Evlerinin önü yoldur yolaktır.
Başımızda dönen çarkıfelektir.
Ele çirkin ise, bana melektir.
tarzında şeyler yok mudur? Bu güftede anlam ve kavram o kadar bol ve çok mudur? Böyle şeylerin manasızlığı asıl bunların bir başka lisana çevrilmesinde ortaya çıkar.
İnsafla düşünülürse Zak Maradangal’ın okuduğu ikinci kurban kesme ilahisi bu kadar da anlamsız görülmemiştir. Zira sekiz mısranın ikişeri birleştirilerek ve manaca biraz da ıslahat icra olunarak şu:
Kabul et bizden ey mabut bu kurbanı, bu kurbanı
Bütün kurbanlar içre hiç bulunmaz bunun akranı
Seni tebcil için kurban ederiz binlerce insanı
Fakat onlar içinde hiç bulunmaz bunun akranı
Suretle bir manzume ortaya çıkarılabilmiştir ki Maradangal her nağmesini ikişer dörder tempo uzatmak suretiyle bu ilahiyi aheste aheste okuyarak her mısra bittikçe vahşiler güftesiz, yalnız terennümden ibaret ve yörük usulü bir ara nağmesiyle dans ediyorlardı.
Dünyanın hangi tarafında olursa olsun yani gerek medenileşenlere göre ve gerekse de vahşiler nezdinde olsun insan için can pek tatlı olduğuna şüphe edilemezse de candan daha tatlı ve daha kıymetli olduğuna gerek vahşi gerek medeni hiçbir kimsenin şüphesi olmayan bir şey de namus meselesidir. Namus hususunda vahşilerin medenilerden aşağı kalması şöyle dursun, onlara kat kat üstünlükleri bile bihakkın iddia olunabilir. Şu meseleyi serdetmekten maksadımız elleri ayakları bağlı olarak mezbaha üzerine getirilmiş bulunan esir, eğer can korkusuna yakalanmış bulunsaydı, hayatın lezzet ve kıymetinden dolayı mazur görüleceği malumumuzdur. Böyle iken bilakis esirin canının kaydında bulunmadığını ve bunu da bir namus meselesi saymasıdır.
Vahşilerin bu yolda kurban ettikleri adamlara husumet veya hakaretlerini asla hayal ve hatıra bile getirmemelidir. Bilakis kurbanlarına fazlasıyla hürmet ve saygı gösterirler. Zira itikatlarınca bu kurban, kanı vücudundan ayrılıp çıkmak suretiyle bütün kusur ve kabahatlerinden temizlenmektedir. Pak ve günahsız bir şekilde mabudun huzuruna varacak ve ona kavuşup orada kendisini bu şerefe mazhar eylemiş olanları mabudun lütfuna, inayetine tavsiye edecektir.
Bunu kurbanın kendisi de bildiğinden mezbahaya getirildiği zaman hayatının endişesinde olmayarak nail olmakta bulunduğu ve bu hiçbir dünya şerefiyle kıyaslanamayacak şereften dolayı gururlu ve mağrur olması lazımdır. Böyle olmakla birlikte belki kesme anında gafletine yenilip kendi can korkusuna düşüp kaçabilir endişesiyle kurban edilecek kişileri bağlamak âdet olmuştur.
Esiri kurban etmeye sıra geldiğinde Zak Maradangal din ulularına mahsus olan ciddi tavrıyla kurbana doğru biraz eğilerek:
“Ey bahtiyar! Ya bir beladan ya bir ihtiraslı hayvan pençesine yakalanmaktan veyahut çaresi olmayan bir hastalıktan vefat edeceğine seni bunca günahlara sokmuş bulunan murdar kanın akıtılarak tertemiz mabuda ulaşıyorsun. Bu bahtiyarlığın ne büyük bir bahtiyarlık olduğunu takdir ediyorsun ya? Şu büyük ve çok önemli olan anda dünya sevgisi seni şaşırtmıyor ya? Mabudun huzuruna vardığın zaman onun hışmını üzerimizden defedip lütfuna kavuşman için sana düşen vazifeyi yerine getirmede kusur etmeyeceksin ya?
Maradangal’ın bu sorularına esir daima birer baş işaretiyle onay cevabı veriyordu. Gerçi şu önemli anda biçarenin asla can kaydında olmadığını iddiaya imkân tasavvur olunamazsa da, gücü yetebildiği derecelerde metanetli davranarak güya hiç can kaydında bulunmuyormuş gibi davranmaya nefsini zorluyordu. Evvelce de dediğimiz gibi kurban olunacak esirin böyle rahat davranması mertlik ve kahramanlık şanından addolunur ki, bu garip inanç bir dereceye kadar bizim medeni milletlerde bile mevcut değil midir? Hem böyle büyük bir günah olan bu hareketin sonucunda akan kan büyük mabuda kavuşacak değildir. İşlemiş bulunduğu cinayetten dolayı canını cehenneme ısmarlayacak olan mahkûmun bile idam anında hayat kaydında bulunmamak suretiyle gösterdiği metanet herkes tarafından övmeye mazhar olmaz mı? Maradangal esire sorduğu sorulara esir tarafından büyük bir metanetle uygun cevaplar alınca memnun olarak dedi ki:
“Aferin! Adi kurbanlardan bile daima almakta bulunduğum şu uygun cevapları, senin gibi âfitâb-zâde ve muteber bir kurban tarafından fazlasıyla bekliyordum. Bu arzum boşuna çıkmadı. Emin ol ki Fardiçar kabilesi seni asla hatırdan çıkarmayacaktır. İntikam yollu kafasının derisi yüzülen rezil esirler gibi başın mağara kapısına asılmayıp, burada en yüksek ağaca mıhlanarak her ne zaman buraya gelirsek cümlemiz senin önünde eğilip selamlayacağızdır. Haydi bakalım, hazır ol! Son saniye girdiğinden, mabuda gönülden teslimiyet göster!”
Maradangal bu sözü söyler söylemez elindeki kocaman bıçağa davrandığı andaydı ki nehir tarafından bir gürültü, patırtı, nara, ava-ze, silah şakırtısı peyda oldu. Hemen kesilmek üzere bulunan kurban merasimi bir daha ertelenmeye sebep oldu. Hem de bu defaki erteleme gayet heyecanlı ve telaşlı oldu. Zira bu velveleyi meydana çıkaranların Patariçarlar olduğu velvelenin geldiği tarafa bakmakla anlaşılmış oldu. Özellikle ki gelen Patariçarlar dostluk tavrıyla gelmeyip, reislerini kurtarmak için hücum tavrıyla geliyorlardı.
Fardiç kabilesi bu baskını görünce kurbanı hemen erteleyerek herkes hemen silaha sarıldı. Gelenlerin kendi reislerini kurtarmak için nasıl fedakârca savaşacaklarını fazla tasvire gerek yoktur. Fardiç kabilesi ise eğer esiri ellerinden aldıracak olsalar bütün diğer kabileler nezdinde rezil ve namsız olacaklarını bildikleri için bu rezalete düşmemeye çalışıyorlardı.
Uzaktan ok oka çatışmaya başlandı ve sapan taşları iki taraftan da bela yağmuru gibi yağdırılıyordu. Biraz daha yakından ciritler, harbeler ve el ile taşlar atılmaya başlandı. Nihayet balta baltaya, bıçak bıçağa, kazık kazığa, topuz topuza, yumruk yumruğa, boğaz boğaza gelindi. Gerçi iki taraf savaşçılarının miktarları az idiyse de muharebenin dehşeti bizim bu taraflarda görülen muharebelerin büyüklerinden bile emsali tasavvur olunamayacak bir suret peyda etti.
Çarpışanlar top tüfek tanelerine hedef olmuyorlar ki isabetleri ardından helak oluversinler. Her vahşi birkaç defa yaralanmakla beraber kendisi gibi düşmandan bir kaçını yaralamaya kuvvet bulabilirdi. Helak olanların her biri canlarını gayet pahalı satıyordu. Pençe denilen şeyin silah sayıldığı bir savaşta düşmanının gırtlağına sarılıp koparmak, çıkarmak derecesinde bir şiddet gösterilir de o savaşın dehşeti medenilerinki ile kıyas mı kabul eder?
Bir buçuk saat kadar devam eden bu savaşta iki taraftan sekiz on kişi katledildi. Onun iki üç misli yaralı olduğu hâlde Patariçarlar galebeden ümidi keserek nehre doğru firar ettiler. Fardiçarlar da bunların arkasından takibe başladılar. Düşman nehir kıyısındaki kayıklarına binip açılıncaya kadar arkalarından ok ve sapan taşı yağdırmakta devam ettiler.
Kabilenin cengâverleri savaştıkları sırada karılar düşman tarafından atılan ok ve harbeleri toplayıp muhariplere yetiştirmekte ve sapanlar için en uygun gelecek taşları bulup getirmekteydiler. Düşmanın kaçışı esnasında erkekler takibe gittikleri zaman da kadınlar esiri koruma hizmetinde bulundular. Nihayet erkekler galebe şarkısı okuya okuya döndükleri zaman karılar düşman ölülerinin kafalarını kesip sırıklar ucuna takarak ve kol, bacaklarını da kesip ellerine alarak ve bunları okunan cenk şarkısının musikisine de uyarlayıp sallayarak istikballerine koştular.
Bu cenk şarkısı vahşilerin en muntazam ve en manidar şarkılarındandır ki üç kıtasının aynısına yakın tercümesi şu şekildedir:
Döktük kanları
Yaktık canları
Aldık şanları
Kahramanlarız
Pehlivanlarız
Vardır