Uzun yolların ardından anne babasına dair bir haber alma umudu kalmamıştı ki taşlar, kayalar ve ağaçlarla dolu bir ülkeye vardı. Burada yüksek kuleli kocaman bir saray gördü. Hemen yanında bir Mali5’nin evi vardı.
Etrafına bakındığı esnada Mali’nin karısı onu gördü, hemen evden çıkıp dedi ki: “Sevgili çocuğum, böyle tehlikeli bir yere gelmeye nasıl cesaret ettin? Kimsin sen?” Çocuk cevap verdi: “Ben bir Raja’nın oğluyum. Babam ile amcalarımı ve de kötü bir büyücü tarafından ele geçirilmiş annemi arıyorum.”
Bunun üzerine Mali’nin karısı dedi ki: “Bu ülke ve burası, o sözünü ettiğin Büyücü’ye aittir. Her şeye kadirdir o. Biri canını sıkacak olursa, onu taşa veya ağaca çeviriverir. Bir zaman önce buraya bir Raja oğlu gelmişti. Ardından da altı ağabeyi. Sonra hepsi taş veya ağaç oldu. Üstelik bahtsız olanlar yalnız onlar değil. Zira şu kulede çok güzel bir Prenses yaşar. Ondan nefret ettiği ve onunla evlenmeyi kabul etmediği için Büyücü, güzel Prenses’i hapsetti.
Bunun üzerine Prens, “Bunlar benim anne babamla amcalarım olmalı. Nihayet onları buldum,” diye geçirdi içinden. Sonra Mali’nin karısına hikâyesini anlattı. Sözünü ettiği o talihsiz kişiler hakkında bilgi edinmek üzere orada kalmak için izin istedi. Kadın ona yardım edeceğine söz verdi. Büyücü’nün onu görüp taşa çevirmemesi için kılık değiştirmesini tavsiye etti. Prens bunu kabul etti. Böylelikle, Mali’nin karısı delikanlıya bir sari giydirdi. “Bu kim?” diye soranlara, “Kızım,” diyecekti.
Bunun üzerinden çok geçmemişti ki bir gün Büyücü, yine bahçesinde dolaşırken oyun oynayan küçük kızı gördü (tabii, kız kılığındakinin aslında delikanlı olduğundan habersizdi). Kim olduğunu sordu kıza. O da Mali’nin kızı olduğunu söyledi. Büyücü buna cevaben “Ne kadar sevimli bir kızsın. Yarın kulede yaşayan güzel kadına çiçekler götürüp benim hediyem olduğunu söyleyeceksin.”
Genç Prens, bunu duyunca çok sevindi. Hemen Mali’nin karısına haber vermek için eve koşturdu. Ona danıştıktan sonra bu kılıkta gezmesinin daha güvenli olacağına karar verdi. Annesiyle iletişim kurabilmek için iyi bir fırsat kollamalıydı. Tabii, kuledeki gerçekten de annesiyse.
Balna evlendiğinde, kocası ona içinde Balna yazan altın bir yüzük hediye etmişti. Sonra kız, bu yüzüğü küçük oğlunun parmağına takmıştı. Çocuk büyüyünce teyzeleri, parmağına uysun diye yüzüğü büyüttürmüştü. Mali’nin karısı delikanlıya, bu tanıdık hazineyi annesine götüreceği buketlerden birine bağlamasını önerdi. Annesi yüzüğü muhakkak tanıyacaktı. Elbette çok kolay olmayacaktı bu iş, zira zavallı Prenses sürekli nöbetçiler tarafından gözetlenmekteydi. Büyücü, Prenses’in arkadaşlarıyla iletişim kurmasından korkuyordu. Mali’nin sözde kızının her gün çiçek götürmesine izin verildiği hâlde Büyücü ya da kölelerinden biri daima odada hazır bulunuyordu. Nihayet bir gün şans yüzüne güldü ve kimsenin bakmadığı bir anda çocuk, yüzüğü bir çiçek demetine bağlamayı başararak demeti Balna’nın ayaklarına attı. Demet yere düşünce bir şakırtı sesi geldi yüzükten. Balna, sesin geldiği yere baktı ve çiçekler arasındaki yüzüğü buldu. Yüzüğü tanıyınca, oğlunun anlattığı hikâyeye, onu uzun zamandır aradığına hemen inandı. Ne yapması gerektiğini sordu. Ama onu kurtarmak için hayatını tehlikeye atmamasını istedi oğlundan. Onunla evlenmeyi reddettiği için on iki yıldır Büyücü’nün onu kulede esir tuttuğunu ve sürekli nöbetçiler tarafından gözetlendiği için kaçma şansının olmadığını anlattı.
Balna’nın oğlu çok akıllı bir çocuktu. “Korkma anneciğim. İlk yapacağımız şey, Büyücü’nün gücünün sınırlarını anlamak. Böylece kaya ve ağaçlara dönüştürerek hapsettiği babamla amcalarımı özgürlüğüne kavuşturabiliriz. On iki yıldır onunla öfkeli bir şekilde konuştun. Şimdi nazik davranmayı dene. Yıllardır yasını tuttuğun kocanı görme ümidinin kalmadığını ve onunla evlenmeye hazır olduğunu söyle. Sonra da gücünün sınırlarını anlamaya çalış. Ölümsüz mü, yoksa onu öldürmek mümkün mü öğren,” dedi.
Balna, oğlunun tavsiyesine uymaya karar verdi. Ertesi gün Punçkin’i çağırtıp onunla nazik bir şekilde konuştu.
Bu duruma çok sevinen Büyücü, düğünün mümkün olan en kısa sürede yapılmasına izin vermesini istedi.
Ama Balna evlenmeden önce biraz daha zaman istedi. Bunca zaman düşman olmuşlardı, birbirlerini tanıyıp arkadaş olmaları için zamana ihtiyacı vardı. “Hem bana söyler misiniz,” dedi, “siz ölümsüz müsünüz? Yani ölüm size dokunabilir mi? İnsani acıları hissedemeyecek denli büyük bir büyücü müsünüz?”
“Neden soruyorsunuz?” dedi Büyücü.
“Çünkü,” diye cevap verdi Balna, “karınız olacaksam, hakkınızdaki her şeyi bilmek isterim. Böylece bir tehlikeyle karşılaştığınız takdirde, üstesinden gelmeyi ve mümkünse o tehlikeyi savmayı başarabilirim.”
“Doğru söylüyorsunuz,” dedi Büyücü, “Ben başkaları gibi değilim. Buradan yüzlerce mil uzakta, gür ormanlarla kaplı ıssız bir ülke vardır. Ormanın tam ortasında palmiye ağaçları bir daire oluşturur. Dairenin ortasında ise birbiri üzerine yığılmış ve içi su dolu altı tane toprak çömlek vardır. Altıncı çömleğin altında küçük bir kafes ve kafesin içinde yeşil bir papağan bulunur. İşte benim hayatım o kuşa bağlıdır. Papağan ölürse, ben de ölürüm. Fakat papağanın yara alması bile imkânsız, zira o ülkeye ulaşmak çok güçtür. Ayrıca verdiğim emre uyarak palmiye ağaçlarının etrafını sarmış olan binlerce ifrit oraya yaklaşanı öldürür.”
Balna, Punçkin’in söylediklerini oğluna anlattı. Ama bir taraftan da papağanı bulma fikrini aklından çıkarması için oğluna yalvardı.
Ne var ki Prens, “Anneciğim, o papağanı ele geçirmezsem seni, babamı ve amcalarımı kurtaramam. Hiç korkma, hemen geri döneceğim. Bu arada Büyücü’yü kızdırma. Düğünü ertelemek için bahaneler uydur. O, bütün bu yaptıklarımızın asıl sebebini anlamadan, dönmüş olacağım.” Bu sözlerin ardından, delikanlı yola çıktı.
Uzun bir yol katettikten sonra, nihayet Büyücü’nün sözünü ettiği gür ormana ulaştı. Çok yorulduğu için bir ağacın altına oturup uyuyakaldı. Hafif bir hışırtıyla uyandı. Etrafına bakınca kocaman bir yılanın, altında oturduğu ağaçtaki kartal yuvasına doğru ilerlediğini gördü. Yuvada iki yavru kartal vardı. Prens, kuşların tehlikede olduğunu görerek yılanı öldürdü. Aynı anda havada bir hışırtı duyuldu. Yavrularına yemek aramak için avlanmakta olan iki büyük kartal yuvaya dönmüştü. Ölü yılanı ve başında dikilen Prens’i gördüler. Anne kartal, Prens’e dedi ki: “Oğlum! Yıllardır bütün yavrularımıza musallat olmuş, hepsini yemişti bu yılan. Çocuklarımızın hayatını kurtardın. Ne zaman müşkül duruma düşersen, bize haber et. Hemen imdadına koşarız. Bu yavru kartallara gelince, onları yanına al, senin hizmetkârın olsunlar.”
Prens bu duruma çok sevindi. İki kartal kanatlarını açtı. Prens de kuşların sırtına binerek gür ormanların üzerinden uçtu ve su dolu altı çömleğin bulunduğu palmiye ağaçlarına vardı. Gün ortasıydı ve hava çok sıcaktı. Ağaçların çevresindeki ifritler uyukluyordu. Ama sayıları binleri buluyordu. Onları aşıp papağanın bulunduğu yere ulaşmak çok