Ateşten Düşünceler. Edward Joseph Harrington O'Brien. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Edward Joseph Harrington O'Brien
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9786258068900
Скачать книгу
yaptığım cümlede aslında çocukların annelerinin sesini duyuyoruz. Belki de tüm bu olaylarda Lisbeth annesini, Fritz ise halasını haklı buluyordu. İleride yaşanacak olayları hesaba katınca, böyle olduğunu söyleyebiliriz.

      Sonunda Bayan Nietzsche, bir arkadaşının yanına taşındı. Birlikte geçmişi yad eder, sık sık vermiş olduğu kararın ne kadar doğru olduğundan bahsederlerdi. Çocuklar büyükannelerinin evinde genellikle evin içerisinde tutuluyordu. Odalar karanlık, özellikle de çocuk odaları çok kasvetliydi. Elisabeth, Nietzsche’nin ve kendisinin görme bozukluğunu hep bu karanlık eski eve bağlamıştır. Ona göre, babaları ve henüz çocukken bir gözünde görme kaybı yaşayan büyükanneleri Oehler yüzünden irsi olan görme bozuklukları, bu ev yüzünden daha da ilerlemişti. Artık çocukların, özellikle de Fritz’in, kendilerine ait aydınlık ve havadar birer odaları vardı ve beraber açık havada doyasıya oynayabiliyorlardı.

      1857 yılında Fritz şiddetli baş ağrıları çekmeye başladı. Sonunda büyükannesi Oehler’in tavsiyesi üzerine Jena şehrinden bir profesör çağrıldı. Görünen o ki, Fritz’in bir gözü ötekinden daha güçsüzdü. Doktorun tavsiyesi üzerine Fritz birkaç hafta okula ara verdi ve bununla birlikte baş ağrıları da kesildi. O zamanki cehaletle başka da yapılabilecek bir şey yoktu.

      Bu baş ağrılarından hemen önce Fritz, geleceğinde kalıcı izler bıraktığını düşündüğüm ve hayatında dönüm noktası olan bir ruhsal kriz geçirdi. Bu olay hakkında daha sonraları kendisinin yaptığı birtakım açıklamalar dışında ne yazık ki pek bir bilgimiz yok. “On iki yaşındayken, tüm ihtişamıyla Tanrı’yı gördüm.” Bunun, Nietzsche gibi birinden beklenmeyecek bir açıklama olduğunu söyleyebiliriz.

      Daha sonraları, bu açıklamayla ilişkili, fakat farklı çıkarımlara sahip başka bir cümle daha kurdu: “Gençken, korkunç bir Tanrı ile karşılaştım ve o an tüm ruhumu saran ne iyi ne de kötü şeyleri kimseyle paylaşmak istemedim. Bu yüzden sessiz kaldım.” İkinci cümle ilkini daha da belirgin kılıyor, fakat netliğe Nietzsche’nin sonraki yıllar eklediği üçüncü cümleyle ulaşıyoruz: “On iki yaşındayken, kendi kendime bu Üçlü Birliği oluşturdum: Baba Tanrı, Oğul Tanrı ve Şeytan Tanrı. Düşündüm ki Tanrı, kendini düşünerek, Oğul Tanrı’yı yarattı. Fakat kendini düşünebilmesi için, karşıtını da düşünebilmesi gerekiyordu, bu yüzden onu da yarattı. İşte bunlar, beni felsefi düşünmeye itti.”

      Annesi artık esaretinden kurtulmuştu ancak Fritz, ilk şiddetli sinirsel baş ağrılarını ve görme sorunlarını yaşamak üzereydi. Tüm ihtişamıyla Tanrı’yı görmek, Fritz’in mutlu olduğunu gösteriyordu. Fakat, Tanrı’nın karşıtını ve “kötü taraflarını” görmek, büyük bir depresyon belirtisiydi. Bu ikili arasındaki çekişme, Nietzsche’nin tüm hayatı boyunca sürdü ve ileride Apollo ve Dionysos arasındaki mücadelede göreceğimiz bir düşünceden besleniyordu. Ayrıca Elisabeth, Nietzsche’nin çocukluğundan beri hep Zatruşka’yı hayal ettiğini belirtmişti.

      Fritz artık başını derin düşüncelerinden kaldırmış ve hiç olmadığı kadar büyük bir hevesle derslerine, şiire ve müziğe yönelmişti. On dört yaşına basmadan önce kendi iç dünyasını gözlemlediği bir otobiyografi yazdı ve orta öğrenimi için annesinin onun adına seve seve kabul ettiği ünlü yatılı okul Schulpforta’dan teklif aldı.

      Ne kadar hüzünlü de olsa artık Lisbeth’den ayrılma vakti gelmişti. Annesi Fritz’in yastığını kız kardeşinden ayrılacağı için her sabah gözyaşlarından sırılsıklam bulurdu. Böylece sekiz buçuk sene önce Röcken’den Naumburg’a gelen on dört yaşındaki Fritz, bir ekim sabahı kederli ve düşünceli bir halde Pforta’ya doğru yola çıktı.

      IV

      Schulpforta, köklü gelenekleri olan tarihi bir okuldu. Christ’s Hospital okulu nasıl Charles Lamb, Samuel Taylor Coleridge ve Leigh Hunt gibi ünlü şair, eleştirmen ve filozoflar yetiştirdiyse, Schulpforta da zamanında Alman romantizm akımının önde gelen birçok ismini yetiştirmişti. Novalis, Fichte, Schlegel kardeşlerin hepsi Schulpforta’ya gitmiş ve okul için birer gurur kaynağı olmuşlardı. Fritz, ilk Byron eserini okuduğu günden beri kendini romantizm akımına kaptırmaya hazırdı. Ecce Homo’daki paragrafını hatırlar mısınız? “Byron’un Manfred’iyle derin bir bağım var, bu eserdeki tüm kasvetli uçurumları, kendi ruhumda da buldum. On üç yaşındayken bu kitabı okumaya hazırdım. Manfred dururken Faust’un adını anmaya cesaret edenlere söyleyecek sözüm yok.” Sadece romantik bir zihin sahiplenilmeyi arzular. Sahiplenilenler ise kesin romantiktir ve bu romantizmin tohumu genellikle erken yaşlarda ekilmiştir. Öğretmeni Koberstein ne zaman Novalis ve Fichte hakkında konuşacak olsa, Fritz’in gözleri heyecandan ışıl ışıl parlamaya başlardı.

      9 Kasım 1859’da tüm okul Schiller’ın yüzüncü doğum yıldönümünü kutladı. Byron’dan sonra Fritz’in yeni kahramanı Schiller olmuştu. Özellikle Haydutlar kitabından tıpkı Cambridge’li genç Coleridge9 gibi epey etkilenmişti. Bunun sonucunda, uzun bir süre kurulu düzen ve çetelerle savaşan kanun kaçaklarının hayatlarını zihninde canlandırmış, hatta onların süpermen olduklarını bile düşünmüştü. On üç sene sonra Basel Üniversitesi’nde verdiği derslerden birinde bu eser hakkında konuşurken zihninde bu hatıralar canlanmış ve sesinde neşeyle onu dinleyenlere bir keresinde Alman bir prensin: “Eğer Tanrı olsaydım ve Haydutlar eserinin ortaya çıkacağını ön görebilseydim, dünyayı yaratmazdım,” dediğini anlatmıştı.

      Fritz o sene tatilini, büyükbabası Oehler’ın yanında, kütüphanede büyük bir hırsla Novalis okuyarak geçirdi ve sıradan insanların da çok büyük etkiler yaratabileceğini ve kahramanların kariyerlerini yavaşlatan tek şeyin tembellik olduğunu öğrendi. Novalis’in zayıf yönlerini dengelemek için yazdıklarını, kendi zayıf yönlerini güçlendirmek için iyice çalışıp öğrendi. Her ikisinin de zihninde fanteziyle gerçeklik birbirini dengeliyordu. Emerson’ın düzensiz evreniyle Fitche’nin belirsiz ve geniş idealizmi de ilgisini çekmeye başlamıştı. “Gök cisimlerinin her bir ışını, bireyler kendi çevrelerini nasıl etki ederse, onlara o şekilde cevap verir,” diyen Emerson, hiç zorlamadan zayıf kalmışların yüreğini fethetmeyi başarıyordu.

      Schulpforta’da hayat, Fritz kendini hayal dünyasına kaptırırsa sert fakat sakin geçerdi. Okul o kadar sertti ki Fritz’in yaşadığı fiziksel sorunlar bile görmezden geliniyordu. Kurallar gereği, okumaya giden tüm çocukların velayeti, ailelerinden alınıp okula verilirdi. Pforta, Naumburg’a oldukça yakın olmasına rağmen, Fritz evini bile ziyarete gidemezdi. Yemekler genelde bol fakat tatsız olurdu ve okulun çok katı bir disiplin anlayışı vardı.

      Öğrenciler yazları saat beşte, kışları ise saat altıda güne başlardı. Kalktıktan bir saat sonra mabede girerlerdi ve kahvaltıda ekmek ve süt olurdu. Ardından beş saat ders görüp sade bir öğle yemeği yerlerdi. Bir buçuk saatlik aranın ardından ikiden dörde kadar ders, ufak bir çay molası, yine saat yediye kadar ders, akşam yemeği, oyun zamanı (spor yok) ve en son başlarında bir nöbetçiyle kaldıkları on iki kişilik yurtlarda saat dokuzda yataklarına girmiş olurlardı. Pazar günleri hariç hiçbir çocuk bir dakika dahi yalnız kalamazdı. Nietzsche gibi gün boyu bir başına hayal kuran bir çocuk için bu eziyet gibi bir şeydi.

      Okuldaki odalar gün boyu karanlık olurdu, geceleriyse gaz lambalarıyla aydınlatılırdı. Baş ağrıları yeniden başlayan Fritz, bir tatil günü Jena’daki doktora gönderildi ve elinde yaşamış olduğu görme bozukluğunun çok ciddi olduğunu açıklayan bir mektupla geri döndü. Okul doktoru, Schulpforta’ya yapılan bu haksız itham karşısında küplere bindi. Lisbeth’e göre, okulda kaldığı altı sene boyunca Fritz’e sürekli olarak yanlış


<p>9</p>

Samuel Taylor Coleridge. İngiliz şair, eleştirmen ve filozof. (ç.n.)