“Anlamadım arkadaş!” dedi. “Alay alay kız görmek hoşuna gitmiyor mu?”
“Hayır.”
“Zevkine turp sıkayım senin! Bu ne ölü yürek be! Küçükken hiç mi Meryemana kuşağı görmedin, altında el çırpıp oynamadın, işte bunlar, bu gördüğün kızlar o Meryemana kuşağının canlısı. Gözünün çapağını sil de iyi bak. Sarı istersen var, kumral istersen var, beyaz istersen var. Ya hepsinin bir arada bulunuşu!.. Dediğim gibi insan kendini Meryem Ana kuşağına sarılmış sanıyor.”
Kara Mehmet omuzlarım silkti:
“But, bacak, omuz, kalça. But, bacak, omuz, kalça. Nereye baksan hep bu. Sanki salhanede (mezbahada) dolaşıyoruz.”
“Çelebi adammışsın da haberim yokmuş. Vah, yufka yürekli kardeşim vah! Senin böyle ince olduğunu bilseydim rahatını bozmazdım. Suçumu bilgisizliğime bağışla da açık konuş: Bir kız satın almaktan caydın mı?”
“Çoktan!”
“Öyleyse beni kendi hâlime koy. Çünkü evlenmeye karar verdim. Anam, bacım, halam, teyzem yok ki görücü çıkarıp kapı kapı gezdireyim. Öyle bir candan adamım da olsa görücülüğe göndermeyi düşünürüm. Çünkü başkasının gözüyle evlenmek el ağzıyla lokma çiğnemeye benzer. Ben, eşimi kendim seçmeliyim.”
“Bana ilişme de ne yaparsan yap.”
Deli Murat, bütün odaları gezdi, kızları beğendi, fakat seçmek meselesinde gene teenni gösterdi, bıyıklarını büke büke uzun düşünceler geçirdi ve bir aralık Kara Mehmet’e sokularak fısıldadı:
“Esirciler düzenci olurlar. Onların gösterdiklerini değil, göstermediklerini görmeli.”
“Ne demek bu?”
“Şu demek ki ben kuşku içindeyim. Bu handa bizden saklanan kızlar da olsa gerek.”
“Niçin saklasınlar?”
“Herifler cin gibi. Bizi görür görmez paramızı sayıvermişlerdir ve paramıza göre mal çıkarmışlardır.”
“Öyle de olsa gördüklerimiz sana yetmez mi?.. Alacağın bir kız, vereceğin yüz altın. Bu küçük iş için on bin eksik eteğin dişini sayacak değilsin ya.”
“O benim bileceğim iş. Sen karışma, seyirci ol.”
Deli Murat, bu sözü söyledikten sonra bütün esircileri başına topladı, amir ve hâkim bir sesle sordu:
“Başka mal yok mu?”
Hepsi birden cevap verdi:
“Hayır ağa.”
“Ya varsa, ya bizden saklanmak isteniliyorsa?”
Eli palasının kabzasında idi, gözlerinde kavgaya tutuşmak isteyen bir pars bakışı yanıyordu. Esir satıcılar hem o durumu hem o bakışı görmüşler ve sararmışlardı. İçlerinden biri, arkadaşlarının ihanetine, gammazlığına uğramaktan korkuyormuş gibi telaşla kekeledi:
“Bende tek bir kız daha var, fakat peyli!”
“Kime peyli?”
“Saraya!..”
Deli Murat’ın pala kabzasından ayrılan pençesi bu haberi veren esircinin koluna yapıştı ve amir sesi gene gürledi:
“Bana göster o kızı.”
“Ocağına düştüm ağa, zorlama. Bu olmaz iştir. Kız, saray için peylenmiştir.”
“Zararı yok çelebi, zararı yok. Elverir ki kız hoşuma gitsin!”
Esirci, koluna yapışan çelik pençenin tazyiki altında morarıp kararmakla beraber sarayca peylenmiş bir kızı başka bir müşteriye çıkarmaktan doğacak akıbeti düşünerek Deli Murat’a karşı koymak istiyordu. Fakat o çelik pençe yavaş yavaş kırıcı bir kelepçe olmaya ve yapıştığı yere dayanılmaz bir acı aşılamaya başladı. Esirci bu durumda akıbet korkusunu unuttu, yanık yanık inledi:
“Kolumu kırma ağa, kızı göstereceğim!”
Ve öbür esircilere dönerek yalvardı:
“Bu işi zor altında yaptığıma şahit olun.”
Deli Murat da gevrek gevrek gülerek aynı sözü tekrarladı, esircilerle eğlendi:
“Bu işin zor altında yapıldığına şahit olun, mahkemeye çağırılırsanız gördüğünüzü, duyduğunuzu söyleyin.”
Kara Mehmet, harem ağalarının oraya gelişleriyle şu esircinin gösterdiği telaş arasındaki münasebeti sezmekten ve arkadaşının münasebetsizliğini aykırı bulmaktan geri kalmamakla beraber araya girmeyi yersiz görüyordu. Çünkü Deli Murat’ın saklanan kızı görmekle iktifa edeceğini umuyordu. Yüzlerce kız arasında intihap yapamayan Serçeşme’nin sarayca peylendiği söylenen esire balta asacağına ihtimal vermiyordu.
Fakat onun bu düşüncesi yanlış çıktı. Deli Murat, saray adamları tarafından görülüp beğenilmiş ve ayrı bir hücreye konulmuş olan kızdan bir bakışta hoşlandı, şen şen solumaya koyuldu ve hemen pazarlığa kalkıştı.
Serçeşme’nin kızı beğenivermekte hakkı da yok değildi. Bu esir, gerçekten güzel bir mahluktu. Sülün yapılı, ceylan bakışlı, keklik yürüyüşlü bir kızcağızdı. Tepeden tırnağa kadar kusursuzdu. Deli Murat onunla karşılaşır karşılaşmaz heyecanlanmış, yüzlerce kızın arasında dolaşırken göstermediği bir telaşla bıyıklarını burmaya başlamış ve umulmaz bir av gören aç kaplanlar gibi çılgın bir sevince kapılarak haykırmıştı:
“Vay anam, vay! Lokman Hekim’in lokması mısın, bir içim su musun, nesin anlayalım yavrum!”
Kızın sahibi olan esirci, acınacak bir durumdaydı, ellerini ovuşturup dolaşıyordu. Serçeşme de gittikçe artan bir sevinç içinde söylenip duruyordu:
“Evvel mezat, yüz altın. Arttıran varsa karşıma çıksın.”
Esirci işin pazarlığa döküldüğünü görünce dizüstü geldi, yalvarmaya başladı:
“Tabanını yalayım ağa, bu kızdan vazgeç. Başıma dert açarsın, ocağımı küle verirsin. İstediğin bir kız değil mi? Benimkilerden olsun, başka bezirgânlarınkinden olsun, gözüne kestirdiğini seç. Bir para vermeden al götür. Ceremesini ben çekerim. Yalnız buna ilişme.”
Deli Murat, bu yalvarışı duymuyordu bile. Çünkü benliğini önünde gülümseyip duran güzel kıza kaptırmıştı. En koyu bir gecenin üzerinden alınan bir parçadan örülmüş kara sırma bir tacı andıran saçları, güneşin en nurlu tarafından koparılarak badem biçiminde iki inci hâline konulmuş ve keskin ışığı bozulmadan siyaha boyanmış gözleri, sihirli bir kalemle yontulmuş iki gül yaprağına benzeyen yanakları, nurdan dökülmüş gibi görünen burnu ve gerdanı, gerçekten delikanlı olan Serçeşme’nin aklını zıvanadan çıkarmıştı. Kız da bakışında, homurdanışında ve bütün yapılışında bir aslan mehabeti sezilen bu erkekten hoşlanmıştı. Biraz önce kendini görüp beğenen kara yüzlü adamlardan tiksindiği için Deli Murat’a daha çabuk ısınmıştı. Harem ağalarının neci olduklarını bilmediği gibi kimin namına kız aradıklarını da henüz öğrenmiş değildi. Onların kendi hesaplarına alışverişe geldiklerini sandığından ve beğenildiğini de sezdiğinden enikonu muzdaripti. Siyah derili adamların eline düşmeyi istemiyordu ve Deli Murat’ın gösterdiği çılgın alakadan bu sebeple iki katlı bir zevk alıyordu.
Fakat sahibinin takındığı vaziyetten pirelenmişti, kendisinin bu yiğit erkeğe satılmak istenmediğini