Böyle kadim Meksikalılar gibi medenileşmelerinin henüz başlangıçlarında olan halkın, yeni yerlerini yadırgamalarından dolayı medeniyet konusundaki tüm birikimlerini kaybetmişlerdir. Dolayısıyla bunların yeniden vahşete uğramaları nasıl akıldan uzak görülür ki? Hollanda gibi bir Avrupa memleketinden, Batı Afrika’da o zaman “Zulu” ve “Boer” denilen memlekete hicret eden ve asıl medeni kabul edilen adamların sonradan medeniyeti unutup vahşete uğramış bulundukları gözlerimizin önünde durmaktadır. Bunları gördükçe insanın diyeceği geliyor ki, Âdem evladının hususi kabiliyeti medeniyetten ziyade bedeviyetedir. İnsan, birkaç nesil evladını zorla ve gayet yavaşça bir kısmını ancak medeni seviyeye çıkarabildiği hâlde; yalnız bir nesil o milleti tanınmayacak hâlde ve kısa bir sürede geriletiyor. Zira ilerleme, gelişme, yükselme denilen şey çalışmayı gerektiriyor; gerileme denilen şey ise çalışmamayı, hiçbir şey yapmamayı…
İşte Missouri Nehri kenarında, şimdiki Iowa hükûmeti ile zikredilen hükûmet arasındaki çarpışmalardan sonra kuzeybatı tarafındaki balta girmemiş ormanlarını kendilerine mesken seçen Amerika vahşileri, asıl Meksika kıtasının medeni ahalisinden iken Avrupalıların zorlamasıyla oralara gelip tekrar vahşete uğramışlarsa da bu hâlin kendileri üzerindeki en büyük etkisi ziraat ve sanayi alanında olmuştur. Azteklerin dinî inançları ve hükûmet sistemleri pek etkilenmemiştir. Zira Amerika’nın sair taraflarında diğer birtakım vahşiler de görülür ki bunlarda ne diyanet, ne hükûmet fikri bulunmaktadır. Bundan başka cemiyet hâlinde yaşamak da pek gelişmemiştir. Bunlar fert olarak ve âdeta ormanda yaşayan diğer bazı canlılardan farksız yaşar ve geçimlerini de onlar tarzında temin ederler. Yeme içme konusunda o kadar bencil olurlar ki birisinin bulduğu bir meyveli ağacı veyahut ele geçirdiği bir avı paylaşamamaktan kaynaklanan kavgaları bizim bu taraflarda sürü sürü gezmekte bulunan kurtları andırır.
Missouri Nehri sahilinde mabetlerini seyredeceğimiz Azteklerin diyanet fikrini, hükûmet usullerini ve geçim tarzlarının nasıl olduğunu da kısaca ve hususi olarak bilmeye mecburuz.
Bunlar öncelikle Taotel dedikleri büyük mabudu neredeyse büsbütün unutmuşlardı. Zira bunlarda fikir denilen şey gayet noksan olduğundan onun hikmet nuruyla aydınlanmasından bile büyük bir fayda beklemiyorlardı. Zira onun heykeli göz önünde olmadığından neredeyse onu unutmuşlardı. Ama bu unutmadan hasıl olan zararın en büyüğü şefkat ve mürüvvet denilen şeyin de büyük mabutla birlikte yok olmasıdır. Çünkü insan cinsi için Cenabıhakk’ın merhamet, inayet, himaye ve koruma gibi şan ve vasıflarını bilip ona göre davranmak zaruri bir şeydir. Aztekler bu yolda güzel sıfatlara sahip olan büyük mabudu unuttuktan sonra onun kendilerine yüklemiş olduğu güzel huyları, hareketleri de kolaylıkla yakadan atabilmişlerdi. Eskiden beri ikinci derecede addolunan “Huyi Çilopoştli” namındaki mabudun heykelini her misafir oldukları yerlerde ya bir büyük ağaca veyahut münasip bir kayaya çizip resmediverdiklerinden ve nihayet Missouri Nehri sahiline gelip yerleştiklerinde de malum mabudun daha muntazam heykellerini yaptıklarından onu hiç unutmamışlardı. Bununla birlikte bu mabudun vasıflarıyla kendilerine çeki düzen vermeye çalışıyorlardı. Bu vasıfların başında mabuda insan kurban etmek ve dolayısıyla insan avına çıkmak ve insan avındaki başarısıyla iftihar etmek gibi âdeta insanın içini kanatan şeylerdi. Yalnız onu himaye kısmı belki güzel vasıflardan adlandırılabilirdi.
“Himaye” denilen şey ise güç kudret sahibi olan her şahsın aciz olan bazı insanları bazı bela ve musibetlerden kurtarıp kendi himayesine almaktır. Zikredilen mabut, “Huyi Çilopoştli”nin en büyük şanı da kendi kabilesini himayeden ibarettir. Böyle olduğuna göre himayelerine aldıkları adamlar onların dediklerine harfiyen uyarlardı. Bu himaye kurallarına uymayı âdeta farzlardan sayarlardı.
Hayalimizi Missouri Nehri’nin balta girmemiş ormanlarına doğru vahşi kavim ile beraber sevk ettikten sonra zikredilen nehrin sahilinde bunların mabet kabul ettikleri yerde kendimizi bulmak için düşünmeliyiz ki: Malum mabet, ormanın dört beş dönümlük kadar bir parçasını temizlemek ve biraz da bir beşeri sanat eserini göstermek suretiyle vücuda getirilmiştir.
“Temizlik” denildiği zaman ilk olarak buranın yaratılışından beri zemine dökülüp yığılmış kalmış olan ağaç enkazlarının nehre atılarak bunların altından çıkan ve saf bitkisel gübreden ibaret bulunan pamuk gibi yumuşak toprağı düzeltmek ile oradaki ağaçları sarmaşıklardan, dikenlerden ve yabani asmalardan kurtarmak ameliyatı anlaşılıyor. Bu mahalde gösterilen insan sanatı ise en büyük iki ağacın arasına iki büyük taşı ayak makamında yerleştirdikten sonra üzerine bir buçuk metre genişliği ve dört metre kadar uzunluğu olan ve bir yüzü dümdüz bulunan büyük bir kayayı masa taşı gibi yatırmaktan ibaretti. Bir de mezbaha ile o civardaki büyük bir karaağacın kütüğünün heykelin üç dört metre üstünden kesip nehre attıktan sonra bu kütüğün kalanını mümkün mertebe insan suretinde yontup meydana kaba saba bir heykel çıkarmaktan ibaretti.
İşte burası Azteklerin ibadethanesidir. Aztekler burada mabutları, hamileri olan “Huyi Çilopoştli”ye insan kurban ederek hışmından kurtulmak ve lütfuna nail olmak için dua ederler. Kestikleri kurbanların kafalarıyla kol ve bacaklarını ağaçlara mıhlarlar ki biraz zaman sonra bunların etleri dökülerek yalnız beyaz kemikleri kalır. Bu müthiş suretlere ibadet nadir değildir. Bu ibadet yılda üç beş defa tekrar ettiğinden ve her defası için elde kurban edilecek adam bulunmayacağından, sadece kurban tedariki maksadıyla bunların diğer kabileler üzerine hücumları eksik olmaz. Gerçi kendi evladını, zevcesini, babasını, karındaşını kurban etmek dahi yasak değil ise de “Zaklar” bu konudaki izni kolaylaştıracak olsalardı, herkes mabuda yaranmak için evlat ve yakınlarını kurban ede ede kabilede adam kalmayacağını düşündüklerinden mabut önünde en ziyade makbule geçecek kurbanlar yabancılardan alınacak esirler olabileceğini bu halkın zihnine güzelce yerleştirmeleriyle akraba arasında gerekli olan güveni ancak bu şekilde koruyabilmişlerdir.
Bahsedilen vahşilerin kurbanlarını nasıl kestiklerini ve bunun için ne yolda ayinler icra ettiklerini daha başka tarife gerek yoktur. Zira “Rikalda” namıyla yazmaya başladığımız şu hikâyenin ilk kısmı, tam vahşilerin böyle bir kurban kesmeleriyle ayinlerini icra ettikleri güne tesadüf etmiştir ki işte bunu anlatmaya başlıyoruz. Şöyle ki:
3
Ormanın birkaç dönüm mahallini temizleyip bir “Huyi Çilopoştli” heykeli ile bir de taş mezbahanın inşasından ibaret bulunan bu mabedi Azteklerin ikametgâhı zannetmemelidir. Bunların ikametgâhları zikredilen mabede yirmi beş kilometreden ziyade bir mesafede bulunan bir kayalıktır ki kayaların içinde doğal bulunan beş altı kadar mağaraları suni olarak yaptıkları duvarlarla göz göz bölerek vücuda getirmişlerdir.
Bahsedilen mağaraları ilk tercihlerinin sebebi buralara vardıkları zamanının kış mevsimine tesadüf etmesidir. Zira oralar, kırk beş derece kuzeyde olan yerlerdi ki, kışın şiddeti hatırı sayılacak derecede soğuk olurdu. Bu şiddetli kışa karşı barınacak mağaralarda yakacak odun ve mağaraların içinde kaynamakta bulunan bir kaynaktan içecek su bulabilmeleri de çok zor olmuştu. Bu zorluklarla birlikte burada yaşamanın kolaylıkları da çoktu. Yaz gelince yabani kirazlar, erikler, kestaneler, mısırlar, üzümler, patatesler vesaire yemeye uygun körpe kökler, tatlı ve yumuşak otlar bu taraflarda bol oldukları gibi karaca, geyik, yaban eşeği, tavşan, beyaz güvercin ve o mahalle