Bina her bir yüzü muhtemelen yüz yirmi metre olmak üzere kuzeye ve batıya bakıyordu ve Doğu’ya özgü çoğu gösterişli yapı gibi iki katlı ve dört köşeliydi. Batı tarafındaki sokak yaklaşık üç buçuk metre genişliğindeydi, kuzey tarafındaki ise üç metreyi geçmezdi. Duvarlara yakın yürüyerek yukarı bakan biri, duvarların pütürlü, boyasız ve itici olduğu kadar güçlü ve heybetli de olan görünümünden etkilenirdi. Dış kısmı taş ocağından alındığı gibi kullanılmış, boyasız, iri taş bloklardan oluşuyordu. Hiç alışılmadık bir şekilde evi süsleyen pencereleri ve kapıları süsleyen bezemeleri olmasa bu çağın eleştirmeni onun askerî bir tarzı olduğunu söyleyebilirdi. Batıya bakan dört, kuzeye bakan iki penceresi vardı, hepsi de ikinci kat hizasında, aşağıdaki sokaklara çıkıntı yapacak şekilde dizilmişti. Birinci katta sadece kapılar dışarıdan görülecek şekilde duvarları bölüyordu. Koçbaşlarına karşı dayanıklılığı akla getiren kalın demir sürgülerinin yanı sıra bu kapılar gayet güzel yapılmış mermer pervazlarla korunuyordu; bu hâli insanlar hakkında oldukça bilgili olan ziyaretçilere, burada oturan zengin adamın dinî ve siyasi açıdan bir Saduki olduğunu garanti ediyordu.
Genç Yahudi, pazar yerinin yukarısındaki sarayda, Romalıdan ayrıldıktan kısa bir süre sonra anlatılan bu evin batı kapısında durdu ve kapıyı çaldı. Kapının kanatlarından biri üzerinde bulunan küçük kapı onu içeri almak üzere açıldı. Kapıyı açanın yerlere kadar eğilerek verdiği selamı almadan aceleyle içeri daldı.
Evin iç yapısı hakkında bilgi sahibi olmak ve aynı zamanda gencin başına neler geleceğini görmek için onu takip ediyoruz.
Gencin kabul edildiği geçit, duvarları panelli, tavanı oyuk, dar bir tünele benziyordu. Her iki yanda, uzun zamandır kullanılmaktan lekelenip parlamış, taştan sedirler vardı. On, on beş adımlık merdiven onu kuzeye ve güneye doğru uzanan, doğu dışında her yönden iki katlı evin cepheleriyle çevrili bir avluya çıkardı. Alt kat girintilere bölünürken taraçalı olan üst kat güçlü korkuluklarla çevriliydi. Taraçalar boyunca gidip gelen hizmetkârlar, un öğüten değirmenin gıcırtısı, bir uçtan bir uca gerilen iplerin üzerinde dalgalanan çamaşırlar, oranın tadını çıkaran tavuklar ve güvercinler, keçiler, girintilerde oturan inekler, eşekler ve atlar ve belli ki genel kullanım için olan büyükçe bir su oluğuyla bu avlu evin sahibinin özel yaşamını ortaya koyuyordu. Doğu tarafında bir başka geçitle bölünen duvar her açıdan ilkine benziyordu.
İkinci geçitten geçen genç adam geniş ve kare şeklindeki bir başka avluya girdi; fundalıklar ve asmalarla donanmış olan bu avlu kuzey tarafındaki bir sundurmanın yakınlarında yükselen bir havuzun suyuyla tazelenip güzelleşiyordu. Burada kırmızı-beyaz çizgili perdelerle kapatılan girintiler yüksek ve havadardı; bu girintilerin kemerleri küme küme sütunlar üzerinde duruyordu. Güney tarafında, üst kattaki taraçalara çıkan merdivenler büyük tentelerle güneşten korunuyordu. Bir başka merdiven de taraçalardan dama çıkıyordu, kare damın dört bir kenarı oymalı bir pervaz ve altıgen şeklindeki kırmızı pişmiş kil kiremitlerden oluşan bir korkulukla çevrelenmişti. Bu alanda, her yerde gözlemlenen ve köşelerde hiçbir toza, hatta fundalıklardan tek bir sarı yaprağa bile meydan vermeyen titiz düzen, diğer her şey gibi, güzel olan genel görünüme katkıda bulunuyordu. Tatlı havayı içine çeken bir ziyaretçi daha tanıştırılmadan bile, ziyaret ettiği bu ailenin zarafetini anlardı.
İkinci avludan birkaç adım yürüyen genç sağa dönüp bir kısmı çiçeklenen fundalıkların içindeki yoldan merdivenlere doğru yürüyerek zemini yıpranmış kahverengi-beyaz taşlarla döşeli taraçaya çıktı. Tentenin altından kuzey tarafındaki kapı aralığını geçip bir perdenin kararttığı bir odaya girdi. Kiremit döşeli zeminde bir sedire doğru ilerleyip kendini yüzükoyun sedire attı, alnını kollarına dayayıp uzandı.
Akşam karanlığında bir kadın kapıya gelerek ona seslendi, cevap alan kadın içeri girdi.
“Yemek vakti geçti, akşam oldu. Oğulcuğum aç değil mi?” diye sordu.
“Hayır.” dedi genç.
“Hasta mısın yoksa?”
“Uykum var.”
“Annen seni sordu.”
“Nerede o?”
“Damdaki çardakta.”
Genç doğrulup oturdu.
“İyi o zaman. Bana yiyecek bir şeyler getir.”
“Ne istiyorsun?”
“Ne istersen getir, Amrah. Hasta falan değil, umursuzum. Hayat artık bu sabahki kadar hoş gelmiyor. Keyifsizim, Amrah. Beni çok iyi tanıyan ve asla ihmal etmeyen biri olarak yemek ve ilaç yerini tutacak bir şeyler düşünebilirsin. Ne istersen onu getir.”
Amrah’ın soruları ve alçak, anlayışlı, tedirgin sesi, ikisi arasındaki sevgi dolu ilişkiyi ortaya koyuyordu. Elini delikanlının alnına koydu, sonra tatmin olup, “Bir bakayım.” diyerek odadan çıktı.
Kısa bir süre sonra ahşap bir tepsi içinde bir kâse süt, ince dilimler hâlinde beyaz ekmek, buğday lapası, ızgarada pişirilmiş kuş, bal ve tuzla geri geldi. Tepsinin bir ucunda şarap dolu gümüş bir kadeh, diğer ucunda da pirinçten, yanan bir lamba duruyordu.
Artık oda görünüyordu. Duvarları dümdüz sıvalı, zamanla ve yağmurla lekelenen tavanı meşe kirişliydi; küçük, elmas şeklindeki taşlarla döşeli zemin sert ve dayanıklıydı; aslan ayakları gibi oyulmuş ayaklarıyla birkaç sandalye, yerden biraz yüksekte, mavi kumaş döşeli, üzeri çizgili, kocaman bir yün battaniye örtülü bir sedir vardı. Kısacası tam da Yahudi tarzında bir yatak odasıydı.
Aynı ışıkla kadın da görünür hâle gelmişti. Sedirin yanına bir sandalye çekip tepsiyi üzerine koydu, sonra servis yapmak üzere yere diz çöktü. Ellilerinde bir kadının yüzüne sahipti, esmer ve kara gözlüydü, gözleri bir anne şefkatiyle yumuşacık bakıyordu o anda. Başında kulak memelerini açıkta bırakan beyaz bir başörtüsü vardı. Kulak memeleri mevkisini ortaya koyacak şekilde kalın bir iğneyle delinmişti. Mısır kökenli bir köleydi, kutsal ellinci yıl38 bile ona özgürlüğünü getirmemişti; zaten kendisi de bunu kabul etmezdi, çünkü ilgilendiği çocuk onun bütün hayatıydı.
Bebekliğinden itibaren ona bakmış, çocukluğunda onunla ilgilenmiş, hizmetine hiç ara vermemişti. Onun gözünde delikanlı hiç büyümemişti.
Genç, yemek boyunca bir kere konuştu.
“Eskiden buraya, ziyaretime gelen Messala’yı hatırlıyor musun, Amrah?” dedi.
“Hatırlıyorum.”
“Birkaç yıl önce Roma’ya gitmişti, şimdi geri döndü. Bugün ona uğradım.”
Delikanlı nefretle ürperdi.
“Bir şeyler olduğunu anlamıştım zaten.” dedi kadın, ilgiyle. “Onu bir türlü sevemedim. Her şeyi anlat bana.”
Ama