerek: “Tam zamanında gelmişim! Sizi art arda yiyebileyim diye, ne de güzel beraberce oturuyorsunuz öyle.” demiş. Kazlar korkuyla gıdaklamış, sıçramış; tilkiye, hayatlarını bağışlaması için zavallı bir şekilde ağlamaya ve yalvarmaya başlamışlar. Fakat tilki hiçbir şey dinlememiş ve demiş ki: “Merhamet diye bir şey yok. Öleceksiniz.”
En sonunda biri cesaret bulmuş ve şöyle demiş: “Eğer biz zavallı kazlar, canlarımızı sana vermek zorundaysak bize sadece tek bir iyilik yap. Günah içinde ölmeyelim diye, son bir kez daha dua etmemize izin ver. Sonra da en şişmanımızı seçebilesin diye kendimiz sıraya gireceğiz.”
“Tamam.” demiş tilki. “Mantıklı bir istek. Gidin, duanızı edin, işiniz bitene kadar bekleyeceğim.”
Sonra ilki, uzun bir duaya başlamış:
“Ga! Ga!” ve o bitirmeyince ikincisi sırası gelene kadar beklememiş, o da başlamış: “Ga! Ga!”
Üçüncü ve dördüncü de onları takip etmiş; sonra hepsi, bir ağızdan gıdaklamaya başlamış. Dua etmeyi bitirdiklerinde hikâye de devam edecek fakat hâlâ dua ediyor ve pek duracağa da benzemiyorlar.
Tilki ve At
Bir çiftçinin yaşlanmış ve artık daha fazla iş göremez hâle gelmiş, sadık bir atı varmış; dolayısıyla efendisi artık ona yiyecek bir şey vermiyormuş ve bir gün demiş ki: “Artık senden bana fayda yok ama sana bir şans daha vereceğim eğer hâlâ bana bir aslan getirecek kadar güçlü olduğunu ispatlarsan sana bakmaya devam edeceğim fakat şimdi ahırımdan çık ve git.”
At çok üzülmüş ve soğuk havadan korunmak için kendisine küçük bir sığınak aramaya, ormana gitmiş.
Orada karşılaştığı tilki ona demiş ki: “Neden başını öne eğmiş, tek başına dolaşıyorsun?”
“Ne yazık ki…” diye cevap vermiş at. “Para hırsı ve sadakat aynı çatı altında barınamıyor. Efendim bunca yıldır ona sunduğum hizmetleri unuttu ve artık iyi çift süremediğimden bana bir daha yemek vermeyecek. Beni kapı dışarı etti.”
“Tek bir şans bile vermeden mi?” diye sormuş tilki. “Verdi ama hiç şansım yok. Dedi ki eğer ona bir aslan getirecek kadar güçlü olduğumu kanıtlarsam beni tutarmış fakat bunu yapamayacağımı bal gibi de biliyor.”
Tilki demiş ki: “Ben sana yardım ederim. Yere uzan, ölmüş gibi gerin ve hareket etme.”
At, tilkinin dediklerini yapmış ve tilki, ini pek de uzakta sayılmayan aslanın yanına gidip şöyle demiş: “Şurada ölü bir at uzanıyor, benimle gelirsen güzel bir ziyafet çekebilirsin.”
Aslan, tilkinin peşinden gitmiş. Birlikte atın yanında dururlarken tilki: “Yalnız burası senin için pek de rahat değil. Onu kuyruğundan sana bağlayacağım ki sen de onu mağarana sürükleyip huzur içinde yiyebilesin.” demiş.
Bu tavsiye aslanın pek hoşuna gitmiş. Uzanmış ve tilki, atı hızla ona bağlasın diye sessiz sessiz durmuş. Fakat tilki aslanın ayaklarını atın kuyruğuna bağlamış, dolamış ve o kadar güçlü sıkmış ki hiçbir kuvvet onu bozamazmış.
İşini bitirince atın omuzuna dokunmuş ve demiş ki: “Çek beyaz at, çek!”
Sonra at, bir anda ayağa kalkmış ve aslanı sürüklemiş. Aslan öyle bir kükremiş ki ormandaki tüm kuşlar korku içinde uçuşmuşlar; at, aslanın kükremesine aldırmayarak onu efendisinin kapısına doğru onu sürüklemiş. Efendisi aslanı görünce aklı başına gelmiş ve ata: “Benimle birlikte kalmaya devam edeceksin.” demiş. Ona ölene kadar da bir sürü yemek vermiş.
Tilki ve Kedi
Kedi, ormanda tilkiyle karşılaşmış ve kendi kendine: “O akıllı, deneyimli ve dünyadaki en saygın hayvan!” diye düşünerek onunla arkadaşça konuşmaya başlamış. “İyi günler, Sevgili Bay Tilki, nasılsınız? Nasıl gidiyor? Bu mevsimi nasıl geçiriyorsunuz?”
Tilki, büyük bir kendini beğenmişlikle kediyi tepeden aşağı süzmüş ve uzunca bir süre cevap verip vermeyeceğini bilememiş. Sonunda: “Ah, seni acınası tüy temizleyici! Seni benekli aptal, seni aç, fare budalası! Sen ne düşünebilirsin ki? Ne cüretle bana nasıl olduğumu soruyorsun sen? Ne öğrendin ki? Kaç tane yeteneğin var ki?”
“Bir tanesinin haricinde hiç yeteneğim yok.” diye cevaplamış kedi alçak gönüllülükle. “Neymiş o?” diye sormuş tilki. “Av köpekleri beni takip ederken bir ağaca zıplayıp kendimi kurtarabilirim.”
“Bu kadarcık mı?” demiş tilki. “Ben yüzlerce beceriye sahibim ve bir çuval dolusu kurnazlığım var. Sana acıyorum; gel benimle, insanların av köpeklerinden nasıl kurtulduğunu öğreteyim sana.”
Tam o sırada dört köpekli bir avcı gelmiş. Kedi, çevik bir şekilde ağaca fırlamış ve tepesine oturmuş. Dallar ve yapraklar da onu saklamış. “Göster marifetini Bay Tilki, göster marifetini.” diye bağırmış kedi ona. Fakat köpekler çoktan onu yakalayıp hızla yemişler.
“Ah, Bay Tilki!..” diye bağırmış kedi. “Yüzlerce becerinle yakalandın, kaldın! Eğer bendeki şu tek yetenek olsaydı sende, ölüp gitmezdin böyle.”
Dil Balığı
Balıklar uzunca bir süredir tedirginlermiş. Başlarında düzen ve adalet sağlayacak bir kralları olmadığı için mutsuzlarmış. Hiçbiri birbirine uymadan canlarının istediği gibi sağa sola yüzer ya da bir arada kalmak isteyenlerin arasından kendi yollarına giderlermiş. Güçlü olan, zayıf olana kuyruğuyla bir darbe indirip uzaklaştırır ya da çok uzatmadan onu yutarmış. “Ne hoş olurdu…” demişler. “Aramızda hak ve adalet sahibi bir kralımız olsa!”
Böylece, suda en hızlı yüzebilecek ve zayıf olanlara yardımcı olabilecek bir hükümdar seçmek için bir araya gelmişler.
Hepsi deniz kıyısında dizilmiş, turna balığı kuyruğuyla işaret verdiğinde hepsi yüzmeye başlamış. Turna balığı ok gibi öne doğru fırlamış ve hemen yanında da ringa balığı, yem balığı, tat-lısu levreği, sazan ve geri kalanlar varmış. Dil balığı bile onlarla yüzmüş ve kazanacağından eminmiş. Bir anda bir bağrış duyulmuş: “Ringa balığı birinci! Ringa balığı birinci!”
“Birinci