Evet! Muhammed el-Mustafa tarihte en büyük simadır. Bunu karşılaştırmalı tarihimiz açık olarak ifade edecektir. Peygamber, Doğu’dan, duyulmuş olan hurafelerden, Batı’da değer gören ortaya çıkmış düşünceler ve eksiltici fikirlerden kurtuluyorsa, tarihteki yüce yerini geri almayı hak edecektir. İşte, önce ve sonrasındaki amaç ve umudumuz budur.25
PEYGAMBERLİK MESELESİ
Her çeşit uzmanlığın, tarihte bir devri vardır. Zamanında nebilere ihtiyaç aşikârdı. O ihtiyaç olmasaydı, nebiler ortaya çıkmazdı. Peygamberlerin gönderilişi, bu mecburiyet ve ihtiyacı gösterir. Bir enbiya dönemi geçtikten sonra dünya başka bir şekil aldı. Artık peygamberliğe lüzum yoktu. Bu hakikati en fazla anlayan ve hakkı gereğince hareket eden Hazreti Muhammed Mustafa’dır. Kendisinden sonra insanlığın nebilik kurumuna muhtaç olmadığını, Son Peygamber parlak bir biçimde ümmetine bildirmiştir.
İnsanların belirli bir dönem nebilere ihtiyaçları olduğunu, sonraki zamanlarda ise, kahramanların nebiden daha farklı bir şekilde ortaya çıktıklarını tarih yazarları içinde Thomas Carlyle oldukça iyi bir biçimde kavramıştır.
Peygamberlik bir görevdir. Bir nebinin elinde olağanüstü mucizeler aramaya gerek yoktur. Çünkü ilk olarak, kâinatta harikuladelik yoktur; ikinci olarak sadık peygamberlik hakikatin varolma derecesinde ispata gerek olmayan hakiki bir açık olma hâlidir. Bundan dolayı iddia edilen sadık ifadesini hazırlayanın, mucizeler ve ilahî olaylar talebi gereksizdir. Nebi zaten bellidir.
Cenabıhak ki halis, katkısız Hak demektir. Her kimin zihnini kaplarsa, onun lisanı ile konuşur. Ve bu kişi de görevini yerine getirirken başarılı olursa o, nebidir. Bu tabiat ile yaratılanlar Hak peygamberidirler. Nebiler bizzat, ilham edilmişlerdir. İlham vasıtası olmak üzere gösterilen seferâ (haberci, yolcu) ile melekler aklın simgelediği şekillerdedir.
Mevcut olan nesnelerin hakikati, gizlilik sırrı, hakikatin saflığı, ulu nebilerin zihninde mevcuttur. Hakk’ın zatı orada yerleşmiştir. Her türlü hakikat nebinin şahsiyetinin aynası olarak yansır. Peygamber her ne söylerse onu şahsiyetinde hâkim olan Hakk’ın zatından kabul etmek üzere iman gereklidir. Nebiler, Hazreti İsa bin Meryem gibi aracı olarak bir hatibe başvurmadan, daha doğrusu düşünmeden bildirme şeklindedir. Kimi zaman da Hazreti Mustafa gibi her ifadeleri derin bir akla ve mantığa uygun düzenlenmiş bir şekildedir. Son peygamber, İlah namına konuşur ve tertemiz, parlak ruhuna yansıyan sözleri düzgün, katkısız lisanıyla ifade ederdi.
Tarihte, nebiler döneminde gördüğümüz kişiler hep bu özellikleri taşırlardı. Bunların nasıl, hangi biçim ve aracı ile vahiyle şereflendiklerini araştırmak gereksizdir. Vahiy, nebilerin kalbindendir. Bir varsayım olarak nebiler birer alettir: Sır, en saf hâliyle, katkısız olarak kendilerine görünmez bir şekilde vazife verir. Onlar da insanların anlayacağı sözlerle, yüce rütbeleri, akılları ve anlayışları gereğince söylerler. İkinci varsayım olarak nebiler “motor” anlamına gelecek şekilde harekettirler: Tabiatları gereği bir söz veya işten gizli bir mana çıkararak emirleri tebliğ ederler. Fakat bu iki varsayım da aynı sonuca götürmüş olur.
Din ile bilimin arasını bulacak olan ancak tarihtir: Tarih, ruhsal meselelerin içindedir. Bugün yüzeysel bir bakışa sahip bir adam fen ve mantık sayesinde dinde aklın kabul etmeyeceği şeyler görebilir. Özellikle dinsizliğin fanatik taraftarları pek yaman olduğundan dini önemsememeye, küçük görmeye başlar. Bir din seven ise doğaüstü hâllerden doğal bir şey göremez.
Bu iki görüş de boş ve beyhudedir. Dine, özellikle dinlerin kökenlerine, nebilerin siyerlerine tarihsel bir gözle bakılmalıdır. Her şeyin bir psikolojisi olduğu gibi nebiliğin de ruhsal bir tarafı vardır. Üzülerek belirtmeliyim ki birçok tarih yazarı bu nebilik psikolojisini derinleştirmemişlerdir. Nebinin kişiliği ilhamın pınarı demektir. Ruh bilgisine pek uzak bulunan birtakım bilim insanı geçinen cahiller ise nebilere âdeta birçok vasıf ve özelliği yüklemişlerdir. Kimi bilim insanları, aynı hızla, İsrâiliyat’a ait kimi rivayetlerdeki simgesel unsurlar ve benzetmelere dayanarak şaka anlamına gelen eğreti hikâyeleri anlamadan, burada geçen her söze nesnel anlamlar yüklemekten çekinmemişlerdir. Belagat kuralları,26 birçok toplantıda kendine yer bulamamıştır. Anılan bilim insanları, her nedense sanattan anlamıyormuş. Örneğin bunlara:
Ey şi’-i terim, eşkim ile hem-cereyân ol
Sinemdeki nîrân-ı gama reşha-feşan ol27
gibi bir beyit gösterilse, öncelikle okurlarını ve onların hâl ve hareketleri ile ahlakını güzelce inceden inceye araştırdıktan sonra diyecekler ki: “Şiir, vaktiyle su gibi akarmış ve emre tabii imiş. Muallim Naci Efendi merhum şiirine ferman etmiş, ayniyle gözyaşı ile akmaya başlamış ve doğruca karnı ile başı arasında ortaya çıkan Farsça lisanında sine, Türkçede ‘göğüs’ denilen bölgede vücudundaki cehenneme gitmiş.”28
Ondan sonra daha da saf bir şekilde duran ve eğretiliklere nesnel şekiller vermek yarışında daha becerikli olan, ileri gelen yazarlar yetişmiş ve Naci Efendi merhumun göğüs boşluğundaki müthiş cehennemi hayal güçlerinin yettiğince somutlaştırmışlardır.
Zannederim ki artık bu fikirleri terk etmenin zamanı geldi. Peygamberlik sözlerindeki benzetmelerin hakkını vermek lazım. Zira bu benzetmeler ve hikâyeler için, genel olarak övünülecek vasıfları içeren ve İsrail toplumlarına ait eserlere niye başvuruldu? Bu yönleri de bilmeye ihtiyacımız var. İnsanların Efendisi, din kurallarını yaymak için Hanif geleneklerini olduğu gibi koruma ve bu siyaseti sürdürmeyi tercih etmiştir. Kurduğu devrim binasının temelini geçmişten almayı uygun bulmuş. Kişisel fikrime göre burası incelenecek olursa Hazreti Peygamber’in ruh bilgisi, siyaseti bir kat daha parlayacaktır.
Ömer Nesefi diyor ki:
“Ululuk sahibi Allah, müjdecilerin ve uyarılarda bulunanların ve dünya insanlarına ve ahiret işlerinde muhtaç oldukları şeyleri gösterdiği hâlde birtakım peygamberler ilk emirle şereflenmiş, gönderilmeleri ve onları harikulade mucizelerle desteklendiklerini buyurmuş olduğu muhakkaktır.”
Şu cümlelerin tarzı ileride anlaşılmalıdır:
İnsan, birtakım emir ve yasaklar karşısında kalbini rahatlatmak, şüphe ve sezgilerini yatıştırmaya muhtaçtır. Bu ihtiyacı atlatmış olmak için, hakikat ve sebeplerle tesellisi bazı şeref sahibi kişilerin saf kalbine yansır. Bunlar da yüce ifadelerdir ki saf bir haktan ibarettir. Derin bir genel ihtiyacı sonuca getirir. Bu esrarın anlaşılmasında ve milletler ile toplulukları hidayet yoluna davette başarılar nebilerin mucizelerindendir.
Tarih, nebi ve mucizeyi böyle anlar. Bir insan ne derecede saygın olursa, nebiler ve mucizeler hakkındaki düşüncesi de o derecede saf ve nezih, doğru ve ince olur. Kabalığı, cehaleti ne kadar fazla ise düşüncelerinin karışıklığı ve soyut ifadeleri tarif eden kelimeleri birtakım nesnel şekillerde tasvir eder. Onlar için mucize mutlaka matematiksel kanunlara ve doğa olaylarına zıt şeylerdir.
Hazreti Muhammed, “insanların anlayacağı sözlerle, akılları ve anlayışları” gereğince davranan ileri görüşlü kişiler ise bu hakikati anlayıp kavrayış ve zekâ derecelerine göre insanlardan daha kazançlı kimselerden olmalıdır.
Saf