Çocuklar, azarlamaları ve öğütleriyle annelerini isyanın eşiğine getiren Rosalie halalarına epey düşkündü. Tabii tüm bunlar son derece hassas, en ufak fikir ayrılıklarını bile kafasına takan babalarından hep gizlenirdi. Ne zaman bir tartışma çıksa Papaz odasına çekilir, yemeyi içmeyi keserdi. İşler iyice çığırından çıkıp, katlanılmaz bir hal alınca da “babamız kız kardeşimi alır, ona dışardaki dünyayı gösterirdi.”
Nietzsche’nin tabiriyle babası sevgili decadent5 besbelli kız kardeşinden çekiniyor ve genç eşini ondan korumaya cesaret edemiyordu. Ne zaman etrafta baskın bir erkek figürü gerekse kendi köşesine çekilir, sular durulana dek ortalıkta gözükmezdi. Öte yandan Rosalie hala, hiçbir savaştan kaçmazdı, bu yüzden Bayan Nietzsche’nin evliliği ve Fritz’in doğumu arasındaki bir sene, neşeli bir çocuk olan Bayan Nietzsche için epey zor geçmişti. Boyun eğmeye devam ederse, bebeğinin doğumuyla birlikte ne gibi baskılara maruz kalacağını düşünmeden edemiyordu. Belki de Papaz’ın mutluluğunu bile sorguluyordu.
Daha sonraki yıllarda oğlu Nietzsche, bu buruk satırları yazdı: “Ebeveynlerin karakter ve hislerindeki çözümlenmemiş düzensizlikler, çocuklarının karakterlerine yansır ve bir ömür boyu yaşayacakları içsel dertleri oluşturur. Sık sık duymuşsunuzdur, yüksek hedeflere sahip asil insanlar, örneğin çocuksu ve tutkulu annesiyle sürekli bir çekişme içerisinde olan Lord Byron6 gibi, en aman dolu savaşlarını henüz bir çocukken verirler. Bunu tecrübe etmiş insanlar en büyük ve en tehlikeli düşmanlarının kim olduğunu hiçbir zaman unutmazlar.”
Nietzsche’nin annesi hakkındaki değerlendirmelerini her ne kadar doğru bulmasam da ileride göreceğiz ki kendisinden yaşça büyük olan herkes onunla aynı görüşteydi. Üstelik annesini, tüm gençlik yılları boyunca ondan uzak tutmaya çalışmışlardı.
II
Friedrich, kendisine babasından geçen büyük bir müzik aşkıyla doğmuştu. Daha bir yaşındayken müziğin sesiyle sakinleşir, ne zaman ağlasa Papaz’dan piyano çalması istenirdi. Babasını duyan Fritz hemen karyolasında doğrulur, pür dikkat onu seyre dalardı.
Fritz, neredeyse iki yaşındayken kız kardeşi Elisabeth dünyaya geldi, bundan iki sene sonra da erkek kardeşleri Josef. Dördüncü yaş gününden birkaç hafta önce bir gece, arkadaşlarıyla çıktığı akşam gezmesinden eve dönen babası, evin kapısında Fritz’in yavru köpeğiyle karşılaştı. Bilindiği üzere Papaz pek iyi göremez ve aklı bir karış havada gezerdi. Ayağı köpeğe takılan Papaz tökezledi ve merdivenlerden aşağı gerisin geri tam yedi basamak düşerek kafasını aşağıda bulunan avlunun taşlarına çarptı. Beyin sarsıntısı geçiren adam hemen eve taşındı.
Fritz’in kız kardeşine göre hikâyenin devamında yaşananlar oldukça şaibeli. Bir yerde babasının bir süre iyileştiğini hatta yeniden vaaz vermeye başladığını ve Nietzsche ailesinin en hassas organının mide olduğunu öne sürerek babasının sadece iştah kaybı ve ciddi baş ağrıları çektiğini öne sürmüş; başka bir yerde ise düşüşünün ardından beyin sarsıntısı geçiren Papaz’ın hastalıkla geçen on bir ayın ardından hayatını kaybettiğini söylemişti. Bu kazanın Papaz’ın hastalığının bir sonucu mu yoksa belirtisi mi olduğu pek çok kere tartışılsa da Nietzsche, babasının hep gelgit akıllı olduğunu belirtmiştir. Bu konudaki tıbbı görüş ise Papaz’ın, ensefalit (beyin iltihabı) sonucu hayatını kaybettiği yönünde.
Kesin olan bir şey var ki o da bu ölümün, tüm kasvetiyle Fritz’in çocukluğunun üstüne çöktüğüdür. Bu size garip gelebilir çünkü Papaz hayatını kaybettiğinde Fritz henüz beş yaşında bile değildi, fakat Elisabeth’e göre abisi bu ölümden epey etkilenmişti. Öyleyse burada bir çelişki var. Yoksa Bayan Nietzsche ve Rosalie hala arasındaki çekişme, sanılandan daha da mı şiddetliydi? Acılı Papaz bundan mı kaçmaya çalışmıştı? Yoksa her şeyden habersiz pencereden dışarıyı seyreden Fritz, farkında olmadan babasının kazasına mı tanık olmuştu?
Bundan birkaç ay sonra Nietzsche’nin erkek kardeşi yeni doğan konvülziyonu sonucu hayatını kaybetti. Bunun sonucunda Fritz, on dört yaşındayken bu satırları kaleme aldı: “Bir ağaç yapraklarını kaybederse eğer, çiçekleri solar ve kuşlar dallarını terk eder. Kardeşimin ölümüyle ailemiz yapraklarını kaybetti, tüm neşemiz gitti, yüreğimizi derin bir keder kapladı. Yaralarımızı daha yeni sarmışken büyük bir acıyla yeniden açıldı. Bir gece rüyamda hüzünlü bir müzik çalan kilise orgu işittim, sanki bir cenaze töreni vardı. Bu hüzünlü müziğe sebep olan şeyi anlamaya çalışırken aniden bir mezar açıldı ve karşıma kefen içerisinde babam çıktı. Kiliseden içeri girdi ve kollarında ufak bir çocukla çıktı. Mezar bir kere daha açıldı, babam kayboldu ve mezar taşı toprağa, eski yerine geri çakıldı. Müzik kesildi ve aniden uyandım. Ertesi sabah rüyanın sevgili annemle ilgili olabileceğini düşündüm. Çok geçmeden küçük kardeşim Josef hastalandı ve birkaç saat içerisinde sinir argınlığı sonucu hayatını kaybetti. Tarif edilemeyecek bir acı içerisindeydik. Rüyam harfiyen gerçekleşmişti, kardeşimin minik bedeni artık babamın kollarındaydı.”
11 Eylül 1879’da Nietzsche, babasının ölümcül kazayı geçirdiği yaşa bastığında Peter Gast’e bu satırları yazdı: “Otuz beşinci yaşımın sonuna varmış bulunuyorum, insanların yüzyıllarca bu yaş için söyledikleri gibi ‘hayatın ortasına’ geldim artık. Dante’nin öğretisini keşfettiği yaştayım… Hayatımın tam ortasında olmama rağmen kendimi ölüme o denli yakın hissediyorum ki sanki her an beni alıp götürecekmiş gibi. Çektiğim ıstıraplara bakacak olursak beyin sarsıntısıyla gelecek ani bir ölüm beni bekliyor… Şimdi annemin yanına, evime ve çocukluk hatıralarıma geri dönmek daha mantıklı geliyor.” Acaba Nietzsche, babasının ve kardeşinin ölümünü unutamadığı için böyle düşünüyor olabilir miydi?
Ne yazık ki Papaz’ın ölümü Bayan Nietzsche’yi esaretinden kurtaramadı. Vasiyetinde çocuklarının velayetlerini bir akrabalarına verdiği yazıyordu. Çocuklar anneleriyle beraber sekiz ay Röcken’da büyükanne ve Rosalie halalarıyla beraber kaldıktan sonra 1850 senesinin Nisan ayında evlerine veda ettiler. Friedrich bu hüzünlü ayrılığı hiç unutamadı. O gün erkenden yatağa girmesine rağmen gece kalktı, üzerini değişti ve donuk ay ışığı altında babasını öldüren köpeğin uluduğu avluya çıktı. Aynı donuk ay, yine ıssız bir gece Sils-Maria’da Bengi Dönüş öğretisi aklına ilk geldiğinde de karşısına çıkmıştı. Zerdüşt’ün söylediklerini hatırlar mısınız?
“Kendi fikirlerime ve saklı fikirlerime olan korkumdan, hiç olmadığı kadar yavaş konuştum. Daha sonra aniden yakınlardan gelen bir köpek uluması işittim.
Daha önce buna benzer bir köpek uluması duymuş muydum? Hemen aklıma geldi. Evet! Çocukluk yıllarımda, daha çok gençken duymuştum!
Benzer bir köpek ulumasını o zamanlar duymuştum. Hatta köpeklerin bile hayaletlere inandığı bir gece yarısında, kafası kalkık, tüyleri diken diken, titreyen bir köpek görmüştüm.
Hayvana acıyasım geldi. Tam o sırada ölüm kadar donuk dolunay ışığı eve doğru süzüldü ve çatının üzerinde sanki yabancı bir evdeymiş gibi yuvarlak bir ateş topunu andırırcasına dondu kaldı.”
Buna ek olarak Şen Bilim kitabında: “Çektiğim ıstıraba bir isim verdim, ona ‘köpek’ dedim,” demiştir.
Son olarak Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabının son bölümlerinden,