Bundan da ümidi kırılınca genç kız ağlamaya başladı. Hem ağlıyor, hem de tekrar ormandan tarafa yürüyordu. Evvelce gelmiş bulunduğu noktaya kadar oldukça cüretle geldi. Ondan öteye yine cüret ve cesareti kendisini bırakarak, evvelki korku ve endişeyle ilerlemeye devam ediyordu.
Gele gele evvelce vahşilerin kurban edilen Patariç cesedini sırığa takılmış olduğu hâlde bırakmış bulundukları yere geldi. Bu naaşı görür görmez iki kollarını kaldırıp iki ellerinin beşer parmaklarını açarak ve gözleri yerlerinden fırlayarak kızcağızın tutulduğu korkuyu tarife gerçekten imkân kalmadı. Bu hâl o kadar müthiş bir zemin teşkil etti ki onu olsa olsa maharetli bir ressamın fırçası tasvir edebilir.
Genç kız bu korkunç naaştan ürküp kaçmak istiyor idiyse de nereye kaçacağını bilemediği gibi, böyle kafası, kolları, bacakları kesilmiş, göğsü yarılmış olan bir naaşın ne olabileceğine de akıl erdirmek merakını defedemediğinden kâh geri ve kâh ileri hareketlerle merakını gidermeye çalışıyordu. Bu gayret ve cesaretle naaşın yanına gereği gibi yaklaşarak naaşın henüz taze olduğunu fark edince, asıl o zaman korkmaya başladı. Yerden bir değnek alıp o cesedin şurasına burasına dokunmakla beraber, bunu bu hâle kimler koymuş olduğunu da keşfetmek için etrafa büyük bir dikkat ve özenle göz gezdiriyordu.
Naaşla beş dakika kadar meşgul olduktan sonra ne olduysa kendisine umulmadık bir cesaret geldi. Hem de gittikçe artan cesaretiyle etrafı keşif ve incelemeye koyuldu. Gele gele ta mezbahaya kadar geldi. Yarım saat evvel orada kesilmiş bulunan kurbanın kanları her ne kadar pıhtılaşmış idilerse de henüz kurumamış bulunduğundan, burada pek yakın bir zamanda insanın kesildiğini kızcağız hemen anladı.
Anlamaması nasıl mümkün olur ki! Gözü önünde bulunan kanlı mezbahanın ne hizmet için yapıldığını, yolu buralara düşen Avrupalıların tamamı bilecekleri gibi malum kurbanın yanında bir de büyük put bulunduğundan orasının bir vahşilerin mabedi olduğunu da anlamış oldu!
Hele kızcağız etrafındaki ağaçlara gözünü kaldırıp bakınca daha da dehşete düştü. Bazıları bembeyaz kemikten ve bazılarının etleri, derileri kuruyup yapışmış etlerden olmak üzere birçok insan uzvunu görünce ve hele yeni kesilmiş bulunan adamın taze ciğeriyle kalbi bir ağaçta sallanmakta olduğunu; başı, kolları ve ayakları diğer ağaçlarda mıhlı bulunduklarını görünce yavaş yavaş artan cüret ve cesareti birdenbire kendisini terk etmişti. Bütün bunlara şahit olan zavallı kızcağız, yine bir buz kesildi kaldı.
İşte sandaldan çıkıp gelen kızın buraya kadarki durumunu gayet kısa tasvir ettik. Peki, bunları kısaca tasvir ederken ağaçların arkalarında gizli bulunan vahşilerin tamamı ne yapıyordu? Evet, bunlar da bütün bu olup bitenleri izliyorlardı. Onlar izledikleri gibi hikâyenin yazarı olmak sebebiyle bunların hâl ve vaziyetleri de bize malum olduğundan okuyucularımıza haber verebiliriz ki işin başında vahşilerin de uğradıkları korku ve endişe kızdan aşağı değildi. Bunlar bu kızın oraya kadar tek başına gelmediğini ve bu sandalın büyük bir gemiye bağlı olduğuna emin oldukları için Maradangal ve Fardiç tarafından edilen işaret üzerine, birkaçı nehrin yukarı ve aşağı taraflarına doğru sahil boyunca giderek ve muhtemelen o taraflarda olacağı belli Avrupa gemisini keşfe gayret etmişlerdi. İşbu keşif hizmetine giden vahşiler dönünce, görebildikleri yerlere kadar Avrupa gemilerinden eser olmadığı haberini getirinceye değin vahşiler kendilerini kıza asla göstermediler. Kızcağızın o korku ve endişe içindeki korkunç hâlini uzaktan uzağa ağaçlar arkasından seyrediyorlardı. Hem bu seyirleri uzun süre de devam etti. Zira kızın sandaldan çıkıp mezbaha önüne gelmesine kadar bir çeyrek saat geçtiği gibi mezbaha önünde ve Huyi Çilopoştli heykelinin karşısında ve insan uzuvları asılı bulunan ağaçlar dibinde kâh korkuyla ve kâh cesurca inceleme ve gözlemlerle geçirdiği zaman da yarım saati bulmuştu.
O civarlarda Avrupalı gemisi bulunmadığına vahşiler kanaat getirince, birbirine verdikleri işaretler üzerine birer ikişer ortaya çıkmaya ve kendilerini kıza göstermeye başlayınca, gelen kız asıl maddi tehlikenin şimdi baş gösterdiğini daha iyi anlamış oldu. Güya bu tehlikeden kurtulabilecekmiş gibi firar için şu tarafa bu tarafa başvurmaya davrandıysa da, kendisi için en açık taraf demek olan nehir tarafından bile kadın erkek Azteklerin gelişini görünce her tarafı avcılar ve av köpekleri tarafından kuşatılan korkak tavşan gibi olduğu yerde korkusundan mıhlandı kaldı.
Vahşiler epeyce uzak bir mesafeden kızın etrafında bir halka oluşturdular. Birçoğu o zamana kadar hiç görmemiş ve bazıları nadiren ve o da uzaktan uzağa görmüş bulundukları şu beyaz tenli mahluku büyük bir hayretle izlemeye koyulmuşlardı. Bunların şu hayretleri o kadar kuvvetliydi ki, insan o an, bunların da kızdan korku ve endişeye kapıldıklarına inanası geliyordu.
Amerika’ya hicret etmiş bulunan Avrupalılar malum kıtanın yerli ahalisine “Poroj” (Peaux Rouge) yani “Kızılderililer” dedikleri gibi yerliler de Avrupalılara kendi lisanlarınca “beyaz derililer” diyorlardı. Keza Amerika’da bulunan Avrupalılar, Kızılderililer’in eline esir düşecek olurlarsa ya onlardan intikam alıp öldürürlerdi ya da mabutlarına kurban ederlerdi. Bunu bilen Avrupalılar bunlardan pek korktukları gibi vahşiler de beyaz derililerin ateşli silahlarını şimşek ve yıldırım zannederek bunlardan fazlasıyla korkarlardı. Dolayısıyla şu kızcağızın etrafında halka oluşturan vahşilerin hayret ve garipsemeleri içinde biraz da korku ve endişe bulunduğuna şüphe etmemelidir.
Vahşilerin beyaz deriliyi izlemek için durmaları beş on dakika devam ettikten sonra Fardiç’in karısı Kadagoz “Mabudumuz Kan İstemiş” güftesini okumaya başlamakla kadın erkek diğer birtakım kimseler de ona uyarak şarkılarını söylemeye devam etmişlerdi. Biçare kızcağız ise bu nağmenin ne demek olduğunu bilseydi asıl korktuğuna uğramış bulunduğuna hükmetmesi gerekirdi.
Bazı kere insanın içinde bulunduğu tehlikenin suret ve hakikatini bilememesi de büyük bir nimet sayılır. Vahşiler bu nağmeyi söylemeyle yavaş yavaş halkayı küçülterek kıza doğru yaklaşmakta bulunsunlar; biz daha ağaçların arkalarında gizli bulundukları zamandan beri Moşamol ile Rikalda arasında konuşulan bazı sözlerden de okuyucularımızı haberdar etmeliyiz ki gelen kız hakkında olayları yakında hikâye edeceğimiz muameleler için bu konuşmanın pek büyük önemi vardır.
Rikalda ile Moşamol birbirine yakın iki ağacın arkasında gizli iken beyaz kızın mezbahaya kadar yaklaşması üzerine Rikalda, Moşamol’un saklandığı ağacın arkasına varıp dedi ki:
“Şimdiye kadar beyaz derililerden hiçbirisini görmemiştim. Meğer bunlar ne güzel heriflermiş.”
Moşamol her zamanki tebessümüne yakın ve biraz da küçümseyici bir tebessümle dedi ki:
“Herif mi dedin? Bu beyaz deriliyi erkek mi zannettin? Öyleyse inandım ki şimdiye kadar hiç beyaz derili gördüğün yoktur.”
“Vay! Bu beyaz derili dişi midir?”
“Öyle ya! Onların erkeklerinin çeneleriyle dudakları üzerinde kıl biter. Ama bizde olduğu gibi tek tük değil! Âdeta bizim başımızdaki saç nasıl sıksa onların çene ve dudak tüyleri de öyle sıktır.”
Ömründe ilk defa olmak üzere işittiği bu sözlere Rikalda fazlasıyla hayret etti. Dedi ki:
“Acayip! Şimdi bu beyaz derili bir karıdır ha?”
“Hatta