Dört afacan şimdi ayakta durmuş, tam ortalarında bulunan gizemli kasaya ve onun sırlarla dolu kilidine bakıyorlardı. Açmaya çalışmakla çalışmamak arasında tereddüt ediyor, içinden çıkacak şeyi merak ettikleri kadar tehlikeli bir şey çıkmasından da endişe ediyorlardı. Endişe etmekte haklıydılar ama merak tohumları bu dört güzel yüreğe saçılmıştı bir kere…
El yordamıyla, üstünde semboller olan her bir şifre çarkını çevirdiler. Çevirdiler ama “çıt çıt” diye çıkan çevirme sesinin duyulması dışında başka bir şey olmuyordu. Tüm çarkların en üst hizasında tek bir ok vardı ve anladıkları kadarıyla beş doğru sembolü bulup bu okun olduğu hizaya getirmeleri gerekiyordu. Yani aslında kasanın şifresi beş basamaktan oluşan bir sembol dizilimiydi.
Bir süre uğraştıktan sonra Memo kilidi açmanın imkânsız olduğunu düşündü ve kasanın başından kalktı. Aslında Memo’nun kasayı açmaya çalışmaktan vazgeçmesinin sebebi farklıydı: Karnı acıkmıştı. Annesinin ona hazırladığı köfte ve patatesleri düşünüyordu. Öğle menüsünü nasıl mı biliyordu? Çünkü daha kahvaltısını yaparken sormuştu annesinin öğle yemeği için ne hazırladığını.
“Bu sembollerin bir anlamı olmalı.” dedi Aslı. “Ve anlamları da bu odanın bir yerlerinde gizli olmalı.” diye ekledi Nisa.
Bunları konuşurken bir yandan da etrafı karıştırıyorlardı. Meraklı gözleri ve parmakları, bir şeyler bulma ümidiyle rafların üstünde dolaşıyordu. Gizli bir kapak, çekmece gibi bir bölme aradılar ama yoktu. Çalışma masasının çekmecelerini çekip baktılar ama içleri boştu. Kapağı olan ve içine ulaşamadıkları tek şey bu siyah demir kasaydı.
Ali çerçevelerin içinde gördüğü fosile benzeyen deniz canlılarına bakıyordu. Aslı taştan yapılma, büyükten küçüğe sıralanmış üç mızrak ucu bulmuştu ve uçları o kadar sivriydi ki denemek için bir ucuna dokununca parmağına batmıştı. Memo’nun ilgisini en çok bir pusula çekmişti, onu eline alıp hangi yönün kuzey, hangi yönün doğu olduğunu anlamaya çalıştı. Çocukların ilgisini çekebilecek bir sürü şey vardı etrafta ama onların akılları hâlâ para kasasındaydı.
“Kasanın içinde dolar da var mıdır sizce?”
“Bence inci kolye, mücevher gibi şeyler vardır.”
“Arkadaşlar… Öyle bile olsa bundan bize ne? Kasa Ali’nin ailesine ait.”
“Öyle tabii ama hayalini kurmak bile çok güzel…”
Bu sırada çocukların dördü de masanın etrafında toplanmıştı. Belki bir şey buluruz ümidiyle masaya göz gezdiriyorlardı ama masanın üstünde bomboş beyaz sayfalar, bir dolma kalem ve bir resim çerçevesi haricinde hiçbir şey yoktu. Bunlar çocukların ilgisini çekmemişti ama yine de incelemek istediler. Kasa kilidinin üstündeki sembollere ait bir şeyler bulmak içindi bu arayışları.
Aslı dolmakalemin kapağını açtı. Kalemi elinde evirip çevirdi. Sembollere ait hiçbir şey yoktu kalemin üstünde.
Nisa kâğıtları inceledi. Kâğıtlar inci gibi bembeyazdı. Üstlerinde hiçbir şey yazılı değildi.
Memo resim çerçevesini aldı ve incelemeye başladı. Tozdan dolayı çerçevenin içindeki resmin kime ait olduğu seçilemiyordu. Parmaklarıyla tozları sildiğinde fotoğrafta yaşlı bir adam ve kucağında bir bebek olduğunu gördü. İlk bakışta fotoğraftakilerin kim olduğunu anlayamadı Memo. “Baksanıza ne buldum!” diye seslenince sembollere ait bir ipucu bulduğunu sanan arkadaşları hemen Memo’nun etrafına toplandılar. Aslı fotoğraf çerçevesini Memo’dan alıp inceledi. “Ay Ali! Ne tatlıymışsın.”
“Nasıl anladın hemen bu bebeğin Ali olduğunu?”
“E fotoğraf renkli. Yanındaki de rahmetli Celal dede işte.”
“Doğru ama sen nereden biliyorsun bunu?”
“Elbette bilmiyorum Ali, sadece tahmin ediyorum.”
Gerçekten de bu fotoğraf Ali’nin bebekliğine ve rahmetli Celal Bey’e aitti. Vefatından yaklaşık 6 ay kadar önce çekilmişti ve Celal Bey de çok sevdiği torunuyla olan bu fotoğrafı bastırıp sonra da çerçeveletmişti.
Ali duygulanmadan edemedi. Kendi bebeklik fotoğraflarını annesiyle babası telefonlarından ayrı ayrı sürekli gösteriyorlardı zaten. Hatta bu, Ali için sıkıcı bir hâl almaya başlamıştı zamanla ama dedesiyle birlikte çekilmiş yeni bir fotoğrafı görmek, üstüne üstlük bu fotoğrafın özellikle çerçeveletildiğini görmek onu duygulandırmış, dahası gururlandırmıştı.
Ali, “Ver bakayım.” dedi ve fotoğraf çerçevesini Aslı’nın elinden aldı. Ali bu fotoğrafı ilk defa görüyordu. Önce kendisini inceledi. Bebekken giydiği ve annesinin hâlâ sakladığı sarı renkli tulumuna ve mavi patiklerine baktı uzun uzun, sonra da bebekken bile yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesine. O fotoğrafa dalmışken arkadaşları da bir yandan sembollere ait bir ipucu arıyorlardı kütüphanede.
Ali daha sonra dedesine baktı. Celal Bey, boynunda renkli papyonu ve gömleğinin üstündeki pantolon askılarıyla yine her zamanki gibi çok şıktı. Ali küçük yaşına rağmen bir şeylerin eksik yaşandığını hissetmiş olacaktı ki derin bir şekilde içini çekti.
Dedesinin yüzünde yumuşak, bağışlayıcı ve anlamlı bir gülümseme vardı. Ali bunu görünce fotoğraftaki dedesi gibi tebessüm etti. Bu tebessümüyle sanki dedesine selam yolluyordu. Çok geçmedi ki fotoğrafı incelerken şöyle bir ayrıntı fark etti: Dedesi Celal Bey fotoğraf çekilirken kameraya doğru değil, yana doğru bakıyordu. Hatta neredeyse arkasına dönecek gibiydi.
Ali kendi kendine düşünmeye başladı. Dedem hem yan tarafa bakıp hem de neden anlamı bir şekilde gülüyordu? Acaba yanında anneannem vardı da ona mı gülüyordu? Ya da o sırada yanımızdan bir kedi mi geçiyordu? Yoksa sadece hatalı bir poz muydu bu?
Ali’nin uzun süredir bu fotoğrafa odaklandığını gören Nisa merak edip, “Neden takıldın fotoğrafa bu kadar?” diye sordu. Ali dudaklarını büküp, “Bilmiyorum. Dedem sanki bir şey anlatmak istemiş gibi duruyor.” diye cevap verdi.
“Yok artık daha neler… Bu sadece bir fotoğraf Ali.”
“Biliyorum… Biliyorum da…”
“Biliyorsun da ne? Gel de şu ipuçlarını ara bizimle birlikte.”
“Bir fotoğraf çekilirken neden arkaya bakarsınız?”
Memo, “Açık büfe varsa ve hemen arkamdaysa…” diyerek güldü.
Nisa, “Tam fotoğraf çekilirken arkadan biri bana seslenirse…” dedi.
Aslı da tahmin yürüttü. “Arkamdan kedi köpek geçerse…”
“Ya da arkanızdaki bir şeyi göstermek istiyorsanız…”
“Nasıl yani?” dedi üçü de.
Ali yavaşça elinde tuttuğu çerçevenin arkasını çevirdi. Çerçevenin arkasında fotoğrafı tutan dört kopça haricinde bir şey görünmüyordu. Bu sırada çocuklar anlamsızca bir Ali’ye bir de elinde tuttuğu çerçeveye bakıyorlardı. Ali kopçaların dördünü de ağır ağır çevirdi ve çerçevenin arka kapağını çıkardı. Sonra çerçeveyi ters çevirip buruşturmamaya çalışarak içindeki fotoğrafı özenle çıkardı. Arkadaşları Ali’nin ne yapmaya çalıştığını artık anlamışlardı ve meraklı gözlerle ne olacağını izliyorlardı. Ali fotoğrafa son bir kez baktıktan sonra fotoğrafın arkasını çevirdi.
Çocuklar