Osiris’in meseleye dahil edilmesi çok önemlidir. Çünkü özellikle Osiris’le ilişkilendirilen suyun hayat bahşedici gücüyle benzerlik kurulması libasyon ayininin oluşmasında çok etkin bir rol oynar. Su nasıl ki ölü tohumun filizlenmesini sağlayıp ona hayat veriyorsa, libasyon da cesedi canlandırabilir. Suyun etkisi hakkındaki bu genel biyolojik teoriler o dönem için geçerliydi ve ileride açıklayacağım üzere libasyon fikrinden çok daha önce insanlar muhtemelen bunu yapmaktaydı. Çünkü Osiris kültünün40 gelişmesinde toprağa verildiğinde ortaya çıkan suyun bu genel dölleyici gücü ile insanları dölleyen spermin gücü arasında açık bir benzerlik kurulmuştur. Malinowski, kadınların cinsel ilişkiyle hamile kaldığı gerçeğini bilmeyen bazı Papualı insanların, kadınların üzerlerine yağmur yağmasıyla hamile kalabileceklerine inandıklarını ifade eder. Etnoloji çalışmaları ve ilkel inançlar, şu anda ele aldığım uzak geçmişte döllemeyle diriltme yani yeni bir canlı hayata getirmekle, bir zamanlar canlı olan vücudu diriltmek arasında belirgin bir ayrımın yapılmadığını çok kesin bir şekilde göstermektedir. Dişinin döllenmesi ve cesedi diriltme süreci veya bir heykel, aynı biyolojik sürecin bir parçasıymış gibi görülüyordu. Mısır mezarları için tasvir heykelleri yapanlara sa’nkh, yani “hayat veren” deniliyordu. Heykel meydana getirmek için kullanılan kelime (ms) görünüşte, “doğurmak” ms kelimesi ile tamamen aynıydı.41
Dolayısıyla Mısırlılar, etnolojik bulgulardan yola çıkarak yapılan bağımsız bir çalışmanın gösterebileceği üzere hem antik hem de modern zamanlarda pek çok başka halk tarafından benimsenen fikirleri söze dökmüşlerdir.42
Antik metinlerin tercümesi ve kültür seviyesi daha düşük modern insanların inançları hakkındaki çalışmalar, bizim kullandığımız ifadelere işaret etmektedir: “doğum yapmak”, “hayat vermek”, “hayat sürdürmek”, “ölümü defetmek”, “talihini güvenceye almak”, “ömrü uzatmak”, “ölüye hayat vermek”, “cesedi diriltmek veya ölünün tasvirini canlandırmak”, “bereket vermek”, “döllemek”, “yaratmak”. Bu ifadeler, erken dönemlerde veya modern insanın nispeten ilkel zamanlarında kesin çizgilerle ayrımı yapılmamış bu kelimelerin anlamı üzerine bir dizi uzmanlaşmayı yansıtır.
Bulguların derlendiği Jackson’ın çalışması, insanlık tarihinin çok erken bir döneminde, Osiris hikâyesinde somut bir şekilde ifade bulan fikirlerden çok önce, insanların, çocukların içinden çıktıkları dış ürüme organının, çocuğun asıl yaratıcısı olduğunu ham bir şekilde benimsediklerini göstermektedir. Onlara göre bu organ, yalnızca doğurma aracı değildi, ayrıca hayatın kaynağıydı.
İnsan zihninin birbirine benzer nesneleri tanımlama ve onlara, benzettikleri ilgili nesnelerin niteliklerini atfetme eğilimi, insanın, deniz salyangozuna tüm bu hayat verici ve doğurganlık erdemlerini yüklemesine sebep olmuştur. Deniz salyangozu; bereket veren, doğum sırasında kolaylık sağlayan, tehlikeyi defeden, öteki dünyayı garanti altına alan ve her türlü şans getiren bir nazarlık halini aldı. Artık deniz salyangozu, doğum bahşedici olarak annelik ve insan ırkının yaratıcısıyla özdeşleştirilmeye veya öyle kabul edilmeye başlandı. Zaman içinde bu inanç akılla temellendirilince, kabuğun analığı somut bir ifade kazandı ve gerçek bir kadın olarak kişileştirildi. Bu, ilk başta isimsiz ve özellikleri eksik tanımlanmış Ulu Ana’ydı. Fakat Ölü Kral Osiris’in yavaş yavaş ilahi özelliklerini kazandığı ve insan suretinde bir tanrının meydana çıktığı daha sonraki bir dönemde, yalnızca deniz salyangozu ile kişileştirilmiş olan Ulu Ana’nın muğlaklığı kısa süre içinde ortadan kalktı. Tılsım, Hathor olarak gerçek bir kadının veya bir ineğin şeklini aldı. Bunun sebeplerini ileride açıklayacağım.
Bu gelişmelerin tesiri, suya hükmeden tanrı Osiris’in yeni yeni şekillenmekte olan düşüncesinde karşılık buldu. Osiris’in doğurganlık güçleri, Hathor’un hayat bahşedici pek çok özelliğini içerecek şekilde genişletildi.
İlk Biyolojik Teoriler
Bu yöntemlerin öneminin tam olarak anlaşılması için öncelikle ilk Mısırlıların zihnine ulaşmaya ve onların genel düşünce yapısını anlamaya çalışmak önemlidir. Özellikle, cesedin veya heykelin canlandırılması için yapılan ayinlerde suyun kullanılmasının, o zamanlar geçerli olan genel biyolojik ilkelerin özgül bir uygulaması olduğunu açıklığa kavuşturmak istiyorum. Bir blok taşı canlandırmak için su döküldüğünü dikkate alacak olursak, bunun yalnızca çocuksu bir hayal ürünü veya din adamları tarafından çevrilen bir dalavere olmadığı anlaşılabilir. İlk Mısırlıların, bunun sağlam bilimsel bir temele dayandığını düşünmeleri için bir sebebi vardı. Ayrıca suyun ölüyü diriltici tesiri hakkındaki inançları, bir genel teorinin sağlam temeller üzerine kurulmasını sağlayan o döneme ait herhangi bir bilimsel çıkarımla aynı derecede güvenilir kabul ediliyordu. İlk Mısırlılar suyun hayat verici özelliği hakkındaki genel biyolojik teorinin geçerliliğine açıkça inanıyorlardı. Şüphesiz onlara çok inandırıcı gelen pek çok olgu, teorilerinin sağlamlığını ispatlıyordu. Modern insan nasıl ki Newton’ın kütle çekim kanununu ve Darwin’in türlerin kökeni hakkındaki teorisini güven duyup kabul ediyorsa, onlar da kendi teorilerinin dayandığı ilkeyi aynı şekilde kabul ediliyorlardı. Pek çok olguyu açıklamak veya modern insanın bilgi düzeyiyle bakıldığında çocuksu ve gülünç gelecek bazı yöntemleri doğrulamak için bu ilkeye başvuruyorlardı. Ancak, ilkel insanlar bu yöntemleri açıkça ciddiye alıyor, eylemlerini de akla uygun görüyorlardı. İlk Mısırlıların ilkel biyolojik teorilerinin yetersiz olduğu gerçeği, modern bilim insanlarını yanlış yönlendirmemeli ve onların, libasyon ayininin ciddi bilimsel çıkarımlara dayanmadığını düşünmek gibi bir yanlışa düşmelerine engel olmalıdır. Modern bilim insanları Darwin’in tüm öğretilerini veya belki de Newton “kanunları”nı bile kabul etmezler. Ancak bu, geçmişteki sayısız çıkarımın bu genel ilkelerin özgül yöntemi vasıtasıyla doğru ve güvenilir bir şekilde yapıldığı anlamına gelmez.
Öyleyse ilk Mısırlıların öğretiler bütününü, bunların karşılıklı etkisini ve mumyalama uygulaması tarafından meydana getirilen fikirleri açıklığa kavuşturmak için daha derine inmeliyim. Tarımın ilk defa nerede yapıldığı veya insanın bitkilerin evcilleşebildiğini keşfetmesini sağlayan şartların ne olduğu bilinmiyor. Dünyanın pek çok yerinde tarım, yapay sulama yöntemleri veya çiftçilerde suyun önemi hakkında herhangi bir farkındalık olmadan varlığını sürdürebilir. Ancak Mısır ve Mezopotamya gibi şartların hüküm sürdüğü coğrafyalarda tarımın uygulanmaya başlaması, çiftçilerin çok kısa bir süre içinde bitkilerin yetişmesi için suyun zaruri olduğunu anlamasını sağlamıştır. Bu yüzden çiftçiler, zorunlu olarak toprağı sulamak için aletler geliştirdi. Bu önemli unsurun ilk defa nerede ve kim tarafından fark edildiği bilinmemektedir. Sümerliler, Mısırlılar veya başka insanlar tarafından gerçekleştirilmiş olabilir. Ancak, Sümerlere ve Mısırlılara ilişkin ilk kayıtlarda hükümdarın bilgeliğinin en önemli göstergesinin, sulama kanalları açmak ve suyun denetimini elinde tutmak şeklinde geçtiği bilinmektedir. Bu önemli göstergeler insanların maddi refahı ile ilgili olduğundan insanoğlunun