Bundan başka, Buhari hazretleri bazı doğaüstü hikâyelere ait uydurma olduğu düşünülen hadislere de kulak asmamıştır ki bu da kabul ettiği yöntemin pek de tarihsel olmadığını gösterir.
Buhari’nin, incelemelerinde çeşitli hadisler olduğu doğrudur. Hâlbuki bunlar, aklen imkânsız şeyler üzerinden kendilerine dayanak bulur. Harika olarak kabul edilen doğaüstülükleri reddeden, insana ait özelliklere, sıfatlara bu kadar önem veren İnsanların Efendisi’nin ağzından böyle doğa kanunlarını reddedecek sözler çıkamazdı. Bunların hadis olarak kabul edilmesini akıl kabul edemez. O hâlde Buhari hazretleri, kabul ettiği yöntemde bazı düzenlemelerde yanılmıştır.
Siyer, birtakım hurafe, uydurma hikâyelerle karışmıştır. Biz, tarih yazdığımızdan, tabii ki bunlara asla önem veremeyiz. Bunlar bir kavmin, bir topluluğun belirli bir dönemdeki zihin yapısını gösterir. Onun için İslam eserlerinin esasını, kökenini incelemenin yerleşik bir mesele olduğunu yalnızca ifade ederek bu konu hakkındaki sözü kısa keseceğiz.
Gelelim Avrupa eserlerine:
Bizde, defalarca belirttiğimiz gibi, tarih yoktur. Avrupa’da ise, özellikle geçen yüzyılda, güven uyandıracak tarih, kullanılan yöntemler itibariyle hak ettiği değere ulaştı. Bilimsel ve hatta matematiksel bir biçimde belgelerin incelenmesi, değerlendirme kuralları artık tarih bilimine de dâhil oldu. Bundan altmış, yetmiş sene önce eski belgeleri dayanak kabul etmek ve onları incelemek oldukça modaydı. Mısırbilimi ve Asuriyun ileri gelenleri hep o dönemin evladıdır. Teessüfle belirtilmelidir ki bu üstünlükte veya onlara benzeyen bilim insanları artık ortaya çıkmıyor. İşte o dönemlerde Siyer-i Resul kaynaklarına dair incelemelerde bulunan dört bilim insanı yetişmiştir:
Bunlardan Muir İngiliz; Sprenger Alman; Weil Alman Yahudi’si;20 Caussin de Parceval Fransız’dır.21 Adalete hakkını teslim etmek gerekirse bu dört bilim insanının incelemeleri son derece önemlidir. Bunların ayarında Muhammed dönemine dair belgeleri etraflıca inceleyen Müslüman bilim insanı yoktur.
Şu kadarını belirtmek gerekir, genel düşünce itibariyle bu gibi bilim insanlarının hakikatin belirlenmesi konusunda oldukça donanımlı olması mümkün değildir. Bütün Hint kütüphanelerini, Suriye mescitlerini, en ince ayrıntılarına kadar, ufacık şeyleri dahi görerek değerlendirmek, etraflıca inceleme ve ömrünü bu yolda tüketmek cidden takdire şayan bir harekettir. Fakat çoğunlukla böyle sebatlı bilim insanları iyi değerlendirme yapamıyor olabilir. Karşılaştırma yaparak değerlendirme kabiliyetini, içeriğini anlamaya uğraşı, daha geniş bilgi edinmeye olan meyil mahvediyor. Onun için iddia edebiliriz ki belge bilimi itibariyle büyük öneme sahip olan bu dört yazarın fikir ve değerlendirme açısından değeri hemen hemen hiçtir.
Bunların mesailerinin sonucundaki çalışmalar üzerine Fransalı J. Bartheloémy-St. Hilaire,22 değerlendirme yürütmüştür. Eseri hakikaten oldukça büyük öneme sahiptir. Ve genel itibariyle Hazreti Peygamber’in lehinedir. Bütün bu meziyetlerine rağmen bu yazarın, Hristiyanlık bakış açısından kurtaramadığı eseri, peygamberin zatına, tarihte hak ettiği dereceyi vermemiştir. Bartheloémy-St. Hilaire, Hazreti İsa’yı değerlendirme yeteneğinden yoksun derecede İbn Meryem’e şiddetli bir sevgiyle taptığını söylüyor.
Örnek olması için bu yazarın, Muhammed ve Kur’an ismini taşıyan kitabından önümüzdeki bölümü aktarıyorum:
“Hristiyanlık din duygusu, bizim için dinlerin en kutsalı, en hayırlı olanı, en doğrusu olarak kalmalıdır. İslamiyet’i ona benzetmek hem bir haksızlık hem de bir küfür ve hakaret olur. Böyle kılavuzu olan bir fikri reddetmek için en açık hadiselere şahit olmak aslında yeterlidir. Nasrani halkı ile İslam toplulukları yüz yüze geldiğinde, ne olduğunu görmek ve hatta onların ne gibi bir sonla karşılaşacaklarını düşünmeyerek sadece görmek de, bu fikri reddetmek için yeterlidir. Şu kadarı var ki İslamiyet’in dünyada tek ilahî yaratıcı esasına dayanan bir din olduğunu iddia etmek, İsevi ve Yahudi’nin dinî kanunlarının derecesini indirmek değildir. Temel inanış itibariyle, İslam’ın tapındığı Allah, aynı Hristiyan ve Yahudi’nin taptığı, Allah hakiki değilse de hiç olmazsa yaratıcı olarak Allah’tır.”
Keza, William Muir’in şu sözü de bir tarih bilimcisi için düşündürücüdür:
“Muhammed’in kılıcı ve Kur’an, tarihin şimdiye kadar karşılaştığı en lanetlenecek medeniyet, hürriyet ve iman düşmanlarıdır.”
Görülüyor ki, din düşmanlığı, içerik ve alışkanlık itibariyle, düşmanlık mirasını atalarından alarak, dededen evlada, evlattan çocuklarına, kardeşten kardeşe geçerek sürdürüldüğünden, Muir gibi Doğu kültür ve tarihini araştıran bir bilim insanını dahi doğruyu görmekten men ediyor.
Biz bu bölümde, sözü uzatacak değiliz. Yalnız şu kadarını söyleyeceğiz ki, Avrupa’da tarih, hakikaten eksiktir. Belki Frenkler, uygulama açısından biraz ilerlemişlerdir; fakat tarafsızlıkla değerlendirme açısından oldukça geridedirler.
Felemenk’te Leiden Üniversitesi öğretim üyelerinden Dozy, kısaltılmış olarak fakat itibarını yükselten bir kitap bırakmıştır. Bu yazar da yüksek bir zekâ sahibi olmadığından, Muhammed’in tarihteki hakiki yerini görememiştir. Kitabımızın ileriki bölümlerinde, yazarın birçok görüşüne yer vereceğiz.
Düşünce ve değerlendirmeler tarihi ile şöhret bulan bilim insanları, teessüfle belirtmeliyim ki Peygamber’in şerefli tarihini anlayamamışlardır. Voltaire’i hiç affedemem. Bu şekilde İslamiyet’i çok iyi bilen Ernest Renan’ın gerek Hazreti Muhammed’in gerek İslamiyet’in tarihteki yerini belirtmeden geçmeleri tarihin unutulacak ihmalkârlıklarından değildir. Dâhiler arasında yalnız Thomas Carlyle risalet zamanını biraz da olsa anlayabilmiştir. Bu tarih yazarı, deha sahiplerinin, tarihte meydana gelen en önemli olağanüstü eylemleri gerçekleştiren şahıslar olduğunu görerek bunlara kahraman diyor. Kahramanlar neyle uğraşırsa uğraşsın, aynı kumaştan biçilir. Bunlar, oldukça eski zamanlarda, yaratıcı olarak kabul edilirdi. İskandinavya ilahlarından Odin gibi. Sonraki zamanlarda “kahramanlar” artık “nebi” şeklinde belirdiler. Hazreti Muhammed gibi. İlerleyen zamanlarda kahramanlar, Dante gibi şair, Napolyon gibi hükümdar olmak üzere göründüler.23
Arap Peygamber’i, yalancı değildir. Milyonlarca halk, bir yalancıya “nebi” demez. Muhammed, gönül tabiatından ilham edilmiş hak peygamberdir. İşte Thomas Carlyle, böyle söylüyor. Şu kadar ki, Hazreti Muhammed’i en büyük peygamber olmak üzere tanımıyor.
Bartheloémy-St. Hilaire ise İnsanların Yüce Efendisi’ni, Hazreti Musa ile karşılaştırıyor ve onu, İsrailoğullarının peygamberinden küçük görüyor. İşte, değerlendirme, hep bu karşılaştırma merkezindedir.
Sözün sonunda, Batı ve Doğu Hazreti Muhammed’e tarihteki yerini verememiştir.
Genel tarih işleyişinde büyük bir boşluk vardır. İşte bunun içindir ki, değerlendirmelerde zincirleme bir gidiş görülemiyor. Avrupa’nın miras aldığı düşmanlık, İslam dünyasının şiddetli sevgisi, akıl dışı anlaşılabilecek bu hâli doğurmuştur. Birbirine tamamen zıt olan iki uç arasında kâinatın övgüyü hak ettiği