Hiç kimsenin uyanmadığını fark edinceye kadar saatler geçti sanki. Merdivenlerden dikkatlice inmeye devam etmek için beklerken zaman çok yavaş akıyor gibiydi. Ancak nihayet başardı. Ayakkabısını buldu ve dış kapının kolunu dikkatlice çevirdi. Parker hanesinde kapılar asla kilitlenmezdi. Bayan Parker çocukları dışında evde çalınmaya değer bir şey olmadığını söylerdi ve kimse de çocukları istemezdi.
Walter dışarı çıktı. Kapı arkasından kapandı. Ayakkabılarını giydi ve çıt çıkarmadan yoldan aşağı inmeye başladı. Ev, bir köyün hemen dışında olduğundan Walter kısa süre sonra açık yola çıkmayı başardı. Bir an için büyük bir paniğin etkisine kapıldı. Yakalanma ve amacından alıkonulma korkusu geçmişte kalmış, yerini her zamanki korkularına, karanlık ve yalnızlık korkularına bırakmıştı. Daha önce gece vakti dışarıda yalnız yürümemişti hiç. Dünyadan korkuyordu. Dünya kocamandı ve kendisi bu koca dünyada küçücüktü. Doğudan esen buz gibi rüzgâr bile onu geriye doğru itmek istercesine yüzüne esiyordu.
Annesi ölecekti! Walter yutkundu ve yüzünü eve döndü. Yürümeye devam etti. Cesurca yüzleşiyordu korkusuyla. Ay ışığının olduğu bir geceydi ve ay ışığı bir şeyleri görmesini sağlıyordu. Hiçbir şey tanıdık görünmüyordu. Bir keresinde babasıyla yola çıktığında ay ışığının aydınlattığı yola düşen ağaç gölgeleri kadar güzel hiçbir şey olmadığını düşünmüştü. Ama o sırada gölgeler çok siyah ve keskindi. Her an üzerine atlayacak gibiydiler sanki. Arazilerde bir tuhaflık vardı. Ağaçlar artık dost canlısı değillerdi. Onu izliyor, arkasına diziliyorlardı sanki. Alev alev yanan bir çift göz yol kenarından kendisine baktı ve inanılmaz büyüklükte simsiyah bir kedi yolun karşısına geçti. Ya da bu?.. Gece soğuktu. Üzerindeki giysisi inceydi ve üşüyordu. Ama eğer her şeyden bu kadar korkmasaydı soğuğu dert etmezdi. Gölgelerden, tuhaf seslerden ve ormanın bir yerlerinde sinsice dolaşan isimsiz şeylerden korkuyordu. Jem gibi hiçbir şeyden korkmamanın nasıl bir şey olduğunu merak etti.
“Korkmamış gibi yapacağım.” dedi yüksek sesle ve o karanlık gecede kendi sesini kaybetmiş olmanın dehşetiyle ürperdi.
Ama yürümeye devam etti. Annesi ölen biri ne olursa olsun ona ulaşmalıydı. Bir keresinde bir taşa takılıp düşünce dizini fena yaraladı. Başka bir seferde arkasından bir at arabasının geldiğini duyunca araç geçene kadar bir ağacın arkasına saklandı. Doktor Parker’ın yokluğunu fark edip kendisini aramaya çıkmasından korkuyordu. Feci bir dehşete kapılıp durduğu da oldu. Siyah ve tüylü bir şey yolun kenarında oturuyordu. Bu şeyi geçemezdi. Geçemezdi… Ama geçti. Kocaman siyah bir köpekti. Gerçekten de bir köpek miydi acaba? Ama bu şey her neyse onun yanından geçmişti. Kendisini kovalamaya başlar korkusuyla koşmadı. Omzunun üzerinden perişan bir hâlde baktı. O şey ayağa kalkmış ters yönde gitmeye başlamıştı. Walter, kahverengi küçük ellerini yüzüne götürdüğünde alnının terden sırılsıklam olduğunu fark etti.
Hemen karşısında bir yıldız kaydı. Etrafına alev kıvılcımları saçmıştı. Walter, Kitty teyzenin yıldız düştüğünde birinin öldüğünü söylediğini hatırladı. Acaba ölen annesi miydi? Bacaklarının kendisini bir adım daha taşıyamayacağını hissetti. Ancak annesinin ölümü düşüncesi yeniden yürümeye başlamasını sağladı. Artık çok üşüyordu. Üşüme hissi korkusunu bastıracak kadar kuvvetliydi. Acaba evine ulaşabilecek miydi? Lowbridge’den ayrılmasının üzerinden saatler geçmiş gibiydi.
Üç saat geçmişti. Parker hanesinden kaçtığında saat on birken osırada ikiydi. Walter kendini Glen’e inen yolda bulduğunda rahat bir nefes aldı. Ancak köyün içinden geçerken uyku hâlindeki evler çok uzaktalarmış gibi geldi. Onu unutmuşlardı. Bir boğanın çitlerin üzerinden kendisine doğru aniden gürlediğini duyunca Bay Joe Reese’in vahşi hayvanını hatırladı. Kapıldığı dehşetle beraber koşmaya başladı ve kendini Ingleside’ın dış kapısında buldu. Eve dönmüştü… Kendi evindeydi!
Sonra aniden durdu. Terk edilmişliğin korkunç hissiyle titredi. Evinin sıcak, dost canlısı ışıklarını görmeyi bekliyordu. Ancak Ingleside’da tek bir ışık yanmıyordu!
Hâlbuki evde yanan tek ışığı görmemişti Walter. Evin arka tarafında, bebek beşiğinin hemen yanında uyuyan hemşirenin odasında ışık yanıyordu. Ancak Ingleside, terk edilmiş bir ev kadar karanlıktı ve bu Walter’ın şevkini kırdı. Ingleside’ın geceleri karanlık olduğunu hiç görmemiş bunu hiç düşünmemişti bile.
Demek ki annesi ölmüştü!
Evin bahçeye düşen karanlık ve siyah gölgesinden geçerek sendeleye sendeleye ön kapıya doğru yürüdü Walter. Kapı kilitliydi. Zayıfça vurdu kapıya, kapı tokmağına ulaşamıyordu. Ancak cevap veren olmadı. Zaten bunu beklemiyordu da. Dinlemeye koyuldu. Evde hiçbir canlılık belirtisi yoktu. Annesinin öldüğünü ve herkesin gittiğini biliyordu.
O sırada ağlayamayacak kadar üşümüş ve yorgun düşmüştü. Yine de ahırın etrafından dolandı ve samanlığa çıkan merdivenlerden tırmandı. Korkuyu geride bırakmıştı. Sadece rüzgârın ulaşamayacağı bir yer bulup sabaha kadar uzanmayı istiyordu. Belki de annesini gömdükten sonra birileri eve dönerdi.
Birinin babasına hediye ettiği küçük Bengal kedisi Walter’a doğru mırladı. Mis gibi yonca samanı kokuyordu kedi. Walter onu sevine sevine kucağına aldı. Sıcak ve canlıydı. Ama küçük bir farenin yerde koştuğunu görünce kedi Walter’la kalmaktan vazgeçti. Ay, örümcek ağlarıyla kaplı pencereden kendisine bakıyordu. Ancak uzak, soğuk ve anlayışsız ay onu teselli etmiyordu. Glen’deki evlerden birinde yanan bir ışık çok daha arkadaşça geliyordu. O ışık yanmaya devam ettiği sürece dayanabilirdi.
Uyuyamadı. Dizi çok ağrıyordu ve üşümüştü. Karnında da tuhaf bir his vardı. Belki kendisi de ölüyordu. Herkes öldüğüne ya da gittiğine göre ölecek olmayı ümit etti. Acaba gecelerin bir sonu var mıydı? Diğer geceler hep bitmişti ama belki de bu gece hiç bitmeyecekti. Liman Ağzı’ndaki Kaptan Jack Flagg’in bir keresinde çok öfkelendiğinde sabahı etmediğini anlattığı bir hikâyeyi hatırladı. Belki de Kaptan Jack gerçekten sinirlenmişti.
Sonra Glen’deki evden gelen ışık da söndü. Dayanamıyordu artık. Ancak dudaklarından perişan bir haykırış döküldüğünde sabah olduğunu anladı.
BÖLÜM 10
Walter merdivenden aşağı inip dışarı çıktı. Ingleside, şafağın ilk ışıklarında tuhaf görünüyordu. Çukur’daki huş ağaçlarının üzerindeki gökyüzünde gümüş-pembe tuhaf bir ışıltı vardı. Belki de yan kapıdan eve girebilirdi. Susan bazen babası için bu kapıyı açık bırakırdı.
Yan kapı kilitli değildi. Derin bir nefes alıp koridora çıktı. Evin içi hâlâ karanlıktı ve Walter sessiz adımlarla merdivenlerden yukarı çıktı. Yatağa gidecekti. Kendi yatağına… Olur da kimse gelmezse ölüp cennete gidecek ve annesine kavuşacaktı. Sonra Opal’ın söylediklerini hatırladı. Cennet, milyonlarca kilometre uzaktaydı. Terk edilmişlik duygusunun yeni darbesi Walter’a adımlarını dikkatli atmayı unutturdu ve aniden merdivenlerin dönemecinde uyuyan Bücürük’ün kuyruğuna basıverdi. Bücürük’ün acı çığlığı bütün evde yankılandı.
Uykuya dalmak üzere olan Susan, bu korkunç sesin etkisiyle uyandı. Bir önceki gün yeterince yorucuydu. Susan yatağa saat on ikide gitmişti. Ancak telaşın en yoğun olduğu anda Mary Maria Blythe’ın yan tarafında ağrı olduğunu söylemesi yorgunluğunun tuzu biberi