“Ama zarfın içine baktım ben Hülya Hanım,” dedim.
Bölüm 7.4
Söylediğim şeyin bir etkisi olacağını tahmin ediyordum ama bu kadarını değil.
Dudaklarımdan çıkanı algılar algılamaz Hülya Çakır’ın gözleri büyüdü, kocaman oldu, inanmaz gibi bakarak. Sonra bulanıklaştı gözbebekleri, elini alnına götürmeye çalıştı, götüremedi.
Sanki ağır çekimde gibi yana, kapının içine doğru yığıldı.
Hay Allah, dedim içimden. Başını vurmasa bari.
Başını vurmadı. Son anda kendiliğindenmiş gibi bir hareketle elini düşme yönüne doğru altına getirmeyi başardı, yumuşattı düşüşünü. Başı hareketin hızıyla yana doğru savruldu, omzunun üstünden temas etti yerle. Ses çıkmadı.
Yerimden kıpırdayamamıştım kadın düşerken. Kendi kendime hayıflanmayı kısa kestim. Hemen başına çöktüm gövdemin yarısıyla kapıdan içeri girip. Elimi kafasının altına getirip hafifçe kaldırdım. Görmeme izin vermediği saçlarına dokununca suç işlemiş gibi irkildim bir an. Sonra üstesinden geldim bu duygunun.
Gözleri açıktı ama görmüyor gibiydi. Üstümde kafasının altına koyabilecek ceket gibi bir şey olmadığı için etrafıma baktım. Antredeydik, askılıklarda işime yarayacak bir şey olabilirdi.
“Anne!” diye bir çığlık geldi içeriden. Bir kız çığlığı. “Anne! Ne oldu?”
Antrenin bağlandığı koridordan yalnızca atkuyruğunu algılayabildiğim bir siluet hareketlendi. Çığlığı sürdürerek tepemize geldi.
“Anne! Anne! Anneciğim. Aman Allah’ım! Aman Alah’ım!”
“Sakin olun,” dedim nasıl biriyle konuştuğumu tam olarak anlamadan. “Şu ceketi verin oradan.”
Atkuyruklu siluet sustu. Bir bana baktı galiba, bir annesine. Sonra sesini çıkarmadan biraz ötemizdeki askılıktan sentetik bir kumaştan yapılmış bir yağmurluk verdi elime.
“Bu olmaz,” dedim. “Daha kalın bir şey lütfen… Hadi…”
Atkuyruklu kız biraz daha toparlanmış gibiydi. Bu kez askılığı eliyle taradı. Kafam yukarıda, ne yaptığına bakıyordum. Sonra derinlerden kareli, ele gelen dokusu olan anorak gibi bir şey bulup çıkardı.
“Teşekkür ederim,” dedim. Verdiği giysiyi katlayıp Hülya Çakır’ın başının altına yerleştirdim.
Sonra yüzüne baktım kadının. Biraz daha çalışsam kendine gelecek gibiydi. Hafif hafif tokatladım yanaklarını.
“Hülya Hanım…” diye seslendim. “Hülya Hanım…”
Kıza döndüm.
“Bir bardak su getirir misiniz?”
Atkuyruklu kız ikiletmedi. En azından niyeti oydu. Fazla ileri gidemedi ama koridorda.
Bulunduğum yerden yüzünü göremediğim bir kadının sesi engelledi onu.
“Ne oluyor Nazan?” dedi ses. “Kim bu? Annene ne oldu?”
Bir daha ararsan farklı konuşacak olan kadınla tanış Remzi Ünal, dedim kendi kendime.
“Bayıldı,” dedim soru bana yöneltilmiş gibi, ama kadının yüzüne bakmadan. “Bir bardak su getirse iyi olur.”
Sesimi az önceki telefonda konuşana benzetti mi bilmem. Yüzünü görmedim.
“Sen kimsin yaa?” dedi tepemden. Sonra tanımış gibi gevşedi yüzünün çizgileri.
“Bir saniye lütfen, durumuna bakalım önce,” dedim. “Tanışırız…” Ne yaptığımı biliyormuş gibi Hülya Çakır’ın kolunu birazcık sıyırıp nabzını tuttum. Doğru dürüst alamadım kalp atışlarını ama elimi bileğinde tutmaya devam ettim.
İşe yaradı.
Yana çekildiğini atkuyruklu kızın ayak seslerinden anladım. Bir-iki tokat daha attım Hülya Çakır’ın yüzüne. Başını sağdan sola oynattı. İyi haber, dedim içimden.
“Hülya Hanım! Hülya Hanım!” diye üsteledim.
“Inh…” diye bir ses çıktı Hülya Çakır’ın dudaklarından. Bu daha iyi haber, dedim kendi kendime.
“Hülya, iyi misin?” dedi tepemizde dikilen kadın. “Bir bak. Korkutma beni ne olur…”
Ben dönüp baktım Hülya Çakır yerine sonradan gelen kadına. Artık bakmanın zamanı gelmişti.
Sokakta görsem, “Başınız sağ olsun Hülya Hanım,” diyeceğim kadar benzemiyordu Hülya Çakır’a ama andırıyordu onu. Aynı kuaföre yan yana oturmuşlar da aynı dergi fotoğrafına işaret etmişler gibi saçında iki tutam sarı vardı bu kadının da. Benzerlik orada bitiyordu ama. Buruna dokunulmuştu belki. Kemeri yok olmuş, ucu biraz daha yukarı kalkmıştı. Küçük gözlere kim müdahale edebilirdi ama yıllar sanki biraz korku, biraz güvensizlik, biraz tedbir getirmişti. Kaşlar inceltilmişti.
Benzerlik kıyafette tümüyle ortadan kalkıyordu. Reklamcı arkadaşımın müşteri temsilcisi kızlarda gördüğüm beyaz, minik işlemeli bluz, dar, lacivert bir eteğin altındaki siyah çoraplarla tamamlanmıştı. Eteğin boyu reklamcı kızlarla yarışacak kadar kısaydı. Ayağında kıyafetine uymayan tüylü ev terlikleri vardı.
Ben bakınca, Hülya Çakır’a benzeyen kadın da bana baktı.
Bir şey söylemedi ama. Durumu derinden kavramaya çalışıyor gibi biraz daha kıstı gözlerini.
Hülya Çakır bir kez daha inledi.
“Yardım edin,” dedim kadına, Hülya Çakır’ı koltuklarından tutup oturur duruma getirmeye çalışarak.
Otorite numarası da çalıştı. Mini eteğinin izin verdiğince eğildi kadın. Sonra dizlerinin üzerine çöktü. Hülya Çakır’ı hafifçe çekerek oturttuk. Sırtını kapının yanındaki duvara yasladım. Başının altına koyduğum anorağı kenara çektim.
Atkuyruklu kız elinde kocaman bir su bardağıyla yanımıza eğildi.
Bir elimle başının arkasını tutarak bardağı ağzına götürdüm Hülya Çakır’ın. Kadının dudaklarının arasından çok az bir miktar su geçti boğazına. Birazı kenardan aşağı kaydı. Burnu muamele görmüş kadın duvardan destek alarak ayağa kalktı. Eteğini çekiştirdi.
“Ne oldu?” dedi atkuyruklu kıza. “Ne oldu da bayıldı annen?”
Dikkatim Hülya Çakır’da olduğu için kızın cevap yerine ne işaret ettiğini görmedim.
Hülya Çakır gözlerini açtı. Eliyle yanağını sildi.
“Nazan…” dedi. “Nazan…”
“Buradayım anne,” dedi kız. “Buradayım. Ne oldu sana?”
“İyiyim,” dedi Hülya Çakır. “İyiyim kızım.”
Sonra beni algıladı. Gözlerinin içinden yarı şeffaf bir bulut geçti sanki. Yine de bir şey söylemeden önce, tepemizden bakan kadına çevirdi gözlerini. Duvara doğru daha iyi yaslanmak için kalçasını hareket ettirdi yerde.
“İçeri gidebilirsin artık bence,” dedi öteki kadın. “Oturma burada.”
Atkuyruklu kız bu öneriye benim ne diyeceğimi merak eder gibi yüzüme baktı. Ben Hülya Çakır’a.
“İyi misiniz?” dedim. “Bir yudum daha su?”
Başıyla