Buranın bir ismi vardı. Bunu İmparator biliyordu. Çoktan beri çöle “Ölüm Vadisi” denirdi. İmparatorun ayağına sımsıkı sarılan yılan biraz durduktan sonra ip gibi çözüldü. İmparator hâlâ gökyüzüne bakıyor içinden dualar ediyordu. Yılan yan taraftaki kaktüsün dibindeki deliğe girerek kayboldu. Yılan kaybolduktan sonra İmparator kökünden kesilmiş ağaç gibi yere düştü. Bütün vücudundan ter akıyor, tepeden tırnağa kadar titriyordu. Oradaki herkes İmparator’un yanına koştu.
Bu gece İmparator rüyasında yılan görmüştü.
Gördüğü yılan bu yılana çok benziyordu. İmparator yılan zehrinden öleceğini, bu sondan kurtuluş olmadığını anladı. O gece rüyasında yılanların yuvasının üstüne düşmüştü. Yılanlar soğuk gövdeleriyle boynuna sarılıp zehirli dişlerini ne zaman saplayacak diye bekleyerek hareketsiz yuvanın üstünde yatmış ama yılanlar onunla ilgilenmemişti bile. Tanrı’ya yılanların kendini sokması için yalvardı. Yılan zehrinden ölseydim hiç derdim olmazdı diye düşündü. Bir yılanı elleriyle tutup onun zehrini yutmak istedi. Ama yılan onu, zehrine bile layık görmedi. İşte o çıngıraklı yılan bugün gelen yılandı. İmparator “Sen beni sokmaya mı geldin?” der gibi bakmıştı ona. Ondan sonra yılan nasıl geldiyse öyle kaybolmuştu. O gece uykusundan terler içinde bağırarak uyandı. Daha önce de rüyalarında yılan görürdü. Rüyada yılan görmek, kötü haber, tehlike demekti. Rüyasında yılanın onun yanından uzaklaşarak gitmesini sonunun yaklaştığına yordu. Şimdi de aynı yılanın Ölüm Vadisi’nde yine karşısına çıkıp ayaklarına sarılması ne kadar garipti? İmparator, bunları düşünürken çok acı çekiyordu.
– Dünyadaki her şey değişir. Sadece yüce bilgelik ve yüce aptallık hiç değişmez dedi,keçi gibi zıplayan Tais Afinskaya.
– Bunu kim söylemiş? Updike mi? Kierkegaard mı? Churchill mi? Spinoza mı? Sartre mi? Ya da ruh hastası Nietzsche mi? Freud delisi mi? Kim söylemiş?
– Kim söyleyebilir senden başka. Senin salak sözlerin, Lir omzuna kadar uzanan beyaz saçlarını silkerek: “Kim söylemişse söylemiş, bize ne.” diye sinirlendi.
– Senin için ilginç değilse sus! Sensin salak! Konfiçyus söylemişti köpek, diyen Tais Afinskaya çıldırmıştı.
– Yeter! Sus!
– Susmam, dedi. Hışımla Lir’in saçını ince elleriyle sıkıca kavrayıp çekmeye başladı. Asalak! Mikrop! Köpek!
– Çek ellerini! Bırak diyorum! Canı yanan Lir, öfkeli Tais Afinskaya’dan kendini kurtarmaya çalışıyordu.
– Bırak saçlarımı cadı! Kancık!
Kadının çoktan beri kesilmeyen kirli tırnakları Lir’in yüzüne battı.
– Hastalıksın sen! Mikrop!
Deliren Tais Afinskaya ince elleriyle Lir’in uzun kır saçlarını bütün gücüyle çekiyordu. Lir yere düştü. Öfkeli kadın onun üzerine atladı. Kadının bacak arası Lir’in burnuna geldi. Lir’in burnuna pis bir idrar kokusu geliyordu.
Lir “Hastalıksın sen! Mikrop!” dedikçe Tais Afinskaya çıldırıyordu.
Bu kavgaya diğerleri de karıştı.
Sadece nazik bir çiçeğe benzeyen Kleopatra ne yapacağını şaşırmış bir kenara çekilerek ağlayıp duruyordu. Bu ikisinin arasındaki hayvani düşmanlık diğerlerinin de canını sıktı.
– İmparator yüksek sesle susun dedi.
– Kesin sesinizi! Allah cezanızı versin! Sizi “Kutsal Yer”e götürmek isteyen benim gibi eşekte suç! Böyle devam ederseniz kutsal toprakları asla göremeyeceksiniz. Allah belanızı versin! Durun diyorum size! Durun.
Aniden İmparator’un ağzındaki takma diş yere düştü. Bunu gören Kozuçak protez dişi yerden alıp elinde bulunan şişedeki suyla duruladı ve İmparator’a verdi. İmparator protezini taktıktan sonra sinirle konuşmaya devam etti.
– Sizi bu yola sürükleyende suç. Aptalım ben!
Hepsi sessizce İmparator’a bakıyordu.
– Burası nasıl bir yer biliyor musunuz?
Yine kimseden ses çıkmadı.
Eline yapışan Lir’in saçlarını atan Afinskaya:
– Kaz kafalı, hadım! Dün bir de benim ırzıma geçmek istedi dedi. Hâlâ öfkeliydi.
– Kes sesini sürtük!
Büyük İskender, Tais Afinskaya’ya neredeyse saldıracaktı.
– Kes dedim sana!
Hepsi sustu.
Son günlerde iyice yorgun düşen İmparator’un boğazı kurumuştu, hafif öksürdü ve yumuşak bir sesle:
– Bilmiyorsanız öğrenin. Burası“Ölüm Vadisi” dedi.
– Ölüm Vadisi mi?
Hepsi de şaşkınlık içinde bakakaldılar.
Büyük İskender, İmparator’a kızgın gözlerle baktı.
– Sen bizi Ölüm Vadisi’ne değil, Kutsal Topraklar’a götüreceğim demiştin.
– Biz bu yabancı topraklarda, çöl diyarlarında kırk yıl boyunca Musa’nın peşinden giden askerler değiliz. Nerede senin kutsal toprakların, dedi. Çoktan beri sessiz duran İskender kızgın bir sesle devam etti:
– Bunları yaşamaktansa tımarhanede kalır, kemiklerimizin çürümesini izlerdik…
Bunları söyledikten sonra hızla yere tükürerek söylendi:
– Kahretsin! Nereye gideceğimiz hâlâ belli değil.
– Musa, askerlerinin gerçeği anlamaları için onları kırk yıl eğitmişti. Siz kırk güne bile dayanamıyorsunuz diyen Kozuçak, İmparator’a içten içe acıyordu. Konuşurken feri kaçan gözleri parlamıştı.
– Günahı silmek kolay mı? Dayanacağız İmparator. Dayanmamız gerek.
– Dayanın. Az kaldı, Kutsal Topraklara.
İmparator yere oturdu ve boğuk bir sesle:
– Dayanın, dedi.
Büyüklerin tartışmalarına karışmayıp uzakta duran Kleopatra, İmparator’a başını dayadı. İmparator ağır ağır nefes alıyordu. Boğazı sıkışmış azap çekiyordu. Kozuçak ona şişedeki sudan bir iki yudum içirdi. Su güneşin sıcaklığından hayli ısınmıştı. İmparator suyu biraz yuttu ve yere tükürdü. Başını dayayıp, ona derin derin bakan Kozuçak’ın gözlerinden sıcak gözyaşları süzüldü. Yol boyunca İmparator’a umut bağlamıştı ve artık onu bir yakını gibi görüyordu.
– Sen ağlıyor musun, dedi İmparator.
– Hayır, diyen Kozuçak burnunu çekerek eliyle gözyaşlarını sildi.
– Ağlamayın!
İmparator, Kleopatra’nın