Bunun üzerine Büyücü, “Eskiden beri yanında olan bir hayvansa, onu vermek istemeyişini anlayabilirim. Peki, kaç paraya satarsın onu?” diye sordu.
“Efendim,” dedi Prens, “papağanımı satmam ben.”
Delikanlının bu cevabı Punçkin’i çok korkuttu: “Ne istersen veririm, ne istiyorsun söyle, lütfen.” Prens dedi ki: “Raja’nın kayalara ve ağaçlara dönüştürdüğün yedi oğlunu hemen serbest bırakacaksın.”
“İstediğin gibi yapacağım,” dedi Büyücü. “Yeter ki bana papağanı ver.” Büyücü, sihirli değneğini oynattı ve Balna’nın kocası ile ağabeyleri gerçek hâllerine döndüler. “Şimdi bana papağanı ver,” dedi Punçkin tekrar.
“O kadar çabuk değil, efendim,” dedi Prens. “Bu şekilde tutsak ettiğiniz herkesi, tekrar hayata döndürmenizi istiyorum.”
Büyücü hemen değneğini salladı. Ağlamaklı bir sesle “Papağanı ver bana!” diye yalvarırken bütün bahçe birden canlandı: Önceden kayalar, ağaçlar ve taşların durduğu yerde şimdi rajalar, puntlar ve serdarlar bitmişti. Yerinde duramayan atların sırtında soylu adamlar, giysileri mücevherlerle donanmış ulaklar ve silahlı hizmetçiler ortaya çıkmıştı.
“Ver şu papağanı!” diye bağırdı Punçkin. Delikanlı papağanı kavrayıp bir kanadını kopardı. Aynı anda Büyücü’nün sağ kolu koptu.
Punçkin sol kolunu uzatıp ağlıyordu: “Papağanımı ver bana!” Prens, bu kez de kuşun diğer kanadını kopardı ve Büyücü sol kolunu kaybetti.
“Papağanımı ver bana!” diye ağlayıp dizlerinin üzerine düştü. Prens, papağanın sağ bacağını çekti ve Büyücü’nün sağ bacağı koptu. Sonra kuşun sol bacağını kopardı, Büyücü böylece sol bacağından da oldu.
Kolsuz bacaksız bedeni ve başı haricinde bir şey kalmadı Büyücü’den geriye. Ama yine de gözlerini yuvarlayıp “Papağanımı ver!” diye bağırmaya devam ediyordu. “Al papağanını o zaman!” diye bağırdı delikanlı ve kuşun boynunu burup Büyücü’ye attı. Bu esnada Punçkin’in de boynu döndü, korkunç bir inlemeyle son nefesini verdi!
Sonra Balna’yı kuleden çıkardılar. Balna, oğlu ve prensler ülkelerine döndüler. Bundan sonra hep mutlu yaşadılar. Büyücünün tutsak ettiği diğer herkes de kendi yurduna döndü.
Kırık Çanak
Bir zamanlar Svabhavakripana adında bir Brahma rahibi yaşardı. İsmi, “doğuştan cimri” anlamına geliyordu. Dilenerek büyük miktarda pirinç toplamayı başarmıştı ve bunları yiyip bitirdikten sonra kalanını bir çanağa doldurmuştu. Çanağı duvardaki bir çiviye takmış, kanepesini de tam altına yerleştirmişti. Bütün gece dikkatle çanağı seyrederek kendi kendine düşündü: “Çanağım ağzına kadar dolu hakikaten. Bir kıtlık falan olsa, yüzlerce rupi kazanırdım bütün bu pirinçle. Bununla iki keçi alırdım. Altı ayda bir yavruları olurdu. Böylece bir keçi sürüsü elde ederdim. Sonra, keçileri satıp yerine inek alırdım. Yavruladıkları buzağıları satıp yerine manda alırdım. Sonra mandaları satıp kısrak alırdım. Kısraklar yavrulayınca bir sürü atım olurdu. Sonra onları da satar ve bir sürü altına sahip olurdum. Altınlarla dört kanatlı kocaman bir ev alırdım. Sonra evime bir Brahma rahibi gelir ve güzeller güzeli kızını bana verirdi. Hem de büyük bir çeyizle birlikte. Bir oğlumuz olurdu, adını Somasarman koyardım. Babasının dizine çıkacak yaşa geldiğinde, ben ahırın arkasında elimde bir kitapla otururdum. Beni kitap okurken gören oğlum, annesinin kucağından zıplayıp bana doğru koşar ve dizlerime çıkardı. Atın nalına çok yaklaştığı için çok kızar ve karıma bağırırdım: ‘Çocuğu götür buradan!’
Ama karım ev işlerine daldığından beni duymazdı. Sonra ayağa kalkıp bir tekme atardım kadına.” Bunları düşünürken havaya bir tekme attı ve duvardaki çanağı kırdı. Çanaktaki bütün pirinç üzerine savruldu, her yanı bembeyaz oldu. İşte bu yüzden beni iyi dinleyin: “Kim geleceğe dair aptalca planlar yaparsa, Somasarman’ın babası gibi bembeyaz oluverir.”
Sihirli Keman
Bir zamanlar yedi erkek kardeş ve bir kız kardeş yaşardı. Erkeklerin hepsi evliydi ama karıları yemek pişirmezdi. Bütün aile için yemek pişirme işini kız kardeş yapardı. Bu nedenle yengeleri, görümcelerine karşı öyle kin besliyordu ki günün birinde toplanıp kızcağızı yemek pişirme görevinden uzaklaştırmaya karar verdiler. Böylece evle ilgilenenler onlar olacaktı. Dediler ki: “Tarlada çalışmaya gitmiyor, bütün gün evde ama yine de yemekleri zamanında hazırlamamış.” Sonra Bonga’ya6 seslenip ondan iyi niyet ve yardım sözü aldılar ve dediler ki: “Gün ortasında, görümcemiz su getirmeye gittiğinde onun çömleğini gören su, ortadan kaybolacak, sonra tekrar ortaya çıkacak. Böylece gecikmiş olacak. Su, görümcemizin çömleğine akmasın. Bunun karşılığında kız senindir. Onu dilediğin gibi kullan.”
Öğle vakti kız, su almaya gittiğinde sular, gözlerinin önünde ortadan kayboldu. Kızcağız ağlamaya başladı. Bir süre sonra sular tekrar yükseldi. Ayak bileklerine kadar yükselince kız çömleği doldurmaya çalıştı fakat su bir türlü çömleğe girmiyordu. Kız, korkuyla ağlayıp ağabeyine seslendi:
“Ağabey! Su bileklerime kadar geldi ama çömlek dolmuyor, yardım et bana!”
Sular kızın dizlerine ulaşana dek yükseldi, kız yine ağlamaya başladı:
“Ağabey! Su dizlerime kadar geldi ama çömlek dolmuyor, yardım et bana!”
Sular, yükselmeye devam etti. Beline ulaştığında kız yine ağlayıp bağırdı:
“Ağabey! Su belime kadar geldi ama çömlek dolmuyor, yardım et bana!”
Sular hâlâ yükseliyordu, öyle ki artık kızın boynuna ulaşmıştı:
“Ağabey! Sular, boynuma kadar yükseldi ama çömlek dolmuyor, yardım et bana!”
Zamanla sular öyle yükseldi ki kızcağız boğulacağını düşündü, acı içinde bağırdı:
“Ah, ağabeyciğim! Sular artık insan boyuna yetişti. Şimdi çömlek dolmaya başladı.”
Çömlek suyla doldu. Bu esnada kız suya battı ve boğuldu. Tam o anda Bonga kendi şekline büründü ve kızı alıp götürdü.
Bir süre sonra kız, boğulduğu su kaynağının kenarında biten bir bambu ağacı şeklinde tekrar göründü. Bambu devasa bir boyuta ulaştı. İşte o zaman sık sık oradan geçen bir Yogi, ağacı görüp kendi kendine dedi ki: “Bu ağaçtan harika bir keman olur.” Bunun üzerine, bir gün baltasını getirip ağacı kesmek istedi ama tam başlamak üzereyken bambu seslendi: “Kökümü kesme, üst kısımları kes.” Ağacın üst kısımlarını kesmek için baltasını kaldırdığında ise bambu, “Tepeden kesme, kök kısmını kes,” dedi. Yogi ağacın istediği gibi kökü kesmek üzere bir kez daha hazırlandığında, bambu dedi ki: “Kökü kesme, yukarısını kes.” Yine üst kısımları kesmek istediğinde ise “Yukarıdan kesme, kökü kes,” dedi. Yogi, bir Bonga’nın onu korkutmaya çalıştığını anladı. İyice öfkelenip bambuyu kökten kesip keman yapmak üzere evine götürdü. Enstrümanın muhteşem bir sesi vardı, dinleyen herkes mest oluyordu. Yogi, dilenmeye gittiğinde