Yeşilin Kızı Anne: Ingleside. Люси Мод Монтгомери. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Люси Мод Монтгомери
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-99843-4-6
Скачать книгу
etme. Önünde bir sürü fırsatın olacak.” dedi Andy. “Ama görüyorsun ki babam bile Bayan Carter’ı iyileştiremedi ki kendisi senin babandan çok daha iyi bir doktor.”

      “Hayır, değil…”

      “Evet, öyle. Ayrıca çok daha yakışıklı…”

      “Hayır, değil…”

      “Evden ayrıldığında hep bir şeyler oluyor.” dedi Opal. “Eve gittiğinde Ingleside’ın yanıp kül olduğunu görsen ne hissederdin?”

      “Eğer bir anne ölürse muhtemelen bütün çocukları ayırırlar.” dedi Cora neşeyle. “O zaman sen de gelir burada yaşarsın belki de.”

      “Evet… Gel.” dedi Alice tatlı bir şekilde.

      “Babaları onları bir arada tutmak ister bence.” dedi Bill. “Sonra tekrar evlenir. Ama belki babası da ölür. Geçen babamın Doktor Blythe’ın ölümüne çalıştığını söyledi. Nasıl da bakıyor öyle… Sende kız gözü var evlat. Gözlerin kız gözü gibi. Kız gözü…”

      “Kes sesini.” dedi Opal. Bu eğlenceden aniden sıkılmıştı. “Onu kandırdığınız falan yok. Alay ettiğinizi biliyor. Hadi parka gidip beyzbol seyredelim. Walter ve Alice burada kalabilirler. Çocuklar her yerde peşimize takılsın istemeyiz herhâlde.”

      Gittiklerini görmek Walter’ı üzmemişti. Alice’in de durumdan bir şikâyeti yok gibi görünüyordu. Bir kütüğün üzerine oturup birbirlerine utangaç ve keyifli bakışlarla baktılar.

      “Sana beştaş oynamayı öğreteceğim.” dedi Alice. “Bir de oyuncak kangurumu vereceğim.”

      Uyku vakti geldiğinde Walter, koridordan bozma küçük odada yatarken buldu kendini. Bayan Parker, düşünceli davranarak bir mum ve kalın bir battaniye bırakmıştı çünkü Kanada’nın Maritime illerinde temmuz geceleri bazen çok soğuk olabiliyordu. O gece de öyle bir geceydi. Neredeyse ayaz vardı.

      Ancak Walter, Alice’in oyuncak kangurusuna sarıldığı hâlde uyuyamadı. Kendi evinde, büyük penceresi Glen’e, üzerinde minicik bir çatı olan küçük penceresi sarıçama bakan kendi odasında olmayı ne kadar da isterdi! Annesi içeri girip tatlı sesiyle ona şiir okurdu…

      “Ben kocaman bir çocuğum… Ağlamayacağım… Ağlamayacağım…” Kendini ne kadar tutsa da gözyaşlarına engel olamadı. Oyuncak kangurunun ne faydası vardı ki? Sanki evden ayrılalı yıllar olmuştu.

      O sırada diğer çocuklar parktan geldiler ve neşeyle odaya girip yatağın üzerinde elma yemeye başladılar.

      “Ağlamışsın bebek.” diye alay etti Andy. “Sen küçücük tatlı bir kızsın. Anasının kuzusu!”

      “Bir ısırık al çocuk.” dedi Bill yarısı yenmiş elmayı uzatarak. “Biraz da neşelen. Annen iyileşirse hiç şaşırmam. Sağlam bünyesi varsa iyileşir. Babam dedi ki eğer Bayan Flagg’in sağlam bünyesi olmasaymış yıllar önce çoktan ölürmüş. Senin annenin bünyesi var mı?”

      “Tabii ki var.” dedi Walter. Her ne kadar “bünye” denilen şeyin ne olduğu konusunda hiçbir fikri olmasa da Bayan Flagg’de olan bir şeyin annesinde de olacağını düşündü.

      “Bayan Ab Sawyer geçen hafta öldü. Sam Clark’ın annesiyse ondan bir hafta önce öldü.” dedi Andy.

      “Gece öldüler.” dedi Cora. “Annem insanların çoğunlukla geceleri öldüklerini söylüyor. Umarım ben gece ölmem. Cennete gecelikle gittiğinizi düşünsenize!”

      “Hadi yataklara çocuklar!” diye bağırdı Bayan Parker.

      Çocuklar, havluyla Walter’ı boğar gibi yaptıktan sonra yataklarına gittiler. Bu çocuğu sevmişlerdi ne de olsa. Opal arkasını döndüğünde Walter elini tuttu.

      “Opal, annemin hasta olduğu doğru değil, değil mi?” diye fısıldadı yalvarırcasına. Bu korkuyla baş başa kalmaya dayanamazdı.

      Opal, Bayan Parker’ın deyimiyle “kötü kalpli” bir çocuk değildi. Ancak kötü haberler vermenin heyecanına dayanamıyordu.

      “Hasta. Jen teyze öyle dedi. Sana söylemememi istedi ama bence bilmen gerek. Belki de kansere yakalanmıştır.”

      “Herkes ölmek zorunda mı Opal?” Bu fikir Walter için hem yeni hem de korkunçtu. Daha önce ölümü hiç düşünmemişti.

      “Tabii ki şapşal. Ama gerçekten ölmüyorlar… Cennete gidiyorlar.” dedi Opal neşeyle.

      “Hepsi gitmiyor.” dedi kapının dışından onları dinleyen Andy bir domuz fısıltısıyla.

      “Peki… Peki cennet Charlottetown’dan çok mu uzakta?” diye sordu Walter.

      Opel tiz bir kahkaha attı.

      “Sen de amma tuhafsın! Cennet milyonlarca kilometre ötede. Ama ben sana ne yapacağını söyleyeyim. Dua et. Dua etmek iyidir. Bir keresinde on sentimi kaybettim ama dua edince yirmi beş sent buldum. İşte böyle biliyorum.”

      “Opal Johnson ne dediğimi duymadın mı? Walter’ın odasındaki mumu söndür. Yangından korkuyorum.” diye bağırdı Bayan Parker odasından. “Uzun süre önce uyumuş olması gerekirdi.”

      Mumu söndüren Opal oradan kaçtı. Jen teyze uyumlu bir insandı ama sinirlendiğinde sert bir insan olduğu oluyordu. Andy iyi geceler dilemek için başını kapıdan uzattı.

      “Duvar kâğıdındaki kuşlar canlanacak ve gözlerini oyacaklar.” diye tısladı.

      Sonra herkes gerçekten yatağa gitti. Mükemmel bir gün olduğu kanaatindeydiler ve Walt Blythe’ın fena bir çocuk olmadığını düşündüler. Ertesi gün onunla alay ederek çok eğleneceklerine inanıyorlardı.

      “Sevgili küçük yaratıklar.” diye düşündü Bayan Parker hisli bir şekilde.

      Parker hanesine alışılmamış bir sessizlik çöktü. On kilometre ötede, Ingleside’da küçük Bertha Marilla Blythe minik ela gözleriyle etrafındaki mutlu yüzlere bakıyordu. Maritime illerinin son seksen yedi yılda yaşadığı en soğuk temmuz gecesinde “merhaba” demişti dünyaya.

      BÖLÜM 9

      Karanlıkta yalnız kalan Walter, hâlâ uyumakta güçlük çekiyordu. Kısacık hayatında daha önce hiç tek başına uyumamıştı. Jem ya da Ken her zaman yanında olur onu rahatlatırlardı. Solgun ay ışığı yavaş yavaş içeri süzülünce küçük oda belli belirsiz görülmeye başladı. Ama bu karanlıktan daha fenaydı sanki. Yatağının ayakucundaki duvarda asılı olan resim ona kötü kötü bakıyor gibiydi. Resimler, ay ışığında hep çok farklı görünürlerdi. Gün ışığında hiç fark edilmeyen şeyleri ay ışığında görmek mümkün olurdu. Uzun, dantel perdeler, zayıf kadınları andırıyor, pencerenin iki tarafında ağlıyor gibi görünüyorlardı. Evin etrafında sesler vardı: gıcırtılar, iç çekişler, fısıltılar… Belki de duvar kâğıdındaki kuşlar canlanmaya başlamış, gözlerini oymak üzere hazırlanıyorlardı. Tuhaf bir korku musallat oldu Walter’a. Sonra çok daha büyük bir korku, diğer korkuları silip süpürdü. Annesi hastaydı ve Opal bunun doğru olduğunu söylediğine göre inanmak zorundaydı. Belki de annesi ölüyordu! Yanına dönebileceği bir annesi olmayabilirdi. Walter, annesinin olmadığı bir Ingleside’ı canlandırdı zihninde.

      Aniden bu hisse dayanamayacağını fark etti küçük çocuk. Eve gitmeliydi. Hemen, derhâl eve gitmeliydi. Annesini… Annesini ölmeden önce son bir kez görmeliydi. Mary Maria teyzenin söylemek istediği şey buydu galiba. Annesinin öleceğini biliyordu. Birilerini uyandırıp kendisini eve götürmelerini istemenin faydası yoktu. Onu götürmezlerdi, sadece alay edip gülerlerdi.