Sessizce yiyip içtiler. Çok sonra, içkisinden kafasını kaldırmadan konuşmaya başladı Ahlberg:
“Bunun peşini bırakacak mısın yani?”
“Hayır,” dedi Martin Beck.
“Ben de,” dedi Ahlberg. “Asla.”
Yarım saat sonra ayrıldılar.
Martin Beck odasına döndüğünde kapının altında katlanmış birkaç sayfa kâğıt buldu. Açar açmaz Kollberg’in muntazam, okunaklı el yazısını tanıdı. Kollberg’i uzun zamandır tanıdığından pek de şaşırmamıştı.
Soyundu, vücudunun üst kısmını soğuk suyla yıkayıp pijamalarını giydi. Sonra ayakkabılarını dışarı, koridora bıraktı, pantolonunu şiltenin altına serdi ve gece lambasını yakıp tavandaki ışığı söndürerek yatağa girdi.
Kollberg şunları yazmıştı:
Aklını meşgul eden kadınla ilgili şunlar söylenebilir:
1) Senin de bildiğin üzere, 1 metre 67,5 santim boyundaydı, gri-mavi gözleri ve koyu kahverengi saçları vardı. Dişleri sağlamdı; sol uyluğunun üst kısmında, apış arasından dört santim kadar aşağıdaki bir doğum lekesinin dışında, vücudunda herhangi bir ameliyat izi ya da başka bir yara izi yoktu. Kahverengi ve aşağı yukarı bozuk para boyutunda bir izdi bu ama tam yuvarlak değildi, domuz şeklini andırıyordu. Otopsiyi yapan adama göre (ki bana bir tahminde bulunması için telefonda zorladım) 27 ya da 28 yaşındaydı. 56 kilo kadardı.
2) Vücut yapısı şu şekildeydi: Dar omuzlar ve çok ince bir bel, geniş kalçalar ve dolgun bir popo. Vücut ölçüleri yaklaşık 81-58-94. Uyluklar: Kalın ve uzun. Bacaklar: Görece kalın ama şişman olmayan baldırlarla, kaslı. Uzun, düzgün parmaklara sahip ayakları iyi durumda. Ayaklarında nasır yoktu ama sanki sıkça yalınayak yürümüş ve çoğu zaman sandalet ya da lastik bot giymiş gibi topukları kuru ve çatlaktı. Bacakları kıllıydı ve çoğunlukla baldırı çıplak geziyor olmalıydı. Bacaklarının durumu: Bazı kusurlar vardı. Çarpık bacaklı ve paytak yürüyormuş gibi. Vücudu balık etliydi ama şişman değildi. İnce uzun kollar. Küçük eller ama uzun parmaklar. Ayakkabı numarası 38.
3) Bronz tenine bakarsak: İki parçalı mayoyla güneşleniyormuş ve güneş gözlüğü takıyormuş. Ayağında parmak arası terlik olduğu söylenebilir.
4) Cinsel organı iyi gelişmiş ve gür ve siyah kıllarla kaplı. Göğüsleri küçük ve gevşek. Meme uçları iri ve koyu kahverengi.
5) Boynu oldukça kısa. Belirgin yüz hatlarına sahip. Dolgun dudaklı büyük bir ağız. Düz, kalın, kara kaşlar ve daha açık renk kirpikler. Fazla uzun değil. Oldukça geniş, düz, kısa bir burun. Yüzünde kozmetikten eser yok. El ve ayak tırnakları kısa kesilmiş ve sert. Oje izi yok.
6) Otopsi raporunda (ki okudun) şunlara özellikle dikkat ettim: Çocuk doğurmamış ve hiç kürtaj olmamış. Cinayet alışılageldik bir cinsel eylemle bağlantılı işlenmemiş (meni izine rastlanmadı). Ölmeden üç ila beş saat önce yemek yemiş: et, patates, çilek ve süt. Hastalık ya da organlarda herhangi bir değişiklik izine rastlanmadı. Sigara içmiyormuş.
Saat altıda uyandırılmak üzere resepsiyona haber verdim. Hoşça kal.
Martin Beck, Kollberg’in gözlemlerini baştan sona iki kere okuduktan sonra sayfaları katlayarak başucuna koydu. Sonra ışığı söndürüp duvara doğru döndü.
O uykuya dalmadan önce gün ağarmaya başlamıştı.
6
Motala’dan arabayla yola çıktıklarında sıcaklık asfaltın üzerinde belli oluyordu. Sabahın erken saatleriydi ve yol önlerinde boş ve düz uzanıyordu. Kollberg ve Melander önde, Martin Beck ise arkada, pencereyi açmış, rüzgârı yüzünde hissederek oturuyordu. Muhtemelen giyinirken indirdiği kahve yüzünden kendini iyi hissetmiyordu.
“Kollberg arabayı kötü ve dengesiz kullanıyor,” diye düşündü Martin Beck ama bir şey demedi. Melander boş gözlerle camdan dışarı bakarken bir yandan da piposunun ucunu kemiriyordu.
Kırk beş dakika boyunca sessizce yol aldıktan sonra Kollberg başıyla sol tarafı işaret etti, ağaçların arasından bir göl görülebiliyordu.
“Roxen Gölü,” dedi. “Boren, Roxen ve Glan. İnanmayacaksınız ama okul yıllarından aklımda kalan çok az şeyden biri.”
Diğerleri bir şey demedi.
Linköping’de bir kafede durdular. Martin Beck hâlâ kendini iyi hissetmiyordu, bu yüzden diğer ikisi bir şeyler yerken o arabada kaldı.
Yemek Melander’in keyfini yerine getirmişti ve ön koltukta oturan iki adam yolun geri kalanı boyunca sohbet etti. Martin Beck sessizliğini korudu. Canı konuşmak istemiyordu.
Stockholm’e ulaştıklarında doğruca evin yolunu tuttu. Karısı balkonda oturmuş, güneşleniyordu. Üstünde sadece şort vardı ve ön kapının açıldığını duyunca balkon korkuluğundan sutyenini alıp ayağa kalktı.
“Merhaba,” dedi. “Nasılsın?”
“Berbat. Çocuklar nerede?”
“Bisikletleriyle çıkıp yüzmeye gittiler. Betin benzin atmış. Tabii ki doğru düzgün bir şey yemedin. Sana kahvaltı hazırlayayım.”
“Yorgunum,” dedi Martin Beck. “Bir şey yemek istemiyorum.”
“Ama iki saniyede hazırlarım. Otur da…”
“Kahvaltı falan istemiyorum. Sanırım biraz yatıp uyuyacağım. Bir saat sonra uyandır beni.”
Saat onu çeyrek geçiyordu.
Martin yatak odasına girip kapıyı kapattı.
Karısı onu uyandırmaya geldiğinde sadece birkaç dakika uyumuş gibi hissediyordu.
Duvardaki saat bire çeyrek kalayı gösteriyordu.
“Sana bir saat demiştim.”
“Çok yorgun görünüyordun. Müdür Hammar telefonda.”
“Ah, kahretsin.”
Bir saat sonra, Martin şefinin ofisinde oturuyordu.
“İlerleme kaydedebildiniz mi?”
“Hayır. Hiçbir şey bilmiyoruz. Katili bilmek bir yana, maktulün kim olduğunu, nerede öldürüldüğünü dahi bilmiyoruz. Nasıl ve nerede gerçekleştiğini yaklaşık olarak tahmin edebiliyoruz, hepsi bu.”
Hammar avuçlarını masanın üstüne koyup oturdu, tırnaklarını inceleyip alnını kırıştırdı. İyi bir amirdi; sakin, hatta biraz fazla ağırkanlıydı ve Martin’le daima iyi anlaşmışlardı.
Müdür Hammar ellerini kavuşturup Martin Beck’e baktı.
“Motala’yla iletişimi koparma. Muhtemelen haklı çıkacaksın. Kız tatilde, evden uzak sanılıyordu, hatta belki yurt dışındaydı. Birisinin, yokluğunu hissedip onu özlemesi bile iki hafta alabilir. Üç haftalık bir tatile çıktığını varsayalım. Yine de raporunu en kısa zamanda görmek isterim.”
“Bu öğleden sonra elinde olur.”
Martin Beck ofisine gitti, daktilosunun kılıfını çıkardı, Ahlberg’den aldığı kâğıtları karıştırdı ve yazmaya başladı.
Saat beş buçukta telefon çaldı.
“Akşam yemeği için eve geliyor musun?”
“Pek öyle görünmüyor.”
“Senden başka polis mi yok?” dedi karısı. “Her şeyi sen mi yapmak zorundasın?