Boşaltma, aklını bozarsın,
Her şeyi kendin bilsen de,
Daha sen de cayarsın.
Tutuşursun, yanarsın.
Kendi elinle meşakkate
Kendi başını sokarsın.
Ne zaman doyurdun
Ayı gibi amcasını,
Kadınını kısrağını?
Karsak gezmez kara tepede
Bakmadan niye kamçılarsın?
O zaman iyi mi olur;
Tutup biri döverse,
Elbiseni soydurup
Alay mevzuuna dönüşünce?
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Hasretle sararıp solma!
Kız peşinde koşmadan yaşayınca
Beddua mı ediyor birisi sana?
Kız istersen, başlık ver
Bu öğüt değil mi sana?
Görüp alsan görkemlisini,
Seçip alsan asilini
Gönül yine de yetinmez mi?
İlk karda kartalcı çıkar ava
İlk karda kartalcı çıkar ava,
Taşlıkta tilki bulunur göz açıp bakana,
İyi at ile geçimli yoldaş – bir ganimet -,
Uygun tertipteki giyim, avcı adama…
Beklenmedik bir anda kavuşunca ayak izine,
Çabucak asılırlar dizgine, takılırlar peşine.
Kartalcı dağ başında, izci düşüncede,
İzin gittiği yönü kestirdiklerinde,
Göz bandını çıkarırlar, ırak bir yerde.
“Alçak uçarsam tilki kaçıp kurtulur” diye,
Kanlı göz, kasıntıyla vurup çıkar göklere…
Yırtıcı kuş avını görüp süzüldüğünde,
Pençesindeki sekiz mızrak ile gözü tilkide,
Yiğit de… Bırakmaz sonraki güne.
Kanat, kuyruk uğuldatarak ıslık atar gökte,
Kartal, gökten ağar gibi süzüldüğünde.
Görür görmez kalakalır kaçan tilki olduğu yerde,
Boşuna kaçmakla kurtulamayacağını bilince!
Kabartır tüylerini, açar ağzını, gösterir dişini de
O da boğuşur hayatı pahasına, gücü yettiğince…
Şark şurk ederek başlar ikisi çatışmaya.
Yiğidin hası çıkmış gibi kan meydanına.
Birisi gök, birisi yer… Dahası,
İnsan için batışırlar kızıl kana…
Kar apak, tilki kızıl, kartal kara,
Benzer, oldukça güzel yıkanmaya.
Kara saçı kaldırsa iki dirsek havaya
O da bulk-bulk etmez mi sıvazlansa?
Apak et, kıpkızıl bet, çırılçıplak…
Kara saçlar kızıl yüzü kapladığında.
Damadı yiğit, nişanlısı güzel olanların,
Tıpkı benzer dar döşekte kavuşmasına.
Arkasından uylukları kımıldar,
Kırıp büker, altına tam bastığında.
Kuşu da, sahibi de horozlanır,
Altmış iki hileli tilkiyi avladığında.
İlginç görür, keyifli olan avcılar,
Yıkılana çarpılacak yere bakmazlar.
Kırık bıçak altında hırıldayan tilkinin dahi,
Mağrur kartala zayıf rakip olmadığını anlarlar…
“Ganimet bol olsun” diye gülümser
Avı, terkisine bağlanan büyükler,
Kalpağı bir silkeler, tekrar giyer,
Nasıbayı3 çiğner, gönlü hoşnut kaldığında…
Dağdan iğde derer gibi alıverince,
Bir sevinç yaşar, merakı her kanıverişte
Hiç kötü niyet yok, kalplerinde,
Av olur sohbetleri kuş salıverilince.
Kendim gördüm, hiç ziyanları yok kimseye…
Mürüvvetli bir işim oldu, yalan dünyada.
Yüreği sezgili, gönlü düşünceliye,
Hepsi de açık değil mi, düşündüğünde?
Anlamazsın, üstünkörü bakarak ırgalansan,
Resmini göremezsin, çok bakmazsan.
Gölgesi düşer, iç dünyana,
Her kelimesini bir bir düşünüp, tartsan…
Bunu okusa… Yiğitler! Avcı okusun,
Bilemezsin, kuş salıp, dem tatmasan.
1884
Kaplanmış ak gümüş gibi geniş alınlı
Kaplanmış ak gümüş gibi geniş alınlı,
Alası az kara gözü nur parıltılı,
İncecik karakaşını çizip bırakmış,
Bir cana benzetiyorum doğan ayı.
Alından aşağı inen burun köşeli,
Akça yüz, al-kızıl bet bağlar dili.
Ağzını açsa, görünür kirsiz dişi,
Elle dizilmiş gibi, heyecan verici.
Söylese, sözü edepli ve manalı,
Gülüşü, tıpkı bülbül şakıması…
Boynu var, yusyumru, ak ipek gibi,
O narin gerdanı gün yakmaz ki.
Omzu dik, uyluğu düz tahta gibi,
Gövdesinde iki elma durmaz ki,
Kabaca uzun da değil, kısa da,
Nazik beli, kıvrılır çubuk dalı gibi.
Bileği var, küçük çocuğun dengi gibi,
Kırışıksız ak parmakları işe elverişli.
Uzun ve gür kara saçları ipek dallı,
İpek gibi heyecanlandırır, göz alıcı.
Hangi kızda lezzet var, kimsenin tatmadığı?
Güzeli bu zamanın, karşılıksız yatmayanı…
On sekiz, on dokuza geldikten sonra,
Alınmazsa verem olur, el dokunulmayanı.
Bunların