Çevresinde gerek geniş araziler olsun gerekse küçük, her şey ulaşılabilirlik ile işlenebilirlik sistemine göre kurulmuştu. Titiz çalışan birçok verimlilik uzmanlarının yüreğini ısıtacak yapıdaydı. Her çit yaban domuzuyla boğalara karşı dayanıklı hâle getirilmişti ve çitlerin siperliklerinde hiç yabani ot çıkmıyordu. Düzlüklerin çoğunluğunda adi yonca buluyordu. Diğer arazilerde ise yine aynı yolun üzerinde bir önceki sonbaharda ekilmiş ürünler veriyor ya da ilkbaharda bitki dikimi için hazırlıklar yapılıyordu. Yine bir başka yerde kuluçka ağıllarına ve ambarlara yakın tombul Shropshire ve Fransız merinos koyunları otlatılıyordu ya da etrafta gezinen beyaz ve iri damızlıklar kırpılıyordu. Yanlarından dikkatle bakıp geçerken gözleri mutluluktan parlıyordu.
Neredeyse köy denebilecek bir yerden geçti. Doğru dürüst ne bir dükkân ne de bir iş yeri vardı. Azımsanamayacak kadar çok ve göze hitap eden evleri bungalov tarzındaydılar. Her biri büyük bahçelerin ortasında kurulmuş ve gülleri de dâhil olmak üzere geç gelen ayazın tehdidine rağmen daha iri çiçekler açıyor ve âdeta gülümsüyorlardı. Çocuklar çoktan harekete geçmişlerdi bile, ya çiçeklerin arasında gülüyor ve oynuyorlar ya da anneleri tarafından kahvaltıya çağrılıyorlardı.
Daha ileride Büyük Ev’in etrafını çevreleyen sekiz yüzlük mesafeden başlayarak bir sıra dükkânın yanından geçti. İlkinde duraksayarak içeriye göz attı. Bir nalbant demir ocağının başında uğraşıyordu. İkinci nalbant terazileri bin sekiz yüz ağırlığı ile bozabilecek yaşlı bir Shire atının ön ayağını henüz çivilemiş, toynağın dış çevresini törpüleyerek nalın parmak kısmını düzleştiriyordu. Forrest baktı, selamladı ve yoluna devam etti. Otuz metre ileride durdu. Arka cebinden çıkardığı bir deftere bir şeyler karaladı.
Başka başka dükkânların aralarından geçti: Boya dükkânı, yük arabası dükkânı, sıhhi tesisatçı, marangoz atölyesi. Sonuncusuna göz atarken yarı araba yarı kamyon olan bir hibrit vasıta son sürat yanından geçti ve ana yoldan on iki kilometre uzaklıktaki tren istasyonuna yöneldi. Seperatör binasında mandıranın günlük ürünlerini nakleden ve sabah saatlerinde işe başlayan tereyağı kamyonu olduğunu biliyordu.
Büyük Ev çiftlik şirketinin merkeziydi. Yaklaşık sekiz metre ilerisinde çeşitli çiftlik merkezleriyle çevriliydi. Çalışanlarına sürekli selam veren Dick Forrest, mandıranın yanından dörtnala geçti. Bina kalabalığı olan bu yerde yem kolileri, baş üstü raylara çıkan çöp toplayıcıları ve boşaltmalarını bekleyen gübre serpicileriyle doluydu. Birkaç kez onu, iş adamı görünümlü erkekler, yükseköğrenim görmüş insanlar, atlılar ya da at arabaları durdurup ona bir şeyler danıştılar. Bu insanlar işçibaşıydılar, konuştukları her neyse kısa ve özdü. Bir Arap melezi kadar zarif ama vahşi, bacakları ayrık, üç yaşında, altın renginde Palamina atının binicisi, en sonuncusu sadece selam vererek geçecekken patronu tarafından durduruldu.
“Günaydın Bay Hennessy, Bayan Forrest için ne zaman hazır olur?” diye sordu Dick Forrest.
“Bir haftanızı daha rica edeceğim.” diye cevapladı Hennessy. “Şimdi daha sakin, Bayan Forrest’ın istediği gibi. Ancak fazla gergin ve hassas. Onu düzene sokmak için bir hafta daha gerekecek.”
Aynı anda birbirlerine kafa salladılar ve veteriner olan Hennessy konuşmasına devam etti.
“Yonca tohumu takımında iki sürücü var. Onların işine son vermek istiyorum.”
“Sorun nedir?”
“Bir tanesi yeni bir adam, adı Hopkins. Eski bir asker. Devlette nasıl çalışılacağını bilebilir ama Shire atları konusunda hiç bilgisi yok.”
Forrest kafasını salladı.
“Diğeri iki yıldır yanımızda çalışıyor ama artık içki içmeye başladı, içki sersemliğinin acısını atlardan çıkarıyor.”
“O Smith, eski tip Amerikalı, sinekkaydı traşlı ve sol tarafında yüz maskesi var, değil mi?” diye sözünü kesti Forrest.
Veteriner kafasını salladı.
“Ne zamandır onu izliyorum.” diye cümlesini tamamladı Forrest. “Başlarda iyi bir adamdı ama son zamanlarda hatalar yapıyor. Evet, onu da gönderebilirsin. Ve şu, öteki adamı da… Hopkins miydi adı? Onu da işten çıkarabilirsin. Bu arada Bay Hennessy…” konuşmasına devam ederken Forrest not defterini çıkardı, içine karaladığı son notu yırttı ve elinde buruşturdu. Dükkânda yeni bir nalbant var. Sende nasıl bir izlenim bıraktı?”
“Karar vermek için fazla erken.”
“O hâlde diğer ikisiyle birlikte onu da işten çıkar. Senin emirlerini yerine getiremez. Yaşlı Alden Bessie’ye yeni bir nal takarken izledim biraz önce. Toynağından birkaç milimetre fazladan törpülüyordu.”
“Onu yapmayacak kadar akıllı davranmalıydı.”
“Onu işten çıkar.” diye tekrarladı Forrest, geviş hareketlerini yapan binek hayvanını dizginlerle dürtüp gıdıklarken. Sonra da kafasını sağa sola sallayıp şaha kalkmaya çalışan hayvanı yola doğru sürdü.
Gördüklerinin çoğu onu memnun etti. Bir keresinde, “Çok geniş arazi, çok geniş arazi…” diye sesli mırıldandı. Kendisini memnun etmeyen diğer şeyleri ise hemen not defterine karaladı. Büyük Ev’in etrafındaki turu tamamladığında sekiz yüz metre kadar ileriye gidip terk edilmiş bir grup baraka ve ağıla ulaştığında yapmış olduğu gezinti amacına ulaşmış oldu. Hastaneye girdiğinde iki yavru ineğe tüberküloz testlerinin yapıldığını ayrıca bir Duroc Jersey domuzunun da mükemmel durumda olduğunu gördü. İki yüz yetmiş kilogram ağırlığında, pırıl pırıl parlayan gözleri, seri hareketleri ve parlak tüyleriyle hiçbir hastalığının olmadığını âdeta haykırıyordu. Yine de Lowa’dan yeni ithal edildiğinden çiftliğin uygulamalarına göre süregelen olağan karantina döneminden geçiyordu. Kurumun sürü kayıtlarında adı Burgess Premier idi. İki yaşındaydı. Çiftliğe teslim edilmesi dâhil olmak üzere Forrest’a beş yüz dolara mal olmuştu.
Büyük Ev’in merkezinden başlayan tekerlek izleriyle dolu olan yoldan dörtnala ilerlemeye devam ederek domuzlara bakan yöneticisi Crellin’e arkasından yetişti. Beş dakikalık bir konuşmayla Burgess Premier’ın gelecekteki birkaç aylık kaderini ana hatlarıyla açıkladı. Bu arada O.I.C.’lerin en iyilerinin de en iyisi ve Seatle’dan San Diego’ya bütün şovların üstün nitelikli kurdelelerine sahip olan damızlık domuz Lady Isleton’un sağ salim on bir tane domuz yavrusu doğurduğunu öğrenmişti. Gecenin yarısına kadar başında beklediğini sonra da bir banyo ve kahvaltı için evine koşa koşa gittiğini de ilave etti Crellin.
“En büyük kızının liseyi bitirdiğini ve Stanford’a gitmek istediğini duydum.” dedi Forrest kısrağı kontrol altına alarak. Dörtnala gitmek için oradan ayrılma sinyalini verdi hayvana.
Crellin otuz beşinde genç bir adam, babacan görüntüsünün altında üniversiteye gitmenin izleri mevcut, açık havaya ve düzgün yaşamaya hevesli olan bu delikanlı adam işverenin ilgisine, esmer teni biraz kızararak ve kafasını sallayarak memnuniyetini