“Kedilerden hiç hoşlanmıyor. Kediler ürpermesine sebep oluyormuş. Görse de görmese de. Evde kedi olduğunu bilmek tüylerini diken diken ediyormuş. Bu yüzden zavallı Bücürük evde yüzünü göstermeye cesaret edemiyor. Ben de kedi meraklısı değilim Bayan Dew, çok sevmem. Ama istedikleri gibi kuyruklarını sallama hakları olduğunu düşünürüm. Bir de ‘Susan yumurta yiyemediğimi asla aklından çıkarma.’, ‘Susan soğuk tost yiyemediğimi sana kaç kez söylemem lazım?’ ya da ‘Susan bazı insanlar kaynar çay içmekten zevk alabilirler ama ne yazık ki ben o şanslılardan biri değilim.’ demeleri yok mu!.. Kaynar çaydan şikâyet ediyor Bayan Dew! Sanki ben birine kaynar çay ikram edecek biriymişim gibi!”
“Böyle bir şeyi yapacağınıza kimse ihtimal vermez Bayan Baker.”
“Eğer sorulmaması gereken bir soru varsa mutlaka sorar. Doktor bir şeyleri kendisinden önce karısına söylediği için kıskanır. Ayrıca her zaman hastalarıyla ilgili ağzından laf almaya çalışıyor. Bu da Doktor’un sinirlerini bozuyor Bayan Dew. Bir doktorun ağzını sıkı tutması gerekir çok iyi bildiğiniz üzere. Bir de ateşten dolayı sinir krizlerine kapılması yok mu?.. ‘Susan Baker.’ der bana. ‘Umarım şömineyi hiçbir zaman gaz yağıyla yakmaz gaz yağına bulanmış paçavraları ulu orta bırakmazsın. Bir saatten az bir süre içinde kendiliğinden tutuştukları biliniyor. Evin yanıp kül olduğunu görmek ister misin Susan? Hem de senin hatanla…’ Yani Bayan Dew, bunları dedi demesine ama son gülen ben oldum. Tam da o gece perdeleri tutuşturdu. Çığlıkları hâlâ kulağımda yankılanır. Hem de zavallı Doktor iki gece uykusuz kalmışken nihayet uyuduğu bir gece oldu bunlar. Beni en çok kızdıran da ne biliyor musunuz Bayan Dew? Her gün hiç aksatmadan kilere gidip yumurtaları sayması. ‘Kaşıkları da saysana.’ dememek için tüm gücümle zorluyorum kendimi. Çocuklar hâliyle nefret ediyorlar ondan. Bayan Blythe çocukların nefretlerini göstermelerine engel olmak için ne yapacağını şaşırıyor. Bir keresinde Bayan Blythe ve Doktor evde değilken Nan’e tokat attığı bile oldu. Kendisine ‘Bayan Methuselah’2 dedi diye. O hınzır şeytan Ken Ford’dan duymuş da söylemiş.”
“Ben de tokatlardım onu.” dedi Rebecca Dew haşince.
“Bir kez daha böyle yaparsa onu tokatlayacağımı ben de söyledim. ‘Ingleside’da arada bir çocuklara şaplak atılır.’ dedim ona. ‘Ama asla tokat atılmaz. Aklınızda bulunsun.’ Bunun üzerine bir hafta boyunca surat asıp küstü. Ama en azından bir daha çocuklara elini kaldırmaya cesaret edemedi. Anneleriyle babaları çocukları cezalandırdığında keyfine diyecek yok. Bir keresinde Küçük Jem’e, ‘Ben anneniz olsaydım var ya…’ dedi. Bunun üzerine ufaklık, ‘Ha ha, siz asla kimsenin annesi olamayacaksınız.’ dedi ama çocuğu bu noktaya o getirdi Bayan Dew. Kendi kaşındı. Neyse, Doktor bunun üzerine ufaklığı akşam yemeğini yemeden yolladı yatağa. Peki sizce ona daha sonra kim yemek kaçırdı dersiniz?”
“A, kim?” diye kıkırdadı kendini hikâyeye kaptıran Rebecca Dew.
“Yemeği götürdükten sonra öyle bir dua etti ki duysanız içiniz parçalanırdı Bayan Dew. Hem de hepsi kendi sözleriydi, ‘Ey Tanrı’m, Mary Maria teyzeye karşı terbiyesizlik ettiğim için lütfen affet beni. Ey Tanrı’m lütfen Mary Maria teyzeye karşı her zaman kibar olmama yardım et.’ gözlerim yaşlarla doldu. Zavallı kuzucuk. Ben ne çocukların ne yetişkinlerin saygısızlık ya da terbiyesizlik etmelerini asla kabul etmem Bayan Dew. Bertie Shakespeare Drew o kadının suratına tükürük topu atıp da burnunu iki santimle kaçırdı bir keresinde. Ben de çocuk eve giderken dış kapıda bekleyip bir torba dolusu çörek tutuşturdum eline. E, tabii bunu neden yaptığımı söylemedim. Ama çok mutlu oldu. Ne de olsa çörek dediğin şey ağaçta yetişmiyor. Annesi Bayan Pek Cimri de hiç çörek yapmaz. Nan ve Di ise… Bunu sizin dışında kimseye söylemem Bayan Dew. Eğer Doktor ve eşi duysalar derhâl engel olurlar. Nan ve Di kafası yarılmış eski porselen bebeklerine Mary Maria teyzenin adını verdiler. İhtiyar ne zaman onları azarlasa bebeği yağmur suyu fıçısında boğmaya gidiyorlar. Çok neşeli boğmalarımız oldu emin olun. Ama bu kadının geçen gece ne yaptığını söylesem inanmazsınız Bayan Dew.”
“Ondan her şeyi beklerim Bayan Baker.”
“Duyguları bir sebepten incindiği için ağzına tek lokma koymadı akşam yemeğinde. Ama sonra yatağa gitmeden önce kilere gidip zavallı Doktor’a hazırladığım yemeği silip süpürdü. Geriye kırıntı bile bırakmadı. Lütfen benim kâfir olduğumu düşünmeyin ama Yüce Tanrı’nın bazı insanlardan neden bıkmadığına akıl sır erdiremiyorum Bayan Dew.”
“Yine de mizah anlayışınızı kaybetmemeye bakın Bayan Baker.” dedi Rebecca Dew ciddiyetle.
“Çektiğimiz bu çilenin komik bir tarafı olduğunun da pekâlâ farkındayım Bayan Dew. Ama asıl soru ihtiyar bize yaşattıklarının farkında mı? Sizi tüm bunlarla rahatsız ettiğim için çok üzgünüm Sevgili Bayan Dew. Ama çok rahatladım. Bunları Bayan Blythe’a anlatamam ve eğer içimi dökmezsem patlayacak gibi hissediyorum artık.”
“Bu hissi çok iyi bilirim Bayan Baker.”
“Peki şimdi…” dedi Susan aniden ayağa kalkıp. “Yatmadan önce bir bardak çaya ne dersin? Yanında da soğuk tavuk budu… Nasıl olur?”
“Hakkını vermek lazım ki.” dedi Rebecca Dew iyice ısınmış ayağını fırından çıkarırken. “Hayata dair yüce şeyleri unutmamamız gerekir. Ama yine de ölçüyle yenen güzel bir yemeğin keyfi apayrı…”
BÖLÜM 12
Gilbert, Nova Scotia’da iki hafta avlanmıştı. Anne bile bir ay boyunca kalmaya ikna edememişti onu. Kasım, Ingleside’ın etrafını çoktan kuşatmıştı. Koyu tepeler ve bu tepelerin üzerinde esas duruşta bekleyen daha koyu çam ağaçları, güneşin erkenden köşesine çekilmesiyle ortaya çıkan gecelerde oldukça kasvetli görünüyorlardı. Ancak şömine ateşinin çiçek misali açtığı Ingleside, kahkahalarla çınlıyordu. Her ne kadar Atlantik’ten gelen rüzgârlar hüzünlü şarkılar söyleseler de.
“Rüzgâr neden mutlu değil anneciğim?” diye sordu Walter bir gece.
“Çünkü zamanın başlangıcından beri dünyada meydana gelen tüm kederleri hatırlıyor.” diye cevap verdi Anne.
“Havada çok fazla nem var diye sızlanıyor.” dedi Mary Maria teyze burun kıvırarak. “Bu sırt ağrısı beni öldürecek.”
Ama bazı günlerde rüzgâr, gümüş grisi akçaağaç korusundan neşeyle esip geçiyordu. Bazı günlerde ise hiç uğramıyor, yerini pastırmayazının olgun güneşine, bahçeyi kaplayan çıplak ağaçların sessiz gölgelerine ve gün batımının ayazlı durgunluğuna bırakıyordu.
“Köşedeki karakavak ağacının üzerinde duran beyaz akşam yıldızına baksanıza!” dedi Anne. “Böyle bir şeyi ne zaman görsem yaşadığıma memnun olduğumu hatırlıyorum.”
“Hep tuhaf şeyler söylüyorsun Annie. Yıldızlar Prens Edward Adası’nda bolca bulunan şeyler.” dedi Mary Maria teyze. Yaşlı kadın sonra şöyle düşündü: “Yıldızmış! Sanki daha önce kimse yıldız görmemiş gibi! Acaba Annie her gün mutfakta ne kadar çok şeyin ziyan edildiğinin farkında mı? Susan Baker’ın yumurtaları nasıl savurduğunu, inek yağı yeterli olacakken domuz yağını kullandığını biliyor mu acaba? Ya da umurunda mı? Zavallı Gilbert! Dişini tırnağına takıp kendini hırpalayarak çalışmasına şaşmamak lazım.”
Kasım, griler ve kahverengiler eşliğinde etti vedasını. Sabah olduğunda kar, o eski beyaz büyüsünü ilmek ilmek işlemişti ve zevkten dört köşe bağıran Jem alelacele kahvaltıya indi.
“Anneciğim