Ertesi gün prensesler her zamanki gibi annelerinin mezarına gittiler ama greyfurt ağacı ortalıkta yoktu. Kızlar, acı acı ağlamaya başladılar.
Rani’nin mezarı yanında küçük bir sarnıç vardı. Kızlar, ağlayıp dururken sarnıcın krema gibi bir şeyle dolduğunu gördüler. Sonra bu krema sertleşip pasta hâlini aldı. Bunu gören prensesler çok sevinip pastanın tadına baktılar ve çok beğendiler. Sonraki gün yine aynı şey oldu ve bu böylece devam etti. Her sabah prensesler annelerinin mezarına gittiklerinde küçük sarnıcın kremalı pastayla dolduğunu gördüler. Sonra zalim üvey anneleri kızına dedi ki: “Nasıl oluyor anlamıyorum. Prensesler, onlara verdiğim yemeği yemedikleri hâlde hiç süzülmüyorlar, üzgün de gözükmüyorlar. Nasıl oluyor, hiç anlamıyorum!”
Kızı, “Ben onları gözetlerim,” dedi.
Ertesi gün prensesler kremalı pastadan yediği sırada, üvey annelerinin kızı yanlarında bitti. Onu ilk gören Balna oldu: “Bakın, kardeşlerim! Şu kız yine geliyor. Sarnıcın kenarına oturalım da pastayı görmesin. Ona pastadan verirsek gidip annesine söyleyecek. Talihimiz son bulacak.”
Fakat diğer kız kardeşler Balna’nın gereksiz yere şüpheci davrandığını düşünerek tavsiyesine uymak yerine Prudhan’ın kızına pastadan verdiler. Kız da hemen eve gidip her şeyi annesine anlattı.
Prenseslerin keyfinin yerinde olduğunu öğrenen Rani, öfkeden çatlayacak gibiydi. Hizmetçilerini gönderip Raja’nın ilk karısının mezarını yıktırdı ve küçük sarnıcı, mezardan kalan taşlarla doldurttu. Bununla da yetinmeyip çok ama çok hastalanmış gibi yaptı. Sanki ölmek üzereydi. Raja bunu görünce çok üzüldü ve karısını iyileştirmek için elinden ne gelirse yapmaya hazır olduğunu söyledi. Karısı, “Hayatımı kurtaracak tek bir şey var ama yapmayacağını biliyorum,” dedi. Raja cevap verdi: “Ne olursa olsun yaparım.” Kadın dedi ki: “Hayatımı kurtarmak için ilk karından olan yedi kızını öldürmeli ve kanlarından biraz alıp alnımla ellerime sürmelisin. Onların ölümü, beni yaşatacak tek şey.”
Bu sözleri duyan Raja üzüntüye boğuldu. Ama sözünü bozmaktan korktuğu için yüreğinde bir ağırlık hissiyle kızlarını bulmaya gitti.
Annelerinin mezarı başında ağlarken buldu onları.
Sonra, kızlarını öldürmeye elinin varmayacağını anlayan Raja, onlara nazikçe seslenerek birlikte ormana gitmeyi önerdi. Orada bir ateş yakıp biraz pirinç pişirdi ve kızlarına verdi. İkindi vakti iyice sıcak çöktü. Havanın verdiği rehavetle prensesler uykuya daldı. Kızlarının uyuduğunu gören Raja, oradan sıvışıp kızlarını yalnız bıraktı. Çünkü karısından korkuyordu. Kendi kendine şöyle düşündü: “Üvey anneleri tarafından öldürüleceklerine, zavallı kızlarımı bırakayım da burada ölsünler, daha iyi.”
Sonra Raja bir ceylan vurdu. Eve döndüğünde, Rani’nin alnıyla ellerine ceylanın kanından sürdü. Prenseslerin gerçekten öldüğünü sanan kadın, iyileştiğini söyledi.
Bu arada prensesler uyandı ve koca ormanın ortasında yapayalnız olduklarını görünce korkuya kapıldılar. Avazları çıktığınca bağırıp seslerini babalarına duyurmaya çalıştılar ama babaları çok uzaklardaydı ve sesleri gök gürültüsü kadar yüksek bile olsa onları işitemezdi.
Şansa bakın ki tam da o gün komşu bir ülkenin rajasının yedi genç oğlu aynı ormandan geçmekteydi. Gün boyu avlandıktan sonra eve dönüyorlardı. En genç Prens, ağabeylerine döndü: “Durun bir dakika. Bir ağlama sesi duyuyorum. Birileri bağırıyor. Siz duymuyor musunuz? Sesin geldiği tarafa gidelim, ne oluyor öğrenelim.”
Bunun üzerine Yedi Prens, atlarına binip kızların ağlayıp dövünmekte oldukları yere vardılar. Kızları gören genç prensler şaşkına döndü. Başlarına gelenleri öğrenince üzüntüleri iyiden iyiye arttı. Her birinin bu zavallı ve mahzun prenseslerden birini yanına alıp onunla evlenmesine karar verdiler.
Böylece en büyük prens, en büyük prensesi evine götürerek onunla evlendi.
İkinci prens, yine ikinci sıradaki prensesi aldı.
Üçüncü prens, üçüncü prensesle evlendi.
Dördüncüsü, dördüncü prensesle evlendi.
Beşinci prens, beşinci prensesle evlendi.
Altıncı prens, altıncı prensesi aldı.
Yedinci ve en yakışıklı prens, güzeller güzeli Balna ile evlendi.
Kendi ülkelerine döndüklerinde, Yedi Prens’in Yedi güzel Prenses ile evlenmesi sebebiyle krallıkta şenlikler düzenlendi.
Bundan bir yıl kadar sonra Balna’nın bir oğlu oldu. Amcaları ve teyzeleri, bu yumurcağı o kadar çok seviyordu ki sanki yedi anne babası vardı. Diğer prens ve prenseslerin hiç çocuğu olmadı. Bu yüzden, yedinci Prens ve Balna’nın oğlunu kendi çocukları gibi kabul ettiler.
Bir süre boyunca böylece mutlu yaşadılar; ta ki günün birinde yedinci Prens (Balna’nın kocası) ava çıkacağını söyleyene dek. Prens uzaklara gitti. Bütün ailesi onu bekledi durdu ama Prens bir daha geri dönmedi.
Bunun üzerine altı ağabeyi, kardeşlerini bulmak için yola çıktı. Ama onlar da geri dönmediler.
Yedi Prenses çok üzülüyordu çünkü iyi kalpli kocalarının öldürüldüğünden korkuyorlardı.
Bu olayın üzerinden çok geçmemişti. Balna bebeğinin beşiğini sallıyor, ablaları ise aşağıdaki odada çalışıyordu. İşte bu sırada, saray kapısına uzun ve siyah bir cübbe içinde bir adam geldi. Bir Fakir olduğunu ve dilendiğini söyledi. Hizmetçiler adama cevap verdi: “Saraya giremezsin. Raja’nın bütün oğulları gitti. Ölmüş olabileceklerini düşünüyoruz. Dul eşlerini, senin gibi dilencilerin rahatsız etmesine izin veremeyiz.” Yaşlı adam, “Fakat ben kutsal bir adamım. Beni içeri almak zorundasınız,” dedi. Bunun üzerine ahmak hizmetçiler adamı saraya aldılar ama bilmedikleri bir şey vardı: Bu adam bir Fakir değil, kötü Büyücü Punçkin idi.
Punçkin Fakir, sarayı dolaşıp güzelliklerini gördü. Nihayet, Balna’nın küçük oğlunun beşiği yanında oturduğu odaya geldi. Bu kız, Büyücü’nün bugüne dek gördüğü en güzel varlıktı. Öyle ki kızdan onunla evlenmesini istedi. Ama Balna, “Korkarım ki kocam öldü fakat oğlum çok küçük. Burada kalıp onu büyüteceğim, akıllı bir adam olduğunu göreceğim. Sonra dünyayı gezecek ve bana babasından haber getirecek. Onu bırakmak ve seninle evlenmek mi? Ağzından yel alsın!” dedi. Bu sözleri duyan Büyücü çok öfkelendi ve kızı kara bir köpekçiğe dönüştürüp çekiştirdi: “Madem kendi isteğinle gelmeyeceksin, ben seni götürmesini bilirim.” Böylece zavallı Prenses, hiçbir kaçış yolu olmadan ve başına gelenleri ablalarına duyuramadan zorla götürüldü. Punçkin, saray kapısından geçtiği esnada hizmetçiler sordu: “O küçük sevimli köpeği de nereden buldun?” Büyücü cevap verdi: “Prenseslerden biri hediye olarak verdi.” Bu cevaba inanıp başka soru sormadılar.
Çok geçmeden diğer altı prenses, yeğenlerinin ağladığını işitti.