CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126435
Скачать книгу
pası da değerlendirmemişti.

      Reklamcı arkadaşım oralı olmadı. Freelander’ın öteki tarafında mutlaka görmesi gereken bir ayrıntı varmış gibi hızlı ve kararlı adımlarla hareketlendi. Kemal Çakır da peşinden. Onun kadar hızlı adımlarla değil ama. İşin sonunda kendisinde biteceğinden emin bir esnaf ağırlığıyla.

      Reklamcı arkadaşım peşinden gelen adamla ilgilenmedi. Aklına dünyanın en önemli şeyi gelmiş gibi birden durdu, yüzüme bile bakmadan bana seslendi.

      “Sen şu senaryoyu gönder istersen iki dakikada Okan,” dedi kesin bir otorite sergileyen ses tonuyla. “Eczacıbaşı’ndan cevap gelmişse de haberim olsun.”

      Kemal Çakır bana baktı, ben kararsızca etrafıma. İyi rol kesiyor, dedim içimden.

      Reklamcı arkadaşım her şeyi kendisinin düşünmesinden bıkmış bir patron sesiyle Kemal Çakır’a döndü.

      “ADSL bağlantınız var mı?” dedi. “Arkadaşım bir-iki dakika girsin internete.”

      Kemal Çakır küçük bir yenilgi duygusuyla sarsılmış gibi alçak bir sesle yanıt verdi.

      “Maalesef.”

      Arkasından bir öneri gelir miydi bilmiyordum. Hemen devreye girdim.

      “Bir telefon bağlantısı da işimi görür,” dedim.

      Kemal Çakır rahatladı. Başıyla elbette işareti yaptı, önce bana sonra reklamcı arkadaşıma. Eliyle kapıyı gösterdi. Önden girmeme izin verdi. İçeri girdim. Peşimden geldi.

      Cepheyi boydan boya kaplayan camın iç tarafında, en az dışarıdaki kadar büyük bir alan vardı. Burada sergilenmesi gereken bütün otomobilleri dışarı çıkarmışlardı anlaşılan, ilkokul üç öğrencisi çocuklar, altışardan çift kale maç yapabilirlerdi boşlukta. Kapının girişinden başlayan kirli sarı yolluk, içeri girenlere nereye yönelmeleri gerektiğini gösteriyordu. Dosdoğru karşıya. Laptop çantası elimde, kafam yukarıda yürüdüm. Duvarlardaki billboard büyüklüğündeki cip fotoğraflarına bakmadım bile. Bakacağım başka şeyler vardı. Onlar da bana bakıyordu. Beklediğimden azını gördüm.

      Yolluk, Hülya Çakır’ın söylediği gibi iki masanın ortasında sona eriyordu. Soldaki masa sağ çaprazında duran masadan iki kat daha büyüktü. Yanında birkaç sene ısrarla sulanırsa boyu tavana yetişme ihtimali olan bir bitki vardı. Sağdaki masada cep telefonuyla konuşan bir kız. Bizi görünce konuşmasını kesmedi. Gözleriyle takip etti yalnızca önünden geçerken.

      Masalara iyice yaklaştığımızda durdum. Kemal Çakır kıza döndü.

      “Arkadaş benim masamda biraz çalışacak,” dedi benim yüzüme bakmadan. “Yardımcı ol gerekirse.”

      Kız cep telefonu hâlâ kulağında, kafasını salladı.

      Sesimi çıkarmadan büyük masanın arkasına geçtim. Patronun kim olduğunu herkese açıkça ilan eden koltuğa oturdum laptop çantasını masanın üstüne bırakıp.

      Kemal Çakır her şeyin yolunda olduğuna kanaat getirince hiçbir şey söylemeden yolluğun üzerinde geldiğimiz yöne doğru yürüdü. Kapıdan çıkmasını bekledim laptop çantasının fermuarını açmadan önce.

      Sonra kıza baktım. Hâlâ konuşuyordu telefonda. Alçak sesle ama. Gözleri hemen tepemden geçip sağ tarafımda yükselen bitkinin en üst dallarında bir noktaya kilitliydi.

      Neredeyse lacivert denecek kadar koyu saçları omuzlarına kadar iniyordu. Uçları dikti saçlarının. Kaşlarını örten bir kâkülü vardı, daha kısa ama aynı diklikte. İki kulağından sarkan metal zinciri tartsanız iki yüz elli gram gelirdi herhalde. Aynı metalden küçücük bir parça da sağ kaşının üstüne iliştirilmişti. Dudakları mordu. Gözlerinin altı da. İncecik askılı bluzunun sergilediği omuzları her hafta sonu ya havuzda ya da solaryum makinesinin altında epey zaman geçirdiğini bağırıyordu.

      Çantanın fermuarını abartılı bir hızla açtım. Bilgisayarı çıkardım. Hayli gösterişli bir telefon ve deri bir sumen dışında boş olan masanın üzerine yerleştirdim. Çantayı sol tarafımda yere bırakırken, masanın o tarafındaki çekmeceleri gözden geçirdim. Üç çekmece alt alta sıralanmıştı masanın o yanında. En üsttekinde bir anahtar sallanıyordu. Bilgisayarın kapağını açtım.

      Gösterişli telefona uzanıp altındaki hat kablosunu çıkardım. Bilgisayarın yanındaki girişe taktım. Sonra açmak için ekranın altındaki bir dizi düğmeden en büyüğüne dokundum.

      Sol ayağımı hafifçe sola doğru ilerlettim gövdemin duruşunu değiştirmeden. Kız hâlâ telefonla konuşuyordu.

      Windows XP açılmaya karar verdiğini ilan etti reklamcı arkadaşımın bilgisayarının hoparlöründen. Kız oralı bile olmadı.

      Ayakkabımın burnunun ucuyla en alttaki çekmecenin tutamağına dokundum. Çıkıntısının altına yerleştirdim ayakkabımın ucunu sonra. Hafifçe çektim dışarı doğru. Çekmece belki bir buçuk santim kadar açıldı.

      Tamam, dedim kendi kendime. Kilitli değil. Kilitli olsa ne yapacağımı bilmediğimi düşününce ürperdim hafifçe.

      İki dirseğimi masaya dayayıp bilgisayarın kendisine gelmesini bekliyor gibi yaptım. Alt tarafta çalışıyordum oysa. Sol ayağımın ucunu çekmecenin artık ortaya çıkmış olan tabanına dayayıp kendime doğru çektim. Bu kez üç santim kadar açıldı dışarıya doğru çekmece. Ses falan çıkmamıştı, çıksa bile kızın duyma ihtimalinin sıfır olduğuna karar verdim. Bir kez daha hareketlendirdim sol ayağımın burnunu geriye doğru. Aralık biraz daha büyüdü.

      Sol ayağımdaki kasılmanın geçmesi için biraz beklemeye karar verdim.

      Sol elim kucağımda, sağ işaretparmağımla bilgisayarın imlecini gezdirdim ekranda. Bacağımı oynattım aşağı yukarı. Kasılmanın geçtiğine karar verince sol ayağımla çekmecenin aralığını biraz daha genişlettim. Bu aralık yeterliydi artık.

      Gözlerim ekranda, imleci sağa sola gezdirdim. Sonra Spider Solitaire programını çalıştırdım. Gövdemi biraz ileri hareketlendirerek ekranda alt alta dizilen oyun kâğıtlarını inceledim.

      Kıza baktım yeniden. Cep telefonunu kapatmıştı. Göz göze gelince gülümsedim. Oralı olmadı. Yerinden kalkıp kendi masasının arkasındaki dört katlı dosya dolabına gitti. En üstteki çekmeceyi açtı gürültüyle. İçine baktı.

      Hafifçe geriye doğru kaykılıp sağ bacağımı sol dizimin üstüne yarım bağdaş kurar gibi attım. Sağ işaretparmağımı yeniden yerleştirdim imleci kontrol ettiğim yüzeyin üzerine. Sol elimi dizimin üstünde duran pantolon paçasından içeri kaydırdım hafifçe. Çorabımla ayağımın arasında dikine duran beyaz zarfa dokundum.

      Kız dosya dolabını açtığı gürültüyle kapadı. İçinden bir şey almamıştı. Yine göz göze geldik. Beyaz askılı bluzunun altına daracık deri bir pantolon giymişti. Bu kez gülümsemedim. Masasına oturması bekledim. Oturdu. Broşür sandığım bir kâğıt tomarını masasının sol tarafından sağ tarafına aldı. Sonra yeniden eline aldı cep telefonunu. Kulağına götürmeden tuşlarına basmaya başladı.

      Çorabımın içindeki zarfı sol elimle aldım. Kolumu dikine aşağı doğru uzattım. Küçük bir göz hareketiyle çekmecenin açıklığını ölçtüm. Yeterliydi. Sonra bir F-16’dan aşağıya bomba bırakır gibi saldım zarfı. Dikine aşağıya doğru gitti. Aralıktan girdi içeriye. Yalnızca hafif bir tık sesi geldi. Ucu kaydı içeriye doğru, geride kalan kısmı çekmeceye takıldı, verevine kaldı zarf. Hızla sol ayağımı hareketlendirdim. Çekmecenin dışından hafifçe vurdum. Zarf çekmecenin