Beş on dakikalık bir görüşmeden sonra bir yöneticiyi odasından terleyerek, topallayarak ve tükenmiş hâlde çıkarken görebilirsiniz. Yine de yüksek gerilim altında geçen bir saatin sonunda Forrest, herkesi köşeye sıkıştırabiliyordu. İyi bir idareci olarak değişik departmanların, türlü türlü ayrıntılarını iyi biliyordu. Hızla geçen dört dakika içinde makinist Thompson’a Büyük Ev’in buzdolabının dinamosundaki arızanın nereden kaynaklandığını, evdeki diğer arızaları, istediği cildin bölümü ve sayfasına kadar söyleyerek Thompson’ın kütüphaneye gitmesini istediğini, Thompson’a mandıra yöneticisi olan Parkman’ın süt makinalarının kablo bağlantılarından memnun olmadığını ve kasaphanedeki soğutucuların yüklerinin normalden fazla olduğunu söyledi. Bir ara da Bonbright’a da bir not dikte ettirdi.
Her adam konusunda uzmandı ama Forrest kanıtlanmış bir biçimde onların uzmanlık alanlarındaki konularına hâkimdi. Toprak işçilerinin şefi olan Paulson, hasat yöneticisi Dawson’a gizli gizli şikâyette bulundu. “On iki yıldır burada çalışıyorum ve bir kez dahi kendi elleriyle saban sürdüğünü görmedim ama Allah kahretsin onun bile nasıl yapıldığını biliyor. Ben sana söyleyeyim. O bir dahi. Bir toprak parçasının nasıl çekip çevrileceğini bile bildiğini biliyor musun? Daha hayati tehlikesini atlatamayan o Man-Eater denen atla meşgulken sonra bir bakmışsın ertesi gün ne kadar derinlikte toprağın hangi sabanlarla sürülebileceğini anlatıyor. Poppy Merası’ndaki toprağı sürmeyi bir düşün. Hani Los Cuatos’taki Küçük Meadow’dan söz ediyorum. Bir türlü çaresini bulamıyordum. Toprağı altüst etmenin iyi fikir olacağını düşündüm. Ama patronu kandıramadım. İş bittikten sonra tesadüfen oralara geldi. Ben ona bakıyordum ama o bana bakmıyordu. Ertesi sabah ofisine çağrıldım. Hayır, kandırmıyorum, bu olaydan sonra asla kandırmıyorum.”
Saat tam on birde sürü yöneticisi Wardman saat on bir buçuğa bir toplantı ayarlamıştı. Shropshire boğalarına göz atmak için Idaholu bir alıcı olan Thayer ile arabaya gidip hayvanlara bakacaktı. Saat on birde aldığı notların üzerinde düzeltmeler yapmak isteyen Wardman ile Bonbright ofisten ayrıldığında Forrest, odada yalnız kalmıştı. Henüz çözümlenmemiş meselelerle dolu ve beşerli gruplar hâlinde birleştirilmiş birçok tel sepetten Lowa eyaletinin domuz kolerasıyla ilgili bastırdığı kitapçığı eline aldı ve göz atmaya başladı.
Bir metre seksen santim boylarında ve seksen kilo ağırlığında olan kaslı Dick Forrest kırk yaşında herhangi bir adam olabilirdi ama asla değersiz değildi. Büyük gri gözleri vardı, kaşları fazla kemerliydi, kaş ve kirpikleri koyu renkliydi. Olağan bir alna sahipti, saçları açık kahverengi ile kestane rengi arasındaydı. Alnının altında çıkık elmacık kemikleri ve altında ister istemez beraberindeki yapıyı getiren hafif çökükler oluşmuştu. Fazla iri olmayan güçlü bir çene yapısına sahipti. Burun delikleri büyüktü. Yeterince düzgün ve yeterince çıkıntılı olan burnuna gaga burun denemezdi. Kare biçimli alt çenesinde sertlikten eser yoktu. Çenesi yarıksızdı. Ağzı kızlarınki gibi sevimliydi ama bir dereceye kadar çünkü sert yapısını gizlemiyordu. En ufak bir kışkırtmada o dudaklardan dökülebilecek sözlere engel teşkil etmiyordu. Yanık tenli, pürüzsüz bir cilde sahipti. Ne var ki alnındaki esmerlik biraz daha açıktı çünkü Baden Powell şapkasının kenarı güneşten yayılan ışınları biraz engelliyordu.
Ağız ve göz çevresinde gülmekten oluşan çizgiler vardı. Ayrıca ağzının etrafında yanak çizgileri mevcuttu. Bu çizgiler de gülmekle oluşmuş gibiydiler. Ama yüzündeki her bir çizginin güçlü izler taşıdığı belliydi. Her bir çizginin anlamı kendinden emin olma duygusunun harmanıydı. Dick Forrest, kendinden emindi. Masasındaki herhangi bir nesneye uzandığında elinin o nesneye doğrudan erişeceğine ve bir santimlik bir parçayı bile el yordamıyla aramak zorunda olmayacağını ve ıskalamayacağından emindi. Domuz kolerası hakkındaki metnin önemli yerlerini atladığında bir nokta bile kaçırmadığından emindi. Döner sandalyede oturan dengeli vücudundan sandalyenin arkasındaki desteğin dengesi kadar emindi. Kalben ve zihnen yaşantısı ve iş hayatı yani sahip olduğu her şeyden ve en önemlisi kendinden emindi.
Kendinden emin olmak için nedenleri vardı. Vücudu, zihni ve kariyeri bunu çoktan kanıtlamıştı. Zengin bir adamın oğlu olarak babasının parasını har vurup harman savurmadı. Doğma büyüme şehirliydi ama topraklarına geri döndü. O kadar başarılıydı ki besiciler ne zaman bir araya gelip sohbet ederlerse mutlaka ondan söz ederlerdi. Hiçbir ortağı olmaksızın iki yüz elli bin akre7 toprağın sahibiydi. Bu toprakların değeri akresi bin dolar ile yüz dolar arasında, bazı kısımları ise akresi yüz dolar ile on sent arasında değişiyordu. Bazı uzantıları ise bir peni dahi etmiyordu. Künklü, drenajlı meralardan tarakla temizlenmiş sisli bataklıklara, yeni yollardan su kullanma haklarındaki gelişmelere, çiftlik evlerinden Büyük Ev’e kadar bir milyon akrenin çeyreğinde yapılan yeniliklere harcananlar, kırsal alanlar için nefes kesen, kavranamaz bir meblağ oluşturuyordu.
Son ayrıntısına kadar her şey büyük boyutlu ve moderndi. Yöneticileri kira ödemeksizin -beş ila on bin dolarlık evlerde-yaşıyorlardı. Maaşları ise yetenekleri oranındaydı. Atlantik’ten Pasifik’e kadar uzanan kıtada bu uzmanlar özel olarak seçiliyor, kaymak tabakayı oluşturuyorlardı. Düz arazilerde yapılacak tarım için kullanılacak benzinli traktörlerin siparişini büyük sayılarla veriyordu. Dağlardaki gölcükleri setle çevrelediğinde yüzlerce milyon galon suyu tutuyordu. Sisli bataklıklarındaki çukurları kapatmak yerine onları sulama kanalı hâline getirdi, peşin parayla muazzam büyük kazıcılar aldı, kendisine ait bataklıklarda işler yavaşladığında büyük komşu çiftliklerin arazi sahiplerinin ve şirketlerin Sacramento Nehri’nin yaklaşık yüz elli kilometresi boyunca uzanan bataklıklarının kurutma işleri için sözleşmeler yapıyordu.
İhtiyaçlarını bilecek kadar yeteri düzeyde zekâsı vardı ve en yetenekli zekâları satın alabilmek için güncel piyasanın üzerinde bir fiyat ödemesi gerektiğini de biliyordu. Satın aldığı zekâları yönetecek kadar zekiydi ve bu zekâlar ona kârlı sonuçlar getirecekti.
Üstelik henüz kırk yaşına girmişti. Zeki, iyi kalpli, candan, erkekçe ve güçlüydü. Ama gençliğine baktığınızda otuz yaşına kadar aşırı derecede kaygısız ve kararsızdı. On üç yaşındayken milyonlarca değerindeki evinden kaçmıştı. Yirmi bir yaşından önce kıskanılacak ölçüde kolej dereceleri kazanmıştı. Ama ondan sonra süslü limanlarla dolu denizleri çok iyi bilen biri olmuştu. Macera dolu vahşi dünyada serinkanlılıkla, sıcak bir kalple ve kahkahalarıyla cenneti vadeden her türlü riski göze almaya başladı. Sadelik ve sıkıcılık onun kanunlarında yer almıyordu.
San Francisco’nun eski günlerinde Forrest adı oldukça etkiliydi. Forrest malikânesi Nob Hill’de saray tarzı evlerin öncülüğünü yapmıştır. Buralarda Flood, Mackay, Crocker ve O’Brien gibi aileler ikamet etmekteydi. Babası “Şanslı” Richard Forrest eski New England’dan Isthmus üzerinden gelmişti. Ticarete meraklıydı. Ülkesini terk etmeden önce yelkenlerle ilgileniyordu. Onları inşa etmeye pek hevesliydi. Yeni topraklara varır varmaz sahil gayrimenkulü, nehirlerdeki buharlı gemileri, madenleri ve tabii ki daha sonraları Nevada Comstock’ın drenaj yapım işi ve Güney Pasifik’in inşasıyla ilgilendi.
Büyük oynadı, büyük kazandı, büyük kaybetti ama her zaman kaybettiğinden daha fazlasını kazandı. Kumar oyunlarında bir eliyle verdiklerini öbür eliyle geri aldı. Comstock’tan kazandıklarını Eldorado bölgesinde Daffodil Grubu’nun dipsiz kuyusunda batırdı. Benica Hattı’ndaki yıkımdan kalanı Napa Birleşim’e yatırdı. Cesaret edip buna girişmesi ona yüzde beş bin kazandırmıştı.