Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Karçınzade Süleyman Şükrü
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-99843-1-5
Скачать книгу
ile Çamlıbel arasında kalan arazi Anadolu’nun yüksek yerlerinden olması nedeniyle soğuktan çok bezmiştik. Karşı konulmaz gücü olan hilafet merkezimizin yeterli gücü ile asayişi sağlanan Çamlıbel‘den geçip kuzeye doğru inen dereye inerek Tokat’a yaklaştık. Bahçelerinde üzüm çubukları ile asmalardan açılan çiçeklerin yaydığı güzel kokuların saçılması hazreti baharın gelişi müjdelenmekteydi. Her kalbe mutluluk veren bu güzel mevsim, Nabi28’nin şu güftesini hatırlatmaktadır:

      Döşedi mihr-i felek yolları dîbâlar ile

      İtdi tesrîf çemen mülkini sultân-ı bahâr

      Tokat, eski Osmanlı tarihçilerinden Mora mektupçusu meşhur merhum Kenan Efendi’nin doğum yeridir. Anadolu’nun iç tarafındaki büyük şehirlerin en bayındırı ve güzelidir. Şehrin geniş meydanının kenarındaki Sultan IV. Murat Camisi ile çarşı içerisindeki Paşa Camisi, İslam mabetleri içerisinde güzellik ve sağlamlık bakımında en iyilerinden sayılırlar. İstanbul’un Kâğıthane semti gibi bol suyu bulunmaktadır. Yeşil bir derenin ağzında konumlanmış bu güzel şehirde bir gece konakladım. Ardından ertesi sabah bir araç kiralayarak memuriyet yerim olan Niksar’a geçtim.

      NİKSAR

      Sivas’tan Tokat’a geçince kıştan kurtulup yetişmiş gibi oldum. Tokat ile arasında yokuş aşağı iniş olarak on saat süren bir mesafe bulunan Niksar’a geldiğim vakit tam bir yaz havası ile karşılaştım. Bu kadar az mesafede yükseltinin hava şartlarına bu kadar etki edebilmesine şaşırdım. Kelkit Nehri’nin ortasında geçtiği geniş ve bereketli bir ovanın kıyısında kalan ve bulunduğu konumu itibarıyla üç derenin ağzında bulunan bu şehir Romalılar döneminde kurulmuştur.

      Zannedildiği gibi ismi Nikhisar isminden dönüşmüş değildir. Rum dilinde Yeni Kayseri manasına gelen “Nev Kisar”ın hatalı söylenişidir. Her tarafı kestane, ceviz, kızılcık, üvez ve yabani armut gibi doğal olarak yetişip büyüyen meyveli ağaçlarla doludur. Berrak sular akıtan zümrüt renkli o derelerin iki tarafına serpilmiş mahallerdeki evler tamamen ahşap yapımıdır. Bu yapılar sağlıklı bir yaşam için uygun olmakla beraber manzara bakımında çok güzel ve yapı bakımında yüksektirler. Şehrin yeri ferah, suyu ve havası kalitelidir. Ahalisi ise hem çalışkan hem de kültürlüdür. Dağları ve bayırları meyve ormanıdır. Vadileri bağ ve bahçedir. Meraları evcil hayvanlar dolu ve her tarafı çim ve çiçektir. Olağanüstü derecede verimli olan tarlaları âdeta tahıl ürünleri ambarı gibidir. Tokat’ın ve Sivas’ın çarşılarının çeşitli armut ve yemesi güzel pirinçle dolduran bu şehirdir.

      Buğday, arpa, nohut, mercimek, çavdar, burçak, mısır buğdayı ve kum darı gibi kendi ihtiyaçlarından yüz kat daha fazla yetiştiren bu şehir elindeki fazla hububatı 60 kilometre mesafedeki Ünye İskelesi’nde ihraç etmektedir. Zenginlik hazinesi diye adlandırılmasını tam olarak hak eden başkası ile karşılaştırma yapılması mümkün olamayan bu seçkin arazide ucu olmayan doğal bahçelere ve bülbüllerin konaklama yerleri ile dolup taşmaktadır. Niksar’ın talihli halkı yabancılara dost, ağırlama gönüllüsü, iyi huylu ve güleç yüzlü insanlardır.

      Şehrin önde gelenlerinden İbrahim Beyzade Mustafa Bey, Şerif Efendizade Mahir Bey ve yine itibar sahiplerinden Abdurrahman ve Ömer efendiler gibi gerçek manada asil değerli insanlar bulunmaktadır. Meşhur savaşçılardan Plevne Aslanı merhum Gazi Osman Paşa, bu mutlu şehrin Taş Mescit Mahallesi’nde doğmuştur. Kelkit Nehri üzerine sonradan yapılan 600 metre yüksekliğe sahip büyük köprü Ünye ve Tokat yollarını birbirine bağlamaktadır. Bu sayede Niksar’ın konumunun önemi daha da artmıştır. Dört bin nüfuslu şehir bayıdır ve düzenli bir kaza merkezidir.

      Çömlekçi Deresi kasabayı iki büyük parçaya ayırmaktadır. Bu dere üzerindeki Kestanesuyu alanı eğlence tutkunlarının gidip gezdikleri yerlerdendir. Dağları ve bayırları sarmış olan güzel ormanların içinde saklı sayısız miktarda bülbülün çıkardığı ruhu okşayan nağmelerin tınıları efil efil esen bu soğuk subaşı mesiresinde etrafta yankılandıkça buradakilerin de ruhları ferahlamaktadır. Böylece sevinç ve neşe içerisinde pişirmeye başladıkları şiş kebaplarını büyük bir iştah ile yerler. Burada güneşin batışına kadar yakınlık ve dostluk içinde zaman geçirirler.

      Niksar’da iki yıl yaşadım. Bu müddet süresince Ünye ve Erbaa kazalarını da gezdim. Erzurum dağlarından ayrılarak Trabzon üzerinden batıya doğru sahil boyunca uzanan Pont Dağları Niksar ile Ünye arasından geçmektedir. Kütüklerini beş kişinin zorlukla kucakladığı büyük gürgen ağaçları bu sıradağların her yerini sıkı bir şekilde kaplamıştır.

      Şehrin yüksek bir bölgesinde ve bu heybetli sarp dağların ortasında bulunan Karakuş nahiyesi ise Ünye’ye giden yol üzerindedir. Ünye, Karadeniz sahilinde konumunun güzelliği bakımından Osmanlı şehirlerinin en iyisi olsa da havası çok sıcaktır.

      Cennetmekân Sultan II. Mahmut Han zamanında liman girişine yapıldıktan sonra boşaltılan istihkâm üzerine balık ağlarını kuran Ünyeliler, Kırım tarafında sürü hâlinde gelen bıldırcın kuşlarının canlı olarak tutarak kendilerine has maharetlerini sergilemektedirler. Yuva kurmaya geldiği Ünye ormanına girmek üzereyken deniz kenarına yer yer kurulan bu ağlara bir saatte yüzlerce bıldırcın takılmaktadır. Bu zavallı bıldırcınların etlerinden yapılan kebap ise çok lezzetli olmaktadır.

      Niksar şehri, Çarşamba İskelesi üzerinden Karadeniz’e karışan Kelkit Nehri’nin aşağı tarafındaki Talazan Köprüsü ile Erba’ya bağlanmaktadır. Bursa Ovası’na benzeyen ve çok geniş bir düzlüğün ortasında olan Erba, Batum göçmenleri tarafında kurulmuş yeni ve sevimli bir kasabadır. Hazreti Halifemizin merhameti sayesinde sahip oldukları bu bereketli araziden hakkıyla istifade eden bu göçmenlerin belediye başkanı ise Rıfat Ağa’dır.

      Bu şekilde çevresindeki kazaları görme fırsatı bulduğum Niksar’da iki yıl yaşadım. Ardından maaşıma 380 kuruş zam yapılarak Revandiz’e tayin oldum. Revandiz, Musul vilayetinin sonunda İran sınırında bulunmaktadır. Uzak bir yerde olması nedeniyle kış basmadan yola çıktım.

      İlk istikametim olan Tokat, Çamlıbel, Yıldızeli, Sivas, Deliktaş, Kangal, Kömürhanı, Malatya, Kebanmadeni ve Elazığ üzerinden Diyarbakır’a on beş gün içerinde ulaştım. Burada bir hafta süre dinlendim. Ardından bağlattığım kelek29 tipi sala bindim. Hasankeyf ve Cizre üzerinden Musul şehrine dokuz günde vardım. Burada da iki gün dinlendim. Ardından yola koyularak Erbil, Deyriharir, Babaçiçek, Kanutuman ve Serderban yolu üzerinden Revandiz’e geldim. Niksar ile Diyarbakır arasındaki yolculuğu araba ile yaptığım için seyahatin zorluğunu tam olarak hissetmemiştim. Fakat Diyarbakır’da keleğe binerek Dicle Nehri üzerinden giderken Hasankeyf yakınlarında “Çarkıfelek” denilen o korkunç noktaya geldiğimde büyük bir tehlike atlattım. Musul’a vardıktan sonra da Revandiz’e çakıllı yol olmadığı için buraya hayvan ile seyahat etmek durumunda kaldım. Beş gün süren bu son yolculuğum esansında çok sıkıntılar yaşadım. Eski eşimin beraberimde bulunması başkaca bir azap ve üzerimde yük oldu. Osmanlı toprakları hakkında daha fazla bilgi vermeye gerek olmadığı için ülke içinde geçen seyahatin bundan sonrasını özet olarak vereceğim.

      MALATYA

      Çeşitli meyvelerini dünyanın çeşitli yerlerine gönderen Malatya Anadolu’nun en bereketli ve meşhur bahçesidir. Osmanlı Hanedanı’nın önde gelenlerine teşekkürlerini sunarak onların ihsanlarının kölesi olduğunu düşünmeden Sultan II. Mahmut’a küskünlük gösteren ve son Bektaşilerin yardımıyla başına topladığı kılıç artığı yeniçerilere


<p>28</p>

Yusuf Nabi (1642-1712), divan edebiyatı şairidir. Fakat kayıtlarda bu şiir yine divan edebiyatı şairi olan Şair Bâki’ye (ö. 1600) aittir. “Gökyüzünün güneşi yolları ipekli kumaşlarla döşedi; çünkü bahar sultanı çimen ülkesine teşrif etti.” şeklinde sadeleştirlen Bâki şiirleri için bk. İsmail Soyyiğit, Bâki’nin Kasidelerinde Edebî Tasvirler, İstanbul, 2006, Yüksek Lisans Tezi, s.47. (ç.n.)

<p>29</p>

Dört ya da beş bin kadar çuval alabilen bir sal çeşididir. Altına binin üzerinde balon gibi şişirilmiş deri tulum bağlayıp nehrin akıntısına bırakıyorlar. Seyahat esnasında patlayan tulumları bir şekilde dikiyorlar. Üzerine kurulan uzun ve çift taraflı kürekler ile hareket ettirilmektedir. Bu kürekler aynı zamanda nehrin sahil kısmına yaklaşıldığı zaman sahile sırık gibi dayanarak hız almaya da yaramaktadır. Bu sallar Musul ve Bağdat’a kadar gitmektedir. Kürdistan şehirlerini Basra Körfezi’ne bağlayan Dicle Nehri üzerinde bu sallarla önemli miktarda ihracat yapılmaktadır.