O dönemlerde Arap, kendisini yuvarlandığı aşağılık girdaptan kurtaracak Hak peygamberi arıyordu. Bu ümit ve emel, İslamiyet şartlarının temelinin oluşmasında çok fazla yardımcı olmuştur. O zamanın rivayetlerine, geleneklerine, eserlerine, hurafelerine bakılacak olursa, bu genel fikir olanca açıklığıyla anlaşılır.
Peygamber’in fikirsel çevresi pek geniş değildi. Arap fikirsel ve bilimsel olarak ne bilmiş ise İslamiyet’ten sonra öğrenmiştir. Felsefe, Arap dünyasında bilinmez idi. Arapların bilimsel seviyesinin oldukça geride olduğu göze çarpmaktadır. Hatta kendilerinde, yazı yazmak âdeti bile ileride değildi. Bilimler, dayanaklarının yüzde yetmiş beşini, bulundukları dönemin hurafelerinden almaktadır. Sonuç olarak Arap kafası dengeli akıl ve bilim ile yürümüyor, doğal güzelliğini koruyordu. Arap şiiri tekrar edelim, parlak değildir. Üç beş fikir çevresi bütün bu şiir dünyasına hâkimdi. Arapların şairane eserleri yok veya azdır. Olan eserlerin de şiirsel değeri eksiktir. His dünyasında da Araplar ileride değildi. Aile fikri hâlihazırdaki anlamıyla Arabistan’da anlaşılamazdı. Sevda ise, ancak Orta Çağ’dan sonra önem kazanmış bir Avrupa ürünüdür. Bütün bunların yanında görgü kuralları geçerliydi. Misafirperverlik, bir çeşit incelik, geçmişten taşınan bir miras olarak iftiharla birtakım meziyetler hakkını vermek gerekirse Araplara özgüdür.
Genel olarak eğitim medresede gerçekleşmezdi. Toplumun zarif kesimi, okullardan diploma almazdı. Şu kadarı var ki, Arap’ın çadırı, rahat zamanlarda (hengâme-i istirahatte), bir “akademi” özelliği taşırdı. Bilim, hep şiir aracılığıyla aktarılırdı. O şiir çevresi, güzel şekilde konuşmayı, övünmeyi ve şövalyeliği ileriye sürdü. Onun için meydan gürültü ve patırtılı hareketlerle ve birbirlerine sözlerini söylerken gayet kaba olan Arap çadır akademisinde ve sûk-ı ukâz35 gibi belirlenmiş zamanlarda oldukça çelebi, olabildiğince asil görünüyordu.
Bütün Arap meziyetlerinin örneği Muhammed Mustafa’dır. Eski çağların en büyük belgesine, en büyük söz söyleme ustasına, en keskin ustalık zekâsına, hatta en ince diplomata dair bir fikir edinmek isterseniz Ebu Kasım’ı biraz daha bütün bunların özeti olarak zihninizde canlandırınız, amacınız gerçekleşir.
O zamanlar belirli bir konuda uzmanlaşma yoktu. Büyük bir zat, hem asker, hem cumhur için gerekli tedbirleri alan, hem tüccar, hem düzgün ve güzel konuşan olurdu. Birbirinden farklı ve türlü türlü çevreler de tek bir alanda uzmanlaşmaya uygun değildi. Bunun içindir ki Son Peygamber, aynı zamanda bir hükûmet imamı, bir askerî kumandan, bir kadı, din vaizi ve bir konuşma ustası olmak üzere, oldukça karışık bir psikolojiyle karşımızda biçimleniyor.
Bu çevresel etkiler içerisinde temiz bir şekilde yer alma, distinction36 her biçimde başarılı olmak amacı bulunuyordu. İşte Muhammed el-Emin, genel anlamdaki incelikli görüşlerin üzerine çıkarak, örnek alınması gereken güzel bir görünüm ortaya koymuştur. Gerçekte, Peygamber, çağının olgun ve kâmil ileri gelenlerine benzer. Fakat bu özgüllük, bu benzetmeler kişilik yapısında asla görülmez. Çünkü Son Peygamber, hiçbir zaman aralığında, hiçbir kimsenin yaratılmadığı birtakım bilinçsel hakikatler ve sinirsel hassasiyet ile doğmuştur. Peygamber’de, yalnız bir Arap’ı, bir Kureyşi’yi aramayınız: Zamanın en son nebisi, bir çevresel bakış açısının çok üzerindedir.
AİLESEL ÇEVRE
Birçok yerde, maksada erişmek için zekâ, deha, iktidar yeterli gelmez. Asalet şarttır. Muhammed el-Mustafa, garip bir tesadüflerin eseri olarak “noble” (asil) olarak doğmuştur. Kusay’ın Abdülmüttalib’in, Abdullah’ın oğlu, tam da bu kişilerin neslinden gelerek, o dönemin insanları tarafından zaten yüksek bir makamdaydı. Hazreti Peygamber’in başkanlığının toplum tarafından hoş karşılanması, belki yaradılış meziyetlerindendir.
Arap asilzadeliğinin Avrupa noblesinden farklı bir özelliği vardı: Bu asaleti koruyanlar, gerektiğinde hem yüksek bir mevkide hem de ortalamanın altında bir adam hâlinde olabiliyordu. Fakirlik ve ihtiyaçlarını karşılamaktaki yoksunluklar, yüksek bir mevki kabul edilmezdi. Bu nedenle kazançlı olmak noblenin de hoşuna gidiyordu. Hatice el-Kübra ise hayvan işleriyle uğraştığından, karun olarak bilinen çok zengin kimseler arasına karışmıştı. Geçimini güçlükle karşılayan Muhammed bin Abdullah’ın, bu nedenlerden dolayı, Hatice el-Kübra ile evlenmeden önce de güç ve itibarı eksik kabul edilmiyordu.
Aile gelenekleri, Kureyş ve Kusay kabilelerine, ailelerine mensup olmanın gerektirdiği toplum içindeki yeri, kendisinin içinde bulunduğu ekonomik yoksunluklar dışında, Hazreti Muhammed’in maddesel açıdan büyümesini sağlamıştır.
O dönemlerde paranın ve ekonomik servetin önemi ikinci derecedeydi. Temiz bir soya mensup olmak, ondan sonra karakter yapısı, kişiliğe ait olan özellikler maddi servete tercih ediliyordu. Bundan dolayı, Hazreti Risâlet-meâb olmadan önceki vaziyetinin durumu, bugünün ekonomik ve toplumsal özellikleriyle gözleri bağlı olan tecrübesizleri yanlış yola sevk etmemelidir.
Hatice el-Kübra ile evliliği, Peygamber’in refahını sağlayan ortam ile hayat şartlarını büsbütün değiştirmiştir. Bu evliliğin önemi, Muhammed tarihinde büyüktür. Peygamberliğin gerektirdiği ortamın sağlanması için lazım olan huzuru, İnsanların Yüce Efendisi, bu uygun birliktelikle bulmuştur. Ebu Kasım’ın maddi hayatı bu tarzda düzenlenip güvence altına alınmamış olsaydı, bundan en büyük zararı peygamberlik görürdü. Bundan dolayı İnsanların Efendisi ilk eşine karşı olan sadakat ve sevgisini kolayca, açıkça ifade eder. Hatice hazretleri, Muhammed el-Mustafa’nın yalnız evlendiği eşi değil, iş ortağı, hayat ortağı, sadık sevgilisidir. Yüce Elçi’nin gerek anılan kişiyle birlikte geçen hayatının önceki dönemi, gerek onun vefatından sonra geçirdiği hayatının ikinci döneminde Hatice el-Kübra’nın büyük bir etkisi görülüyor. Hatice’nin şahsiyetinin, Nebi’nin duygusal yaşamında oldukça etkin bir biçimde olduğu görülmektedir.
Eğer bu aile çevresinde terbiye edilmiş olmasaydı, Muhammed’in şahsiyeti başka bir biçimde görünecekti.
Peygamber’in hayatında büyük bir değişiklik oldu:
Hatice’nin Muhammed’in peygamberliğini onaylaması, İslam’ın görünürlüğüne etkisi Kübra’dır.37 Eğer Son Peygamber’in aile çevresi uygun olmasaydı, işler biraz daha zor ilerlerdi.
Ayrıca, Peygamber’in mensup olduğu aile ve kabile gelenek ve fikir yapısındaki, aile üyelerinin korunma ve himayesi olmasaydı; Peygamber karşıtlarıyla, ileri gelenlerin karşıt fikirleriyle İnsanların Efendisi’nin mücadelesi oldukça güçleşirdi. O dönemlerde aile ve kabileleri arasında yardımlaşma, birbirlerini savunma miras alınmış ortak bir vazifeydi. Peygamberliğin ilk dönemlerinde sadık Nebi’yi onaylamayan akraba ve aile üyeleri bu davranışlarında ileri gidemiyorlardı.
Peygamberliğin muvaffak olmasında, Ebu Bekir es-Sıddık ve Ömer bin Hattab ile olan evlilik yoluyla akrabalığıyla Abdülmüttalib ve Ebu Talib’in yakın akrabası olması oldukça önemli rol oynamıştır.
Sözümüzü bitirirken, Peygamber’in bağlı olduğu kabilesi, ailesi, eşi, akrabası ve bir söz ile ifade etmek gerekirse aile çevresi hem kendisinin büyük bir makamda bulunmasını sağlamış, hem de üstünlüğünün