Fritz, en çok da kalabalık ortamlarda kendini yalnız hissederdi. Kederli kadınlarla aynı evde büyümüş tüm yalnız çocuklar gibi, o da en çok tek başınayken veya samimi bir dostuylayken mutlu olurdu. Sonraki yıllar kız kardeşine, Schulpforta’daki asıl işkencenin asla yalnız kalamamak olduğunu itiraf etti. Düşünceleri bile belli bir zaman çizelgesine uymak zorundaydı. Hasret kaldığı derin düşünceleri için bir dakika bile ayıramıyordu. Sonunda özgürlüğüne kavuştuğunda, baskılanmış tüm düşüncelerinin, kendini suçladığı düşünceler olması sizce normal mi? Okuldaki bu sıkı disiplin altında düşünmek bile bir suçtu.
Ancak Fritz gururlu bir çocuktu ve Schulpforta standartlarında bile birçok öğrenci arasında kendini belli etmeyi başarmıştı. Bir gün, kendisinden yaşça küçük birkaç çocukla konuşurken içlerinden birinin hiçbir insanın Mucius Scaevola gibi kendi elini ateşe sokamayacağını söylediğini duydu. Fritz sakince sordu: “Neden ki?”, birkaç kibrit alıp yaktı ve elini hızlıca kılını bile kıpırdatmadan ateşin içerisine soktu. Zaman zaman yaptığı bu eylemi hatırlayan genç Scaevola, geceleri yatağında döner durur, rüyalarına Lisbeth’in yüzü girerdi.
Fritz, 1859’da bir yaz gecesi, büyükannesini, büyükbabası Oehler’in harabeye dönmüş evinin önünde, enkaz ortasında bir başına otururken gördü. Çok geçmeden yaşlı adam hastalandı ve hayatını kaybetti. Rüyalarına duyduğu güven daha da artan Fritz’in yalnızca uyurken özgür kalan bastırılmış duyguları, ileride gündelik hayatının acılı hayalleriyle karışacak ve uyku düzeninin bozulmasına sebep olacaktı.
1859’da bir mektupta bilgi ve evrensel kültüre aç olduğunu söyleyen Fritz, kısıtlı okul müfredatından sıkılmaya başlamıştı bile. Bir yazısında, kalbini dinlediğinde birbiriyle çatışan güçlerin gürültüsünü ve havada güneşe doğru uçan bir kartalın çıkardığı sesi andıran hışırtılar duyduğunu kaleme aldı. Bu kartal figürü Fritz’i hayatı boyunca hiç yalnız bırakmadı.
1860 senesinin yazında Pinder ve Krug’la beraber üç yıl sürecek bir edebiyat kulübü kurdular. Fritz, burada Byron, Hölderlin ve müzikteki şeytani unsurlar hakkında birçok deneme yazdı. Bunun dışında, Siegfried10 hakkında bir şiir ve Acı, Doğanın Vazgeçilmez Bir Parçasıdır adlı bir beste de yazdı. Hep beraber Tristan ve İsolde’nin piyano partisyonunu satın aldılar ve Fritz ile Krug, 1862 yılının tüm sonbahar tatilini sabahtan akşama kadar bu eseri çalarak geçirdi. Pinder ve Krug Schulpforta’ya gitmediklerinden, kulüp yalnızca Fritz tatildeyken buluşabiliyordu.
Fritz, aynı senenin ilkbaharında yazdığı Kader ve Tarih adlı denemesinde, yaşadığı çatışmayı bu şekilde özetliyor: “Tüm felsefemizin Babil Kulesi’ni andırdığını o kadar sık düşünüyorum ki, sanki cennete varmak tüm büyük arzularımızın sonu olacakmış gibi… İnsanların fikirlerindeki sonsuz kargaşanın talihsiz bir sonucu olarak, gelecekte Hıristiyanlığın varsayımlar üzerine kurulu olduğu anlaşıldığına çok büyük kargaşalar yaşanacak… Ben her şeyi reddetmeyi denedim… Alışkanlık gereği yüce bir amaç için çabalama isteği, tüm toplum biçimlerinin parçalanması, iki bin yıldır belki de koca bir yalanla kandırılmış olabileceğimizin kuşkusu, kendi gurur ve cesaretimizin bilincinde olmamız – kendi içimizde, acı dolu deneyimler ve keyifsiz olaylar bizi çocukluğumuzun eski inançlarına geri yollayana dek tüm bu unsurlarla mücadele veriyoruz.”
Kardeşi, Fritz’in 1862 yılının başlarından beri kendini rahatsız hissetmeye başladığını belirtmişti. Ancak biz, Fritz tüm sıkıntılarını bu zamana dek kız kardeşinden ve ailesinden sakladığı için rahatsızlıklarının çok daha önceden başladığı biliyoruz. Rosalie hala her şeyin sorumlusu olarak Shakespeare’i tutarken, Lisbeth Byron’ı suçlamıştı. Kimsenin aklına tüm bu sorunların kaynağı olarak ev hanesine yönelmek gelmemişti.
Schulpforta’daki rasyonalizm, Schiller’ın romantizmi, görme bozuklukları, hastalıklar ve yalnızlık yetmiyormuş gibi tüm bu sıkıntılarına bir de ergenlik eklenmişti. Fritz’in 1862 yılında yaşadığı ağır kasvetin, Lisbeth’le olan haftalık görüşmelerinin bitmesiyle başladığını daha önce hiç kimse fark etmemişti. Lisbeth, eğitimini tamamlamak üzere Dresden’e yollanmış, bu yüzden Fritz o sene kız kardeşini sadece bir kere görebilmişti.
Nietzsche’nin yaşamış olduğu bu huzursuz dönem, bizim hakkında çok az bilgi sahibi olduğumuz bir olayın yaşanmasıyla sona ermiş olabilir miydi? Tüm hayatı boyunca kadınlara karşı fiziksel bir tutukluk yaşayan Nietzsche’nin ilk platonik aşkını bu dönemde yaşadığı söylenir. Bir akşam üzeri Kosen’da arkadaşını ziyarete giden Fritz, orada Anna Redtel adında bir kızla tanışmış ve tıpkı Genç Werther’in Acıları veya Adolphe romanlarındaki ideal aşklar gibi genç kıza âşık olmuştu. Ancak, onu sadece uzaktan sevmek istiyordu. Acaba genç kıza hangi kitapları vermeliydi, ona hangi parçayı çalsa hoşuna giderdi? Beraber piyano çaldılar, Nietzsche, genç kıza şiir ve şarkılar yazmıştı. Ancak ne yazık ki genç kız kısa bir süre sonra ortalıktan kayboldu.
Tam olarak tarihini bilemesek de Lisbeth abisinin Schulpforta’da yaşadığı sıkıntıların 1862 senesinin ilk dokuz ayında iyice şiddetlendiğini söylüyor. Görme sorunları ve baş ağrılarının yanı sıra Fritz, sık sık soğuk algınlığı geçiriyor, boğaz ağrıları çekiyor ve artık eskisi kadar sık çalışamıyordu. O sıralar Fritz, okulda tanıştığı Garnier ile sıkı bir dostluk kurmuş, eğlencesine müstehcen yazılar yazmış ve beraber Byron ve Shakespeare kılığında oyunlar oynamışlardı. Ancak Fritz, çok geçmeden bu oyunlardan büyük bir tiksintiyle uzaklaştı. Garnier, daha sonraları Fritz’in, yüzüne göre epey çukurda kalan gözlerinin garip bir parıltısı olduğunu belirtirken okuldaki hocaları, Fritz’in kendilerine hep büyük bir alayla baktığını düşündüklerini söylediler. 1863 senesinin Nisan ayında, bir gün sarhoş olan Fritz, ertesi gün eve göndermek üzere kasvet dolu bir mektup yazdı. Mayıs ayındaysa sanki ruhu yeniden doğmuş gibi üniversite eğitimi üzerine planlar yapmaya başladı. Andler’a göre bu tarihten itibaren Nietzsche kendini, tanrıların kurmuş olduğu düzene karşı gelen ve bunu hayatıyla ödeyen Prometheus gibi hayal etmeye başlamıştı.
Yalnız kahramanımız artık yüksek ahlak kurallarıyla yaşayan ve tamamen özgür olmaya cüret edebilen biri olmuştu. İçinde bir hırs doğmuş ve kendini büyük bir şevkle yeniden derslerine vermişti. Böylece öğretmenleri Fritz’i yeniden örnek bir öğretim üyesi olarak görmeye başlamışlardı. Bu sıralar Fritz, genellikle tutku ve arzularını okul arkadaşları Gersdorff ve Deussen’le paylaşıyordu.
1864 senesinin Nisan ayında, tüm okul Shakespeare’in doğumunun üç yüzüncü yıl dönümünü kutladı. Halka yapılan gösterilerin birinde Fritz, Shakespeare’in Henry Percy karakterini canlandırmış ve performansıyla çok büyük övgüler toplamıştı. O sıralar Fransız Devrimi hakkında bulabildiği tüm kitapları büyük bir hırsla okuyan Fritz, aynı zamanda antik Yunan’da Byron’ın karakterlerine uyan kahramanlarını araştırmıştı.
Okul gelenekleri gereği mezun olan her öğrenci, okula teşekkür niyetinde Latince bir deneme yazardı. Öğretmenlerinin tavsiyesi üzerine Fritz, konu olarak Megara’lı şair Theognis’in hayatını seçti ve böylece eğilim göstermekte olduğu alanda çalışmalar yapmaya devam etti. Theognis, kibirli bir aristokrat ve ahlak kuramcısıydı. Avam idaresini küçümser ve her fırsatta bu kavramı büyük bir gururla ayaklar altına alırdı. Fritz’in deneme yazısı da Theognis’e duyduğu sempatiyi işliyordu. Ona göre Theognis, ideal bir toplum demekti. Nietzsche’nin ilerideki fikirlerinin temel taşlarını