“Ah, sevgili çalgıcı.” demiş tavşan. “Ne kadar da güzel çalıyorsun! Ben de çalmayı öğrenmek isterim.”
“Öğrenmiş bil.” demiş çalgıcı. “Sadece sana ne söylersem onu yap.”
“Evet, çalgıcı.” diye cevap vermiş tavşan. “Bir öğrencinin öğretmenini dinlediği gibi, sana itaat edeceğim.”
Böylece, ta ki titrek bir kavağın bulunduğu açıklık bir alana gelene kadar yolun bir kısmını birlikte katetmişler. Çalgıcı, tavşanın boynunun etrafına uzun bir ip bağlamış ve diğer ucunu ağaca düğümlemiş.
“Şimdi cesaret, küçük tavşan! Ağacın etrafında yirmi kere koş!” diye bağırmış çalgıcı ve tavşan da buna uymuş. Yirminci turda ip, ağaç gövdesinin etrafından yirmi kez dolanmış ve tavşan oraya hapsolmuş. “Ben geri dönene kadar orada bekle.” demiş çalgıcı ve yürümeye devam etmiş.
Bu arada kurt uğraşmış, uğraşmış ve taşın bir kısmını ısırmış; o kadar uzun süre uğraşmış ki sonunda pençelerini kurtarabilmiş ve kendisini de oyuktan çıkarmış. Sinir ve öfkeyle dolu bir şekilde, çalgıcıya hesap sormak için hızlı hızlı peşinden gitmiş.
Tilki, kurdun koştuğunu görünce inildemeye başlamış ve olanca kuvvetiyle bağırmış: “Kurt kardeş, gel ve bana yardım et! Çalgıcı beni kandırdı!”
Bunun üzerine kurt dalları aşağı çekmiş, düğümleri ısırarak ikiye bölmüş. Tilki serbest kalınca çalgıcıdan öcünü almak için kurdun peşine takılmış. İkisi birlikte, hapsolmuş tavşanı bulmuşlar ve onu da aynı şekilde kurtarmışlar. Böylece, hepsi birden düşmanlarını aramaya koyulmuşlar. Çalgıcı, kemanını bir kez daha çalmış ve bu sefer daha şanslıymış. Ses, fakir bir oduncunun kulaklarına gidince adam hemen işini bırakmış ve kolunun altında baltasıyla müziği dinlemeye gelmiş.
“Nihayet olması gereken yol arkadaşı geliyor.” demiş çalgıcı. “İstediğim, bir insandı; vahşi hayvanlar değil.”
Çalgıcı, kemanını o kadar güzel çalmış ki fakir adam büyülenmiş bir hâlde kalakalmış; içi neşeyle dolmuş. Adam orada öylece dururken kurt, tilki ve tavşan gelmişler; adam hepsinin niyetinin kötü olduğunu fark etmiş. Sonra adam, parıldayan baltasını kaldırmış ve: “Çalgıcıya kim zarar vermeye çalışırsa kendine dikkat etse iyi olur çünkü önce benimle savaşması gerekecek.” dercesine çalgıcının önünde durmuş. Hayvanlar korkup ormana geri kaçmışlar ve çalgıcı adama minnettarlığını göstermek için bir kez daha kemanını çalarak yoluna devam etmiş.
Fare, Kuş ve Sosis
Bir zamanlar bir fare, bir kuş ile bir sosis; mükemmel bir huzur ve uyum içinde aynı evde yaşıyorlarmış. Her gün ormana uçup odun getirmek kuşun işiymiş, fare suyu çekip ateşi yakıyormuş ve masayı hazırlıyormuş, sosis ise yemek pişiriyormuş.
İnsan rahata kavuştu mu hep yeni bir şey ister ya! Bir gün kuş, yolunun üstünde başka bir kuşla karşılaşmış ve ona hayatının ne kadar mükemmel olduğunu anlatmış. Fakat diğer kuş ona, evdeki en zor işleri yapmakta olduğu için zavallı bir ahmak olduğunu söylemiş.
Fare, ateş yakıp suyu çekerken örtüyü serme zamanı gelene kadar küçük odasında dinlenmeye gitmiş. Sosis, saplı tencerenin yanında durup yemeklerin iyi pişip pişmediğine bakıyormuş. Akşam yemeğinden önce et suyuna çorbayı ve yahniyi koyulaştırmak, baharatını katmak ve tatlandırmak için üç ya da dört kere karıştırmış. Sonra kuş eve gelmiş, yükünü bırakmış ve iyi bir yemekten sonra yatağa gidip ertesi sabaha kadar uyumuş.
Fakat kuş, ertesi gün bir daha asla odun getirmeyeceğine dair bir karara varmış. Bugüne kadar onlara yeterince kölelik yaptığını ve şimdi bir şeyleri değiştirip yeni bir düzenleme yapmaları gerektiğini söylemiş. Farenin ve sosisin tüm söylediklerine rağmen kuş, kendi bildiğini okumuş. Bu yüzden onu sakinleştirmek için kura çekmişler ve kuraya göre artık sosis odunu getirecek, fare yemek yapacak, kuş su çekecekmiş.
Bilin bakalım ne olmuş? Sosis odun için dışarı çıkmış, kuş ateşi yakmış ve fare kâseyi yüklenmiş ama ertesi güne kadar sosisin odun getirmesini beklemişler. Fakat sosis o kadar uzun bir süre dönmemiş ki ona bir şey olduğunu düşünmeye başlamışlar.
Kuş, ondan herhangi bir iz olup olmadığına bakmak için uçarak yolun bir kısmını gitmiş. Çok uzaklaşmadan yolda sosise, avı gibi bakan bir köpekle karşılaşmış; köpek, sosisi kapıp yutuvermiş. Kuş, köpeğe alçak bir hırsız olduğuna dair bir sürü laf söylediyse de bu hiçbir işe yaramamış. Köpek kuşa, sosisin bir sahtekâr olduğunu ve dolayısıyla hayatını kaybetmeyi hak ettiğini söylemiş.
Sonra kuş, üzgün bir şekilde odunları almış ve eve kendisi taşımış. Tüm görüp duyduklarını fareye anlatmış. İkisi de tedirgin olmuşsa da birlikte yaşamaya devam etmişler. Kuş örtüyü seriyormuş, fare de yiyecekleri hazırlayıp sonunda sosisin yaptığı gibi tencereye koyuyor ve karıştırıp çorbayı tatlandırıyormuş. Fakat odunların alevlerine kapılınca önce kürkünden ve derisinden, en sonunda da canından olmuş.
Kuş, akşam yemeğini tabağa koymaya geldiğinde etrafta kimseyi görememiş. Odun yığını üzerindeki tencereye bakmış fakat aşçı oralarda da yokmuş. Kazara bir odun tutuşmuş, kuş söndürmek için aceleyle su getirmeye gittiğinde kovayı kuyuya düşürmüş. Ardından da kendisi düşmüş ve tekrar dışarı çıkamadığından orada boğularak can vermiş.
Masadaki Ekmek Kırıntıları
Köylünün biri, bir gün küçük yavru köpeklere demiş ki: “Salona gelin ve keyfinize bakın. Masadaki ekmek kırıntılarını yiyin, hanımınız birkaç ziyarette bulunmak için dışarı çıktı.”
Küçük köpekler de: “Hayır, hayır gelmeyeceğiz. Hanımımız bunu duyarsa bize kızar.” diye cevap vermişler. Köylü adam da demiş ki: “Onun haberi olmayacak. Gelin; en fazla size güzel yemek vermez, o kadar.”
Sonra küçük köpekler tekrar: “Yo, yo! O kırıntıları öylece bırakmalıyız, gelmemeliyiz.” demişler. Fakat köylü onları masaya götürene kadar öyle çok ısrar etmiş ki sonunda dayanamayıp, bir çırpıda ekmek kırıntılarını yiyip bitirmişler. O sırada hanımları gelmiş ve hemen sopasını da eline alıp köpekleri azarlamış. Evin dışına çıktıklarında küçük köpekler köylü adama, “Yap, yap, yap! Bak işte, ne olduğunu gördün mü?” diye sorunca köylü adam gülerek şöyle demiş: “Siz de böyle olmasını beklemiyor muydunuz zaten?”
Bu yüzden de köpekler bir daha eve girememişler.
Kedi ile Farenin Ortaklığı
Kedinin biri, bir fareye öylesine âşık olmuş ki sonunda fareyi kendisi ile birlikte yaşamaya ikna etmiş. “Kışa hazırlık yapmalıyız.” demiş kedi. “Yoksa açlıktan mahvoluruz ve sen küçük fare, çok hareket etmemelisin yoksa kapana yakalanabilirsin.”
Bu öneri mantıklıymış. Önce bir çanak yağ satın almışlar ama nereye koyacaklarını bilememişler. Uzun uzun düşündükten sonra kedi: “En iyisi bunu mabette saklayalım.” demiş. “Oraya gidip bunu çalmak kimsenin aklına gelmez! Mihrabın altına yerleştiririz, zorunda kalmadıkça biz de elimizi sürmeyiz!”
Fakat çok geçmeden kedi, yağı tatmak için yanıp tutuşmaya başlamış. “Dinle beni, küçük fare.” demiş. “Kuzenim, dünyaya getirdiği küçük oğluna vaftiz babası olup olamayacağımı sordu; kahverengi benekli, beyaz bir kedi. Vaftiz