CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126435
Скачать книгу
pencerelerde, gözlük takmamış körlerin gözlerindeki boşluktan vardı sanki. Tetik dediğin her zaman küçük bir çelik parçası olmaz, dedim içimden. Sinyal yerine geçen açık bir pencere de olur.

      Eksik olan mal şimdi emniyetin garajında yatıyordu demek ki. İlk gittiğimizde araçlara alıcı gözle bakmadığıma üzüldüm.

      Otomobilimden indim. Kapıyı kilitlerken pencerelerine baktım çevredeki apartmanların. Hızla baktım bakmasına ama anormal bir şey görmedim. Ne bana ne evimin pencerelerine bakan küçük, külyutmaz görünümlü gözler yoktu. Yorgun bir akşamüstü eve dönen herhangi biri gibi ilerledim girişe doğru. Daha bir tam gün bile dolmadan, epeydir oturduğum apartmana yabancılaştığımı hissettim. Sanki biri soracak gibiydi pencereden kafasını uzatıp kime baktığımı. Anahtarlarımı çok önceden çıkardım cebimden.

      Posta kutum boştu. Aidat borçlarının yazılı olduğu listede adımın karşısında düzgün bir çizgi vardı. Bakalım kimin adı yazılacak gelecek ay, diye geçirdim içimden. Merdivenleri telaşsız tırmandım.

      Eski evimin kapısını açıp girdim içeri.

      Kaç kere girmiştim bu evin kapısından tek başıma. Kaç kere girip bir tek çöpün bile yerinden kıpırdanmadığı salonda etrafa bakmıştım. Nem içeriye de sinmişti.

      Aklımda bin bir tuhaf düşünce, bin bir kez girdiğim ev bu ev değildi şimdi. Burası İstanbul’un Akatlar semtinde, uzaktan önünde adamlar öldürülen Akmerkez manzaralı herhangi bir boş evdi. O kadar.

      Boş evin; bomboş, terk edilmiş, adama dönmesi için epey mesai gerektiren salonunun duvarının dibinde, kimsenin umursamadığı halının üstünde, “mesajım var sana” diye göz kırpan telefona doğru ilerledim. Başkasının evinde izinsiz dolaşan bir insan nasıl ürkek adımlarla yürürse öyle.

      Mesajı dinlemem için basmam gereken tuşa bastım.

      Önce biraz düşündü makine. Sonra içindeki kız yalnızca bir tek mesajım olduğunu söyledi bana. Saatini söyledi sonra. Bunları biliyordum.

      Tanıdığım bir ses, duyduğum sözleri tekrarladı sonra.

      “Remzi Bey… Remzi Bey… Hay Allah, bulsaydım çok iyi olacaktı sizi. Yardıma ihtiyacım var. Çok.”

      Buldun, dedim içimden. O sırada makinenin ekranında beliren telefon numarasına baktım.

      Kendi kendimi “Efendim?” derken duyduğumda mandala bastırıp susturdum makineyi.

      Yere oturdum. Sırtımı duvara verdim. Ekranda görünen numarayı tuşladım. Ahizeyi kulağıma götürüp bekledim.

      Cenaze evlerinde hemen açılırdı telefon.

      Hemen açılmadı. İkinci, üçüncü zili duydum. Yoksa bana da mı telesekreter çıkacak, diye endişelendim.

      “Aloo…” dedi bir kadın sesi sonra. Tam iş üstündeyiz, ne rahatsız ediyorsun tonlamasıyla cevap vermişti. Kadındı ama aradığım kadın değil.

      “Hülya Hanım’la konuşabilir miyim?” dedim. Kibardı sesim doğrusu.

      “Kimsiniz?” dedi kadın.

      Adımı vermesem daha iyi olur, diye düşündüm. Zarftan da bahsetmemeliydim bence.

      “Hülya Hanım öğleden sonra…” diye başladım. Cümleyi uygun bir palavrayla bitiririm diye umuyordum.

      İzin vermedi.

      “Hülya Hanım müsait değil…” diye neredeyse bağırdı telefona. “Lütfen rahatsız etmeyin. Onun da eşi dostu olduğunu bilin artık.”

      “Kendisi bana…” diye devam etmeyi denedim.

      “Laf anlamaz mısınız siz?” dedi kadın, sesini biraz daha yükselterek. “Rahatsız etmeyin diyorum size. Bir daha ararsanız farklı konuşurum.”

      Telefon açıldığı gibi kapandı suratıma sonra.

      Kendi kendime gülümsedim. Adrenalini yükselen bir tek ben değildim ortalıkta.

      Genellikle bir işle ilgili konuşmaya çalıştığımda bana kaba davrananlara sinirlenmem. Kaba davranmak için bir nedenleri olduğunu düşünürüm. Genellikle de vardır. O neden üzerinden çalışırım. Sonuç verir. Birisinin üstünde çalışmak için konuşabilmek gereklidir ama.

      Bir kez daha arasam, bir kez daha kapatacaktı yüzüme telefonu, bundan emindim.

      İşaretsiz zarfın peşine düşebilmek için birisiyle konuşmam gerekiyordu ancak. Yüz yüze konuşurken telefondakinden daha ikna edici olabildiğime güvenmekten başka çare yoktu. Demir tavında dövülür, dedim içimden. Oturduğum yerden kalktım.

      Evden çıktım. Hızlı adımlarla merdivenleri indim. Apartmandan çıkıp C Blok’a yöneldim. Bu apartmanın giriş yolunun benim eski apartmandan daha temiz olduğu dikkatimi çekti. Apartmanın dışında, iki sütun halinde uzanan zil butonlarının karşısındaki isimleri hızla yukarıdan aşağıya gözden geçirdim. Aradığımı ilk bakışta bulamadım.

      C Blok’ta oturanların arasında Kemal ya da Hülya Çakır yoktu buradan anlaşıldığına göre. Bir tanesinin dışında bütün butonların yanında kimi kartvizitten kesilmiş, kimi küçük kâğıt parçalarına özenle elle yazılmış bir dolu isim vardı. Bazılarında yalnızca erkek isimleri, bazılarında kadın ve erkek isimleri, bazılarında yalnızca soyadı. Aradığım isimler bunların arasında yoktu. Yalnızca sekiz numaranın butonunun yanı boştu.

      Bu beni yıldırmadı elbette. Çok küçükken babamdan öğrendiğim mantık yöntemini çalıştırdım. Olmayana ergi…

      Butonların en üstünde duran küçük hoparlöre bakıp on altı numaralı dairenin ziline bastım. Haklıysam, bir kez daha refüze edilmek işime gelmiyordu.

      On altı numarada ya apartmanın güvenliğiyle zerre kadar ilgilenmeyen birileri oturuyordu ya da pizzacıyı bekliyorlardı, demir kapının otomatiği ona kadar saymadan açıldı.

      İçeri süzülüp kapıyı ardımdan kapadım. Tıpkı benimkine benziyordu C Blok’un girişi. Üzerinde sekiz yazan posta kutusuna bir göz attım. Boştu. Merdiven otomatiğine dokunup yukarı çıkmaya başladım. Acele etmeden. Teker teker.

      Sekiz numaralı dairenin kapısının önünde durdum. Sonradan yaptırılmış, epeyce de para harcandığı belli olan ahşap görünümlü çelik bir kapıydı karşımdaki. Üzerindeki metal isimlik de boştu. “Ya Settar!” deyip zile dokundum.

      Merdiven otomatiği merdiven boşluğunu aydınlatan lambayı söndürdü. Koridorun ortasına bir hamle yapıp yeniden yaktım ışığı. İçeriden terlik sesi falan gelmiyordu.

      Kapının tam ortasındaki gözetleme deliğinin karşısında suratıma zararsız bir ifade yerleştirip dikildim.

      İkinci kez basmama gerek kalmadan açıldı kapı. Yarım açıldı ama.

      Kapıyı açan kadını tanıyor muydum? Tanımıyordum. Yok, tanıyordum galiba. Evet, evet tanıyordum. Müşterimdi.

      Hülya Çakır, yarısını kapının arkasına gizlediği yüzüyle bakıyordu bana. Türbanı kafasında değildi. Alnının üstüne doğru düşüveren iki tutam sarı saç vardı şimdi, her şeyi gizleyen o siyah bez yerine… Eşofmanını değiştirmişti aralıktan gördüğüme göre. Koyu renk, dokusunu olduğum yerden sezemediğim bir giysi vardı üstünde.

      Başınız sağ olsun demek doğru gelmedi o anda bana.

      “Biraz konuşabilir miyiz Hülya Hanım?” dedim alçak bir sesle.

      Kafasını evin içine doğru çevirdi bir an. Sonra yine