Bununla birlikte Profesör Lethaby, Mısırlıların sanatlarını muhtemelen Babil’den öğrendikleri gibi tamamen mesnetsiz bir varsayımda bulunarak bu konu hakkındaki yaygın görüşün üstünlüğünü kabul eder. Lethaby, “Mezopotamya’nın erken dönemleri hakkında hiçbir şeyin bilinmediğini veya çok az şeyin bilindiğini” itiraf etmesine rağmen bu tuhaf iddiasını ileri sürmektedir. Uzak geçmişte Babil sanatı medeni bir sanattı. Söylendiği gibi, bu sanatla Mısır’ın firavunlar dönemindeki sanat arasında büyük benzerlikler vardı. “Yine de Mısır, Asya’dan bir şeyler almışa benzemektedir, bunun tersi doğru değildir.” (Profesör bu fikri için hiçbir kanıt göstermez. Zaten kesin olmamakla beraber, inşaat için tuğlanın icadı dışında hiçbir kanıt da yoktur.) “Babil’deki sanatın kaynağı Mısırlılarınki kadar iyi bilinseydi, mimari tarihi Mısır yerine Asya’da başlatılabilirdi” (s. 67).
Ardından Profesör, bilinen gerçekler hakkında daha ikna edici bir şekilde konuşarak şunları söylemektedir (s. 82):
Antik Yunan, sanattaki üretkenlik döneminin bittiği durgunluk dönemine girdiğinde Tuban Cain ve Daedalus gibi zanaat ustaları, zorunlu olarak kültürün erken döneminin çocuklarıydılar. Mısır’ın yeniden dirilmeyeceği gerçeği, Yunanlara Mısır yadigârlarını toplama, yorumlama ve mükemmelleştirme görevini yükledi. Tekdüze modern dünyanın gösterdiği gibi, sanat izole bölgelerde hiçbir zaman gelişmedi. Dahası, Japonya gibi herhangi bir yeni ulus, bir kültür dairesine girecekse “ödünç para” almak zorundadır. Japon bilimi kendi kendine ne kadar gelişebildiyse Yunan sanatı da o kadar gelişebildi. Tapınak ve müstahkem şehir fikirleri dünyanın diğer bölgelerine doğudan yayılmış olmalıdır. Kare odalı evler, sütun düzenleri, iyi duvar işçiliği, bunların hepsi Mısır kökenliydi.
Mısırlıların ölüyü muhafaza etme ve ölünün refahı için yeterli koşulları sağlama girişimlerinin aşamalı olarak anıt mezarların abartılmasına yol açtığının öneminden daha önce başka bir yerde19 söz etmiştim. Zaman içinde bunlar Mısırlıları taşı yontmaya20 zorlamış, sonraları ise toprak üzerine şapel dikmek için tuğla yerine taşın kullanılmasına yol açmıştır. Böylece Mısırlıların ölü gömme gelenekleri mumyalama fikriyle birlikte gelişmiştir. Elimizde bunu destekleyen çok kesin bulgular vardır. Bu bulguları özenle inceleyen biri, tapınaklar veya evler yapmak için uygun bir madde olarak taşın insanlar tarafından sezgisel olarak seçilmediği ve insanların taş ocağı kurup böyle amaçlar için taşı işlemeye başladıkları sonucunu zorunlu olarak çıkaracaktır.
İnşa için taşın ilk kullanımı ile mumyalama uygulaması arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bu ilişki, “Kutsallık, ritüelin hakkaniyeti, büyülü kararlılık ve bunun evrenle uyumunun yanı sıra şekille oranın mükemmelliği fikri”nin taş binalarla ilişkili olmasının muhtemel sebebidir ve Profesör Lethaby’nin öne sürdüğü gibi “sanatın büyüsündeki harikalığın” soyut anlamı burada etkili değildir.
Başlangıçta taş yalnızca böyle kutsal amaçlar için kullanıldı ve yalnızca Firavun saraylarını inşa etmek için bu hakka sahipti. Çünkü Firavun tanrısaldı, güneş tanrısının oğlu ve onun yeryüzünde cisim bulmuş haliydi. Mısır uygulamaları böyle kısıtlamaların olmadığı diğer ülkelere ulaştığında bu katı tabu yıkılabildi.
Hıristiyanlık dönemlerine kadar Roma’da bile “en büyük yerel evler ve sivil binalar sıvalı tuğladan yapılıyordu. İşlenmiş taş; büyük anıtlar, zafer kemerleri, tiyatrolar, tapınaklar ve bilhassa Kolezyum için kullanılmaktaydı” (Lethaby, a.g.e. s. 120).
Bununla birlikte, sivil binalarda taşın kullanılmasını yasaklayan bu hiyerarşik geleneğin yıkılmasında en çok Roma’nın etkisi vardır. “Roma mimarisinde teknik unsurlar hâkim oldu. Geleneği yıkıp mimariyi modern bir şekle sokan ve onu bir kez daha serbest kılan şey buydu” (s. 130).
Mısır yalnızca taşın binalarda kullanılmaya başlamasından sorumlu değildi. Dört bin yıl boyunca Mısır, mimaride yeni yöntemlerin mucidi olmaya devam etti. Zaman zaman Mısır’da geliştirilen inşaat yöntemleri komşuları tarafından benimsendi ve dünyanın dört tarafına yayıldı. Mısır Piramit Çağı’nın kuyu mezarları ve mastabas’ları Doğu Akdeniz21 havzasındaki çeşitli yerlerde, her bir bölge için farklı bazı küçük değişimlerle benimsendi. Bunlar, daha sonraki çağlarda taş gömüt inşa eden göçebeler tarafından kabaca kopya edilen modellere dönüştü. Girit ve Miken mezarlarının çevresi, Orta Krallık dönemindeki Mısır Piramitleri’nin kare şeklindeki ilk örneklerin açıkça yerel bir uyarlamasıydı. “Bu Ege sanatı Mısır’dan ithal edilirken ve belki de Mısır’a ihraç edilirken, ideal halini bronz çağ etkisinin açıkça görüldüğü Kuzey ve Batı Avrupa’da bulmuştur” (Lethaby, s. 78). İber Yarımadası’nın, Britanya’nın, İrlanda’daki New Grange’ın ve Orkneys’deki Maes Howe’un odalı evleri bunun en iyi örnekleridir.22 Tıpkı basamaklı taş piramitlerin, Babil ve Mısır medeniyetlerinin temaslarının izlerini gösterdiği gibi, doğuda da bu Ege modifikasyonlarının etkisinin Hindistan’da Seylan’ın stupa’larında ve dagaba’larında görülmesi mümkündür.
Profesör Lethaby, Hıristiyan kiliselerindeki Mısır etkisine dikkati çekmektedir (s. 133). Bunun yanı sıra bu etki diğer pek çok yapının detaylarında görülmektedir (s. 133): kubbeli çatılarda, ikonografide, sembolizmde, Bizans mimarisinin dekorasyonunda (s. 138) ve bütün İslam yapılarında.
Mısır etkisi; Yunan, Roma ve Hıristiyanlık mimarisinde görüldüğü gibi İslam mimarisinde de görülmektedir. Tıpkı İslam dini gibi, bu yapılar da Arap menşeili değildir. “İlkel Arap sanatı oldukça önemsizdir. Hz. Muhammed ve onun takipçileri çok kısa bir sürede zengin ve güçlü bir imparatorluk kurduklarında Kuzey Afrika’dan İran’a kadar fethedilen toprakların sanatı ve sanatçıları da benimsendi” (s. 158). Bu etkinin batıda İspanya’ya, doğuda ise Endonezya’ya kadar nasıl yayıldığı malumdur. “Yaklaşık olarak MÖ 280’de inşa edilen azametli İskenderiye Feneri, neredeyse bütün yüksek ve başka yapılardan bağımsız kulelerin atasıdır (…) Britanya kıyılarında, Dover’da bile bir dereceye kadar İskenderiye Feneri’nin taklitleri olan yapılarla karşılaşırız.” Boulogne Feneri, Ravenna yuvarlak kulesi ve İrlanda gibi Avrupa’nın farklı uçlarında görülen taklitleri bu etkinin diğer örnekleridir. Ayrıca İskenderiye Feneri “Batıdaki kuleleri etkilediği gibi İslam minarelerinin ilk örneklerini de son derece etkilemiştir” (s. 115).
Profesör Lethaby’nin nefis kısa kitabından, yaklaşık 4000 yıl boyunca Mısır’ın “medeniyetin temelini” kurup geliştirirken dünya tarihine yapmış olduğu büyük etkiyi göstermek için pek çok alıntı yaptım. Bu, dışa doğru geniş çaplı yayılım çoğunlukla yabancılar tarafından gerçekleştirildi. Bu insanlar, Mısırlılar çeşitli ürünleri daha uzak coğrafyalara götürmeden önce hünerlerini onlardan kazanan insanlardı. Ancak bu durum, Mısır’ın mimaride esin kaynağının asıl merkezi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Mısır’a özgü olan bu sanatın üretilmesini sağlayan asıl güdü ölünün refahını koruma