CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126435
Скачать книгу
mı gerçekten?” dedi.

      Gözlerinde bakmamış olmamı çok dileyen bir şey vardı. Doğruyu söyledim.

      “Hayır,” dedim “Beni içeri almanıza yarar diye öyle söylemiştim.”

      “Allah’a şükür,” dedi Hülya Çakır oturduğu yerden antrenin tavanından sarkan püsküllü abajura bakarak. “İnsan içine çıkamazdım bir daha, gerçekten içine baksaydınız,” dedi. “Ölürdüm.”

      Bir başka ölümü hatırlamış gibi yeniden sislendi gözleri.

      Bunu söylemek için çok tuhaf bir durumdaydık ama mecbur hissettim kendimi.

      “Başınız sağ olsun,” dedim. Arkasından ne diyeceğimi bilimedim.

      “Sağ olun,” dedi Hülya Çakır. Puslu gözlerinin daha da puslanmasını engellemek istercesine elinin tersini gözlerinin üstünden geçirdi. Sonra biraz daha toparlanmış gibi doğrudan gözlerimin içine baktı.

      “Gerçekten…” dedi. Cümlenin gerisini havada bıraktı.

      “Gerçekten,” dedim. “Özür dilerim. Böyle olacağını bilemedim.”

      “Önemli değil,” dedi. Başka bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açtı. Koridordaki hareketlenmeyi hissedince sustu ve o tarafa doğru baktı. Henüz tanışamadığım kadın bir elinde uzun Marlboro paketi, öteki elinde peri bacası şekli verilmiş bir merminin içine oturtulmuş masa üstü çakmağı ve kesme cam kül tablasıyla bize doğru geliyordu. Atkuyruklu kız arkasıydaydı. Elinde koyu renkli bir örtü vardı. Desenlerini çıkaramadım.

      Mini etekli kadın sesini çıkarmadan bana doğru uzattı elindekilerini. Başımı hafifçe sallayarak teşekkür ettim alırken. Geriye çekildi. Kül tablasını yere bıraktım. Paketten bir sigara alıp Hülya Çakır’ın dudağına yerleştirdim. Çakmak ancak ikinci seferde yandı cılız bir alevle. Sigarasını yaktım kadının.

      Biraz geriye çekilip ilk nefesinin keyfini çıkarmasına izin verdim. Hülya Çakır fırsatı kızının elinden aldığı örtüyü başına dolamakla değerlendirdi. Alelacele, köylü kadınlar gibi bağlamıştı.

      Mini etekli kadın konuşma fırsatını kaçırmadı.

      “Ne oldu Hülya?” dedi. “Tansiyonun mu düştü? Yoksa…”

      “Yok yok, iyiyim,” dedi Hülya Çakır, sigarasının dumanını kesik kesik savurarak. “Ne olduysa, bir anda…”

      Yerimden doğruldum. Sol ayağım biraz uyuştuğu için zor oldu ama başardım. İki ayağım üzerinde dengelendim sonra.

      “Biraz daha iyiyseniz, içeri geçsek de konuşsak,” dedim. Hülya Çakır’a elimi uzattım kalkmasına yardım için.

      Hülya Çakır sigarasını yere bıraktığım kül tablasında söndürdü. Elime uzandı sonra. Avucunun soğuk olduğunu algıladım. Demek el sıkmayan cinsinden değildi. Önce başının dönüp dönmeyeceğini test eder gibi yarım bir kalkış hareketi yaptı, sonra güvenle kalktı ayağa. Elini hemen çekti elimden. Başörtüsünün uçlarını sıkıladı.

      “Anne yavaş!” dedi Nazan Çakır.

      Hülya Çakır iki ayağının üstünde dengeledi kendisini. “İyiyim, iyiyim,” dedi.

      Adının Asuman olduğunu öğrendiğim kadın yolu açmak için yana çekildi. Hülya Çakır bastığı yere bakarak koridorda ilerledi. Kızıyla ben arkasından yürüdük. Kül tablası, sigara, çakmak kızının elindeydi. Asuman ikimize de yol verdi.

      Salon benim eski evin salonunun olduğu yerdeydi. Evin geride kalanının da aynı plana sahip olduğunu anlamak için deha olmak gerekmiyordu. Aynı plan, ters yön. Pencerelerin arkadaki küçük vadiye baktığını, Beşiktaş Kulübü’nün belediyeden devraldığı kapalı spor salonunun çatısını uzaktan görünce anladım.

      Salon, benimkinin aksine, ağzına kadar doluydu.

      Kütüphanemin olduğu yerde kocaman bir büfe vardı. Oymalı tahtadan köşeleri olan, içi de ağzına kadar ıvır zıvır dolu bir büfe. Büfenin önünde, kenarında sandalyelerle kocaman bir yemek masası. Masanın üstündeki örtünün işlemelerinden, fakir iki kıza iki gelinlik çıkarabilirdiniz. Masanın hemen dibinde kırmızı kadife döşenmiş oturma takımı başlıyordu. Oturma takımının tekli koltukları, ikili kanepesi, üçlü kanepesi pencereye kadar ulaşıyordu. Benim televizyonumu koyduğum iki pencerenin arasında ince uzun bir kütüphane vardı. Kütüphanede herhalde eve geldiğinden beri hiç açılmamış Meydan Larousse ciltlerinin işgal ettiği yerin dışında kalan her yer irili ufaklı fotoğraflarla doluydu. Çerçeveli, çerçevesiz. Oturma takımının ortada bıraktığı boş alanda bej renkli, uzun tüylü bir halı yerleştirilmişti. Televizyon, seyretme mesafesine bakıldığında gözü rahatsız edecek kadar büyük ekranlı bir plazmaydı. Kapalıydı beklendiği gibi. Benim evin kimselerin kalmadığı misafir odasına denk düşen odayı gündelik oturma odası olarak düzenlemişler demek ki, diye düşündüm kendi kendime. O odada daha küçük bir televizyon vardır. Telefon kütüphanenin altındaki çıkıntıdaydı.

      Hülya Çakır salonun girişinde durdu. Ev sahibi olduğunu hatırladı sanki.

      “Buyurun,” dedi bana. Sonra elini alnına götürdü. Yine de bekledi önce benim oturmamı.

      Kendime, kendi evimdeki koltuğumun konumuna yakın duran tekli koltuğu uygun bulup oturdum. Hülya Çakır üçlü kanepeye, çaprazıma oturdu. Asuman arada bir boşluk bırakıp yanına. Eteğini kontrol ederek bacak bacak üstüne attı. Nazan Çakır ayakta kaldı. Ellerini önünde birleştirmişti. Elindekileri masanın üstüne bırakmıştı.

      Böyle bir durumda evin içi girip çıkanla dolu olmalıydı, diye geçirdim aklımdan. Yemekler gelmeliydi, telefon susmamalıydı, insanlar birbirlerine cenazenin hangi camiden kalkacağını fısıldamalıydı. Yok, böyle olmamalıydı.

      Niye böyle olduğunu tahmin etmek mümkündü ama. Doğru tahmin etmek. Belki.

      Kapıyı çaldığımdan beri ev sahibime ilk kez doğru dürüst bakabiliyordum şimdi. Üstünde neredeyse siyaha varan koyulukta lacivert bir elbise vardı. Sekreter kızın saçları kadar koyu. Belindeki fiyonk yapılmış şeridin dışında hiçbir eklenti yoktu giysisinde. Ayak bileklerine kadar inen bol etekleri, saatini bile gizleyen uzun kolları vardı.

      Sanki “kim önce konuşacak” der gibi kıpırdandı yerinde ev sahibem. Asuman Hanım ona baktı.

      “Kimin kim olduğunu anlamışsınızdır ama tanıştırayım. Asuman. Kardeşim…” dedi ev sahibem eliyle yanındakini göstererek. Memnun oldum anlamında başımı salladım kadına doğru. Aynı cevabı aldım. “Kızım…” dedi sonra kafasını ayakta duran atkuyruklu kıza doğru çevirerek. Kıza da başımı eğdim.

      Atkuyruklu kızın yüzünde hiçbir değişiklik olmadı, eve gelen orta yaşlı bir adama takdim edilince. Üzerinde bir blucinle yazısız, mavi bir tişört vardı. Yüzünde Kemal Çakır’ı andıran herhangi bir iz görmedim. Annesinin yirmi yıl önceki haline benziyordu daha çok. Göğüsleri biraz daha gelişmişti.

      Ev sahibim ona döndü.

      Bakalım ne isteyecek, diye geçirdim içimden.

      “Nazan, birer kahve yap bize,” dedi. “Remzi Bey’e sor bakalım nasıl içer?”

      “Orta lütfen,” dedim kız bir şey sormadan. Kız geri döndü. Odadan çıktı. Evlerimizin planına göre çıkınca sola dönüp mutfağa gireceğine, sağa döndü, koridordan yürüdü.

      “Onun için de çok zor…” dedi ev sahibem.

      Başımı