Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Karçınzade Süleyman Şükrü
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-99843-1-5
Скачать книгу
yazılı kâğıtlarda bulunmaktaydı. Bu şeytanın bu gibi işlerine ve buna yeltenebilme cesaretine hayret içerisinde şahit olan Vilayet İdare Meclisi Heyeti hemen bir tutanak hazırladı. Tutanağa yukarıda bahsedilen bu belgeleri de ekleyerek Babıali’ye gönderdiler. Fakat ne yazık ki her hainin bir gafil koruyucusu bulunmaktadır. Bu konudaki sırlar perdesini aralamak mümkün değil. İkiyüzlü Bedri Sivas’ta Başmüdürlük yapıyorken dalkavukçuluk yaparak yaranmaya çalıştığı dönemin valisi Halil Rıfat Paşa bu olayların patlak verdiği zaman Sadrazamlık makamında bulunmaktaydı. Bu durum Bedri’nin imdadına yetişti. Kesinlikle idam edilmesi gereken bu din ve devlet düşmanı şeytana Sadrazam sahip çıktı. Halep’ten Adana’ya görev yeri değişikliği ile yetinilmesinin yeter bir uyarı olacağını söyleyerek konunun üzerini kapatmıştır. İhanet edenlere acımanın caiz olmadığının farkında olmayan Halil Rıfat Paşa her ne kadar o önemli yazıları sumen altı ettirse de Vilayet İdare Meclisi’ndeki resmî kayıtları ortadan kaldıramayacaktır. Bu nedenle yukarıdaki kötü işleri ne zaman ortaya çıkarmak istenirse bu kolaylıkla yapılabilir.

      Oturduğumuz o iskemleler üzerinde bu arkadaşlar bu sözleri üzüntü ve acıma duygusu içerisinde anlattılar. Bu gibi hem devletin hem de padişahın düşmanı dinsizlere sahip çıkmanın ve devlet kadrolarında bunları istihdam etmenin amacı ne olabilir ki anlamak mümkün değil. Biraz hava almak amacıyla çıktığım vakit buluştuğum bu kişiler ile gerçekleştirdiğimiz sohbet bu şekilde hararetli bir konuya doğru sürüklenince hepimizin içine ateş bastı. Bu nedenle ortamda huzur kalmayınca vedalaşarak oradan ayrıldık.

      Ertesi sabah Halep’ten yola çıkarak İskenderun istikametinden deniz yoluyla Mersin’e geçtim. Annemi Adana’ya bıraktım. Ardından Silifke istikametine devam ettim.

      SİLİFKE

      Silifke, kadim dönemlerde Selefikiya-yı Trahya adıyla bilinmektedir. Güneydoğusundan bulunduğu Mersin’e 68 kilometre uzaklıktadır. Göksu Nehri’nin sağ sahilindeki bir dağın eteğinde konumlanmıştır. Bu küçük liva sancağının nüfusu 2 bin 500’dür.

      Silifke’nin şimdiki yeri MÖ 311’de Selefkiyan yönetimi zamanında büyük bir körfez idi. Harabelerin tamamen bayırlarda bulunmasından anlaşıldığı üzere Kasabaya doğru olan tepedeki kale o dönemde limana hâkim bir yerde bulunmaktaydı. Şehrin önünden geçen Göksu Nehri’nin kendi yatağından getirdiği kumlar Akdeniz sularının doğal yoldan çekilmesine meydan hazırlamaktadır. Bu nedenle sahilden kasabanın başlangıcına kadar olan uzunluğu 16 kilometre olan ovanın sonradan oluştuğuna dair hiçbir şüphe bulunmamaktadır.

      İlk Çağlarda gerçekleşen savaşların sertliğini ve büyüklüğünü sergileyen Silifke Harabeleri’nin çoğunluğu Mersin yolu üzerindedir. Yine bu yolun orta kısmındaki Paşa Türbesi civarında buluna “Karikus” adı verilen kadim şehrin her tarafa savrulmuş harabeleri bahsettiğim o kanlı savaşları akla getirmektedir.

      Hâlen mevcut olan Kızkalesi olarak da bilinen kayalık bir ada üzerindeki Gorgus Kalesi adlı eski kale de bu harabelerin tam karşısındadır. Limos Nehri suyunu bu kaledeki büyük su sarnıcına taşıdıktan sonra kolaylıkla gemilere dağıtmak amacıyla suyu dereden dereye aktarmak için yüksek ve sıralı taş köprüler yapmışlar. Bu surları nehrin üzerinden aktarmalarına bakılırsa o çağlarda su terazisi tekniğinin henüz bilinmediği anlaşılıyor.

      ERMENEK

      Ertesi sabah güneşin doğuşuyla birlikte Silifke’den ayrılarak öğlenden sonra Gökbelen’e geldim. Burası Silifke’nin güneybatısına düşmekte ve aralarında 30 kilometre mesafe bulunmaktadır. Yeşil bir vadi olan bu toprakların suyu bol, havası güzel ve bağ ve bahçe bakımında zengindir. Silifke’nin varlıklı insanları yaz mevsiminde buraya gelir eylül sonlarına kadar kalırlar. Buradaki her bir bağda birer yazlık bulunmaktadır. Gökbelen’de bir gece konakladım. Ardından sabah yola çıkarak gün ortasında Arik Deresi’ne ulaştım. Güneş battıktan sonra ise Ermenek’e varmıştım. Karun gibi yerin dibine geçmiş olan bu güneş görmez gölgeye boğulmuş dereden Ermenek’e geçtim. Fakat beş saat yokuş yukarı yaptığım bu seyahat çekilir bir dert değildi.

      Ermenek ile Silifke arası yirmi beş saat sürmektedir. Boğa Sıradağları’nın zirvesinde bulunan Ermenek 120 metre yükseklikte korkunç bir uçurumda konumlanmıştır. Havası güzeldir. Suyu çok kalitelidir. Bulunduğu yerin manzarası ferahtır. Şehrin her tarafı bağ ve bahçe ile doludur. Sokakları dardır ve iki kişinin yan yana geçmesi dahi zordur. Öyle ki değil insan şeytan dahi asasıyla burada hareket edemez. Bayırlarının tamamen kaplayan bağ ve bahçelerinde gezinirken bir kişinin kazara ayağı kaysa derinliği yürümeyle beş saat mesafe alan büyük vadinin en altına kadar bir dakikada Göksu Nehri’ne ulaşır.

      Dış görünüşü hiç de iç açmayan evleri, aynen sokakları gibi düzensizdir. Şehrin nüfusu 4 bin civarındadır. Gezinti yapılması zor bir yamaca kurulmuş olan bu şehirde üç gün konakladım. Ermenek sonrası Karaman’a geçtim.

      KARAMAN

      Karaman uçsuz bucaksız verimli bir ovanın ortasında bulunmaktadır. Su kaynakları bol, bağlık ve bahçelik bir şehirdir. Nüfusu 8 bin olan Karaman düzenli yapıları ve sokaklarıyla bayındır bir kasabadır. Yolculuk istikametimde olan burada bir gece konakladım. Ertesi sabah araba ile yola çıkarak bir gün içerisinde Konya’ya ulaştım.

      KONYA

      Anadolu vilayetleri içerisinde önemli bir yeri olan Konya, kendi adıyla anılan ucu olmayan bir ovanın kıyısında bulunmaktadır. Şehrin bugün itibarıyla nüfusu 44 bindir. Nereye giderseniz gidin Konya gibi bereketli ve pazarı ucuz bir şehre kolayca rastlayamazsınız. Mesnevi Şerif’inde geçen “Köpeğin imanı var, kadının imanı yok.” kelimeleri ile anlatmak istediği derin düşünceye önceleri itiraz etmeme rağmen kazandığım hayat tecrübesi sonrası takdir ettiğim Mevlana Celaleddin Rumi hazretlerinin mübarek kabirlerini ziyaret ettim.

      Bu ziyaretin ardından ise Konya’dan tren ile ayrılarak Eskişehir’e ve oradan da hiç vakit kaybetmeden İstanbul’a geçtim. Eskişehir’e gece varıp, güneş doğmadan ayrıldığımız için gayet tertipli istasyonu dışında hiçbir yerini görme fırsatım olmadı. Konya’dan İstanbul’a tren menzili 450 kilometredir.

      YENİDEN İSTANBUL

      İstanbul’a geldikten iki gün sonra Ermenilerin Osmanlı Bankası’na baskın yapmak gibi bir eşkıyalık ve ahmaklığa yeltendikleri haberi yayıldı. Güya fırıldakçı İngilizlerin menfaatlerine hizmet etmek için kendi canlarını ortaya atan bu bir avuç milletin yapmış olduğu alçaklık ve nankörlük herkesi şaşkınlığa sevk etti.

      Osmanlı Devleti’nden gördükleri bu kadar güzel muamele ve iyiliğin kıymetini anlayamayan bu kötü karakterli milletin yeltendiği bu eşkıyalığa engel olmak ve yapanları da yakalamak için İstanbul’un sokakları ve caddeleri güvenlik güçleri ile doldu. Gece gündüz demeden dolaşan bu süvari ve piyade alayları ile birlikte jandarma ve polis birlikleri gibi cesaret sahibi insanlardan yol bulup da ilerlemek çok zor bir hâl almıştı. Bu nedenle hiçbir yere çıkamıyordum. Ne zaman canım sıkılsa Telgraf Bakanlığı binasının bulunduğu Gülhane Parkı’na ve Sarayburnu’na dolaşmaya giderdim. Bu vesileyle de o bölgede bulunan Devlet Müzesi’ni (Arkeoloji Müzesi) de sıkça ziyaret etmeye başladım.

      Devletimizin tavizsiz üzerinde durduğu düzen ve intizamın bir meyvesi olarak en iyi şekilde sergiye açılan müzedeki kıymetli eserler saymakla bitmeyecek sayıdadır. Bu müze, geçmişin ilim ve gelişimini öğrenebilmek ve bu sayede bugün sanayi ve teknikte gelinen noktayı kavrayabilmek için kurulmuştur. Tamamen sergilenen eserlerle dolu bu kültür yuvasında bulunan eski eseler, sanat eseleri ve insanda merak uyandıran tasvirlerin