Anne bu duruma alışkındı. Ölümü ve yaşamı bekleyen bir adamın karısı olmanın gereğiydi bu. Sakince omuz silkip şapkasını ve ceketini çıkardı. Işıkları ve kapıları açık bırakıp dışarı çıkan Susan’a biraz kızmıştı.
“Ba… Bayan Blythe…” dedi Susan’a ait olması imkânsız bir ses. Ne var ki bu ses Susan’a aitti.
Anne Susan’a baktı. Susan’ın başında şapkası yoktu ve gri saçları saman parçalarıyla doluydu. Elbisesinin lekesi ve renginin solgun olması şaşırtıcı bir durumdu. Hele yüzü!
“Susan! Ne oldu Susan?”
“Küçük Jem kayboldu.”
“Ne demek kayboldu!” diyen Anne aptalca bakakaldı. “Ne demek istiyorsun? Kaybolmuş olamaz!”
“Kayboldu.” dedi Susan yutkunarak. Ellerini kavuşturmuştu. “Glen’e gittiğimde yan kapının merdivenlerindeydi. Hava kararmadan döndüm… Ama o burada değildi. İlk başta korkmadım. Ama sonra onu hiçbir yerde bulamadım. Evdeki tüm odaları aradım. Kaçacağını söylemişti.”
“Saçmalık! Böyle bir şey yapmaz o. Kendini boş yere tüketmişsin. Bir yerlerdedir illaki. Uyuyakalmıştır. Buralarda bir yerlerdedir.”
“Her yere baktım. Her yere… Etraftaki arazilere ve dış binalara baktım. Elbisemin hâline bakın. Samanlıkta uyumanın çok eğlenceli olacağını söylediğini hatırlayınca oraya çıktım ve köşedeki deliklerden birinden ahırdaki yemliğe düşüp yumurta yuvasına yuvarlandım. Şansıma bacağımı kırmadım. Tabii küçük Jem kayıpken şanstan bahsetmek ne kadar mümkünse.”
Anne hâlâ kabullenemiyordu.
“Peki, sence diğer çocuklarla birlikte Liman Ağzı’na gitmiş olabilir mi Susan? Daha önce hiç itaatsizlik etmedi ama…”
“Hayır gitmedi Bayan Blythe. Küçük kuzu itaatsizlik etmedi. Onu burada arayıp bulamayınca Drewlere koştum. Bertie Shakespeare eve daha yeni dönmüştü ve Jem’in kendileriyle beraber gitmediğini söyledi. Sanki içimden bir şeyler kopup gitti. Siz onu bana emanet ettiniz ve ben… Paxtonlara telefon ettim. Bana oradan ayrıldığınızı ve nereye gittiğinizi bilmediklerini söylediler.”
“Parkerlara uğramak için Lowbridge’e gittik.”
“Olacağınızı düşündüğüm her yere telefon ettikten sonra köye döndüm. Adamlar aramaya başladılar.”
“Bu gerçekten gerekli miydi Susan?”
“Her yere baktım Bayan Blythe… Bir çocuğun olabileceği her yere baktım. Bu akşam neler çektim bir bilseniz! Bir de bana gölete atlayacağını söyledi…”
Anne elinde olmadan ürperdi. Elbette Jem gölete atlamazdı. Saçmalıktı bu. Ancak Carter Flagg’in alabalık yakalamak için kullandığı küçük bir sandal vardı ve Jem akşamki öfkesiyle gölette kürek çekmeye çalışmış olabilirdi. Zaten hep kayıkla kürek çekmek isterdi. Kayığı çözmeye çalışırken bile gölete düşmüş olması mümkündü. Bir anda çok farklı türden bir dehşete kapıldı.
“Ve Gilbert’ın nereye gittiğine dair en ufak bir fikrim yok.” diye düşündü çılgınca.
“Bu gürültü patırtı da ne?” diye sordu aniden merdivenlerde beliren Mary Maria teyze. Saçlarında bigudi vardı ve ejderha işlemeli bir gecelik giyiyordu. “Bu evde sessiz sakin bir uyku uyumak mümkün değil mi?”
“Küçük Jem kayboldu.” dedi Susan bir kez daha. Mary Maria Blythe’ın tavrına aldırmayacak kadar büyük bir dehşete kapılmıştı.
Anne evi kendi başına aramaya koyuldu. Jem bir yerlerde olmalıydı! Odasında değildi. Yatağı bozulmamıştı. İkizlerin odasında ya da anne babasının odasında da değildi. Evin hiçbir yerinde yoktu. Anne kilerden mahzene bir koşu gittikten sonra panik hâlinde oturma odasına döndü.
“Seni endişelendirmek istemiyorum ama.” dedi Mary Maria teyze sesini ürkütücü bir şekilde alçaltarak. “Yağmur fıçısına baktın mı? Geçen sene Küçük Jack MacGregor yağmur fıçısına düşerek boğulmuştu.”
“Ben… Ben oraya baktım.” dedi Susan ellerini bir kez daha kavuşturarak. “Bir sopa alıp dürttüm…”
Anne’in, Mary Maria teyzenin sorduğu soru üzerine duran kalbi yeniden atmaya başladı. Susan kendini topladı ve ellerini kavuşturmayı bıraktı. Bayan Blythe’ın üzülmemesi gerektiğini geç hatırlamıştı.
“Sakinleşelim ve kendimizi toparlayalım.” dedi titreyen sesiyle. “Sizin de dediğiniz gibi buralarda bir yerdedir Bayan Blythe. Herhâlde buhar olup havaya karışacak hâli yok.”
“Kömür kovasına baktınız mı? Peki ya saate?” diye sordu Mary Maria teyze.
Susan kömür kovasına baksa da saatin içine bakmayı akıl edememişti. Saat, küçük bir çocuğun içine saklanabileceği genişlikteydi. Jem’in orada saatlerce çömelir vaziyette durması saçmalığını bir saniye bile düşünmeden saate koştu Anne. Ancak çocuk orada değildi.
“Bu gece yatağa girdiğimde bir şeylerin olacağını hissetmiştim.” dedi Mary Maria teyze iki eliyle şakaklarına bastırarak. “Geceleyin İncil’imi okurken, ‘Günün ne getireceğini bilmezsiniz.’ cümlesiyle karşılaştım. Bu cümle kâğıdın üzerinde çok belirgindi. Bu bir işaret. Kendini en kötüsüne hazırla Annie. Bataklığa gitmiş olabilir. Elimizde birkaç tazının olmaması çok kötü.”
Anne, korkunç bir çabayla gülmeyi başardı.
“Korkarım adada hiç tazı yok teyzeciğim. Eğer Gilbert’ın ihtiyar av köpeği hâlâ yaşasaydı Jem’i kısa sürede bulurdu. Kendimizi boş yere endişelendiriyoruz bence.”
“Carmody’deki Tommy Spencer kırk yıl önce gizemli bir şekilde kayboldu ve bir daha bulunamadı. Belki de bulunmuştur. İskeleti yani. Bu gülünecek şey değil Annie. Nasıl bu kadar sakin karşılıyorsun aklım almıyor.”
Telefon çaldı. Anne ve Susan birbirlerine baktılar.
“Ben… Ben telefona bakamam Susan.” dedi Anne fısıldayarak.
“Ben de bakamam.” dedi Susan donuk bir sesle. Mary Maria Blythe’ın karşısında bu şekilde zayıflık gösterdiği için kendini bir daha hiç affetmeyecek olsa da elinden bir şey gelmezdi. İki saatlik dehşet dolu arama ve korkunç düşünceler Susan’ı altüst etmişti.
Mary Maria teyze ağır adımlarla telefona doğru yürüyüp ahizeyi eline aldı. Saçına sardığı bigudilerle duvara yansıyan silüeti bu kadının ihtiyar şeytanın ta kendisinde benzediğini düşündürmüştü Susan’a.
“Carter Flagg her yeri aradıklarını ama ondan bir iz bulamadıklarını söylüyor.” dedi Mary Maria teyze sakince. “Ama kayığı göletin ortasındaymış ve görebildikleri kadarıyla içinde kimse yokmuş. Kayığı kıyıya çekeceklermiş.”
Susan, Anne’i tam zamanında yakaladı.
“Hayır… Hayır… Bayılmayacağım Susan.” dedi Anne. Dudakları bembeyaz olmuştu. “Sandalyeye oturmama yardım et lütfen. Teşekkürler. Gilbert’ı bulmamız lazım.”
“Eğer Jem boğulduysa bu lanet dünyadaki birçok beladan kurtulduğunu düşün Annie.” dedi Mary Maria teyze kendince teselli etmeye çalışarak.
“Feneri alıp bir kez daha etrafa bakacağım.”