Bütün ev halkı, tarlada çalıştığı sırada Bonga kız, kemanın içinden çıkıp aileye yemek hazırlardı. Kendi payını yedikten sonra şefin oğlunun yemeğini yatağının altına koyup toz olmasın diye üzerini örter, sonra da kemana geri girerdi. Her gün aynı şey yaşanınca ev halkı, tanıdıkları bir genç kızın delikanlıdan hoşlandığını ve ona olan ilgisini bu şekilde gösterdiğini düşündü. Bu yüzden, yemeğin nereden geldiğini araştırmakla uğraşmadılar. Fakat köy reisinin oğlu, rahatını bu kadar düşünen kızın kim olduğunu anlamak için nöbet tutmaya karar verdi. İçinden şöyle diyordu: “Bugün onu yakalayacağım ve güzelce pataklayacağım. Beni, bütün ailemin önünde rezil ediyor.” Ardından bir odun yığını arasına saklandı. Kısa süre sonra kız, bambu kemandan dışarı çıktı. Saçlarını tarayıp hazırlandıktan sonra her zamanki gibi pirinç pişirdi, biraz yiyip genç adamın payını yatağının altına koydu. Yine kemana girmek üzereyken delikanlı saklandığı yerden çıkıp kızı yakaladı. Bonga kız bağırdı: “Aman! Aman! Bir Dom, bir Hadi ya da evlenemeyeceğim bir kasta ait biri olabilirsin.” Genç adam dedi ki: “Hayır. Ama bugünden itibaren, ikimiz biriz artık.” Bunun üzerine tatlı bir muhabbete koyuldular. Akşam vakti diğerleri eve dönünce, kızın hem insan hem de Bonga olduğunu görüp çok sevindiler.
Zaman içinde Bonga kızın kendi ailesi çok yoksullaşmıştı. Bir keresinde, ağabeyleri köy reisinin evini ziyaret etti. Bonga kız onları hemen tanıdı ama onlar kızın kim olduğunu bilmiyorlardı. Kız onlara hemen su getirdi. Ardından pirinç pişirdi. Sonra yanlarına oturup yengelerinin yaptığı kötülükleri ağlamaklı bir sesle anlattı, ağabeylerini azarladı. Nihayet dedi ki: “Hepiniz bütün bunların farkındaydınız ama beni kurtarmak için hiçbir şey yapmadınız.” İşte, intikamını böylece almış oldu.
Zalim Turna Oyuna Gelir
Evvel zaman içinde Bodisat, bir nilüfer göletinin kenarında yetişmiş bir ağacın koruyucusu olarak bir ormanda dünyaya gelmişti.
O zamanlar, kuraklık mevsiminde malum göletin suyu çekilirdi. Bu küçük gölette bir sürü balık yaşardı. Bir turna ise bu balıklara dikmişti gözünü:
“Şu balıkları bir şekilde oyuna getirip avlamalıyım.”
Turna, suyun kenarına oturup bu işi nasıl yapacağını düşünmeye başladı.
Balıklar onu görünce sordular: “Niçin böyle düşünceli bir hâlde oturuyorsun burada?”
“Sizi düşünüyorum,” dedi turna.
“Aman efendim! Bizi neden düşünüyorsunuz?”
“Neden olacak? Gölette çok az su var. Üstelik yiyeceğiniz de pek az. Hava da öyle sıcak ki! O yüzden şöyle düşünüyordum: ‘Şu balıklar küçük dünyalarında ne yapacaklar şimdi?’”
“Evet, hakikaten haklısınız, efendim! Ne yapacağız biz?” dedi balıklar.
“Size söylediklerimi yaparsanız, sizi gagama alarak bin-bir çeşit nilüferin olduğu büyük bir gölete götürürüm, sizi oraya bırakırım,” diye cevap verdi turna.
“Bir turnanın balıkların rahatını düşünmesi, dünya kurulduğundan beri işitilmemiş şey, efendim. Sizin asıl amacınız, teker teker hepimizi mideye indirmek.”
“Aklımdan bile geçmedi öyle bir şey! Bana güvendiğiniz sürece yemem sizi. Ama bahsettiğim göletin var olmadığını düşünüyorsanız, içinizden birini yanıma verin, gelip kendisi görsün!”
Bunun üzerine ona inandılar ve içlerinden birini yanına verdiler. Bu, tek gözlü, büyük bir balıktı. Denizde ya da karada, her acil durumda akıllıca davranırdı.
Turna, balığı gölete götürüp suyu gösterdikten sonra geri getirdi, diğer balıkların yanına saldı. Balık, arkadaşlarına büyük göletin güzelliklerini anlattı.
Onu dinleyen diğer balıklar hep bir ağızdan, “Pekâla, efendim! Bizi götürebilirsiniz,” dediler.
Bunun üzerine turna, ilk olarak yaşlı ve yarı kör balığı diğer göletin kenarına götürdü. Göl kenarındaki bir varana ağacına konup bekledi. Sonra, zavallı balığı ağacın çatallarından birine fırlatıp gagasıyla vurarak öldürdü. Balığın etini yedi, kemiklerini ise ağacın dibine attı. Sonra geri dönüp bağırdı:
“Bu balığı gölete attım, başka birini gönderin.”
Bu şekilde teker teker bütün balıkları yedi. Geri döndüğünde başka balık kalmamıştı!
Ama hâlâ geride kalmış bir yengeç vardı. Turna onu da yemek istediği için seslendi:
“Sevgili yengeç, bütün balıkları alıp güzel ve büyük bir gölete bıraktım. Seni de götüreceğim!”
“Beni nasıl tutacaksın ki?”
“Bir yerini gagamla ısırır, öyle götürürüm.”
“Öyle taşırsan düşerim. Ben gelmem seninle!”
“Korkma, sımsıkı tutarım, düşmezsin!”
Sonra yengeç kendi kendine düşündü: “Eğer bu turna, balıkları bir kere yakaladıysa, asla gölete bırakmış olamaz! Beni gerçekten gölete götürse, harika olur! Ama başka bir şey yapmaya kalkarsa, boğazını kesiveririm, öldürürüm onu!” Turnaya döndü:
“Baksana, dostum! Beni sıkıca tutamazsın ama biz yengeçler, kavrayışımızla ünlüyüzdür. Kıskaçlarımla boynuna tutunmama izin verirsen, seninle seve seve gelirim.”
Turna oyuna getirildiğini fark etmedi ve teklifi kabul etti. Böylece yengeç, kıskaçlarını turnanın boynuna demirci kerpeteni gibi geçirip bağırdı: “Haydi, yola çıkalım!”
Turna, yengeci alıp büyük gölete götürdü, etrafı gösterdi. Sonra varana ağacına yöneldi.
“Amca!” diye bağırdı yengeç, “Gölet bu tarafta ama sen beni başka tarafa götürüyorsun!”
“Ah, öyle mi?” diye cevap verdi turna. “Sevgili tatlı yeğenim, bana amcacığım diyorsun. Yani seni kaldırıp oraya buraya taşıyacak bir köle olarak görüyorsun beni! Şimdi gözlerini aç da şu ötedeki varana ağacı dibinde yığılı balık kılçıklarına bir bak. O balıkların hepsini yedim, tıpkı seni de afiyetle mideme indireceğim gibi!”
“Ah! Balıklar, aptallıkları yüzünden yem oldu,” diye cevap verdi yengeç. “Ama beni yemene izin vermeyeceğim. Tam aksine, ben seni yok edeceğim. Zira o kadar aptalsın ki seni oyuna getirdiğimi anlayamadın. Ölürsek, beraber öleceğiz. Çünkü şu başını kesip yere atacağım!”
Sonra nefes nefese, gözyaşları içinde ve korkudan titreyerek yalvardı turna: “Aman Tanrım! Gerçekten de seni yemeye niyet etmemiştim. Canımı bağışla, ne olur!”
“Pekâlâ!