Bin mumlu ev. Meredith Nicholson. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Meredith Nicholson
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-8068-07-8
Скачать книгу
üzerinde özenle dizilmiş yazı malzemeleri bulunan uzun bir masa vardı. Şık bir kılıfı açtığımda tasarımcı aletleriyle dolu olduğunu gördüm.

      Yüksek sesle inledim.

      “Bay Glenarm bu odayı çalışmak için kullanırdı. Aletler bizzat onun, efendim.”

      “Lanet olasıcalar!” diye haykırdım huysuzca. En yakın raftan bir kitap alıp açık halde masaya fırlattım. Kule: Savunma Amacıyla Kullanıldığı İlk Dönemler. Londra: 1816.

      Kapağını sertçe kapadım.

      “Yatak odası yanda, efendim. Umarım…”

      “Artık hiçbir şey umma!” diye gürledim. “Ayrıca hayal kırıklığına uğrayıp uğramamamın hiçbir önemi yok.”

      “Kesinlikle hayır, efendim!” diye yanıtladı kendimden utanmama neden olan bir sesle.

      Bitişikteki yatak odası küçük ve az mobilyalıydı. Duvarlar boyasızdı ve sadece İngiliz katedralleri, Fransız şatoları ve mimarinin en iyi başka örneklerini sergileyen çizimlerle renklenmişti. Yatak en bilindik demir karyolalardandı. Diğer mobilya parçaları da fayda esasına göre seçilmişti. Valizlerim ve çantalarım buraya taşınmıştı. Bates kapıdan bir emrim olup olmadığını sordu.

      “Bay Glenarm her zaman yedi buçukta kahvaltı ederdi, efendim. Tabii bir saati yokken tutturabildiği kadarıyla. Ama oldukça dakikti. Tarzı biraz tuhaftı, efendim. Geceleri etrafta dolaşmayı çok severdi ve kimse peşine düşmezdi.”

      “Ben pek gezineceğimi sanmıyorum,” diye bildirdim. “Ayrıca büyükbabamın kahvaltı saati benim için de çok uygun, Bates.”

      “Başka bir şey yoksa, efendim…”

      “Bu kadar. Ayrıca, Bates…”

      “Buyurun, Bay Glenarm.”

      “Gerçekten de bana ateş ettiğini ima etmiyordum, anlamışsındır muhakkak.”

      “Bahsini açmaya bile değmez, Bay Glenarm.”

      “Ama biraz tuhaf bir durumdu. Eğer bu konuda bir şeyler öğrenirsen lütfen beni bilgilendir.”

      “Elbette, efendim.”

      “Ama geceleri güneşlikleri çeksek iyi olur. Görünüşe bakılırsa bu civardaki ördek avcıları çok dikkatsiz. Sen de bugün ve bundan sonraki akşamlarda buradakileri örtebilirsin.”

      O dediklerimi yaparken saatimi kurdum. İtiraf etmeliyim ki kalbimin bir parçası hâlâ bu adamın yemek odasının penceresinden bana ateş eden adamla bir suç ortaklığı olduğundan şüpheleniyordu. Güneşliklerin açık olmasının biraz tuhaf olduğunu düşünüyordum ama bir yandan da bu durumu, bu henüz tamamlanmamış tuhaf evin sıradan ev bakımı ritüellerine tam manasıyla tabi olmamasına yorabilirdim. Bates şüphelerimin farkındaydı kuşkusuz ve düz yeşil güneşliklerin sonuncusunu çekerken konuşmaya başladı:

      “Bay Glenarm bunları asla çekmezdi, efendim. Onun sözleriyle tekrarlamam gerekirse, derdi ki onları açık severmiş. Bunlar doğuya bakan pencereler ve büyükbabanız da güneş ışığının onu uyandırmasından büyük bir keyif alırdı. Tuhaflıklarından biri de buydu, efendim.”

      “Şüphesiz. Çekilebilirsin, Bates.”

      Ciddiyetle bana iyi geceler diledi. Ben de kapıya kadar peşinden gidip cebinden çıkardığı tek bir mumun ışığıyla uzaklaşmasını izledim.

      Birkaç dakika boyunca ayak seslerini dinleyerek aşağıdaki koridorda ilerleyişinin izlerini sürerek bekledim. Eve dair bildiklerimin müsaade ettiği kadar elbette. Sonra, bilinmeyen bir yerden bir kapının kapandığını ve sürgünün çekildiğini duydum. Doğrusu gardiyanım özen gerektiren alışkanlıkları olan biriydi.

      Seyahat çantamı açıp içindekileri tuvalet masasına yaydım. Bütün maceralarımda yanımda katlanabilir, deri bir fotoğraf çerçevesi taşımıştım. İçinde babamın, annemin ve büyükbabam John Marshall Glenarm’ın portreleri vardı. Küçük oturma odasındaki şömine rafına yerleştirdim onu. Bu gece dünyada hiç olmadığım kadar yalnız hissediyordum kendimi. Bir dostluğa ihtiyacım vardı ve içimde bir şefkat titreşti. Büyükbabamın sert, ihtiyar gözlerine yeni ve meraklı bir ilgiyle baktım. Babamın evine düzensiz ziyaretleri olurdu. Ama babam onu bahsetmeye gerek görmediğim çeşitli şekillerde mutsuz etmişti. Babamın ölümü de beni kendi eylemlerimle iyice büyüttüğüm bir yabancılaşmaya sürüklemişti.

      Glenarm’a ulaşınca aklım tekrar Pickering’in büyükbabamın mülkünün değeriyle ilgili tahminine takıldı. John Marshall Glenarm oldukça tuhaf bir adam olsa da büyük bir servet biriktirmeyi başarmıştı. Ama ben vasinin, öldüğünde nispeten fakir olduğunu söyleyişini dinlemiştim. Vasiyetin şartlarını böyle kolaylıkla kabul edip kendimi hakkında hiçbir şey bilmediğim bir bölgeye hapsederek olağan danışma kanallarına erişimimi de kendim engellemiştim. Glenarm’daydım ve yılın sonuna kadar burada kalmalıydım. Benden ne kadar kolay kurtulduğunu düşündükçe Pickering’e olan öfkem arttı. Kendimi hep en az onun kadar keskin zekâlı olduğumu söyleyerek tatmin etmiştim ama şimdi, acaba aptallıkla onun gücüne mi boyun eğdim diye düşünmeden edemiyordum.

      Beşinci Bölüm

      KIRMIZI BİR İSKOÇ BERESİ

      Parlak ekim sabahına yenilenmiş bir yalnızlık hissiyle baktım. Penceremin önünde bir ağaç kalabalığı vardı. Kimileri hâlâ neşeli renkler taşıyordu. Kızıl, kahverengi ve altın sarısı. Tam karşıda, şaşırtıcı bir canlılıkta parlak yeşil ağaçlar da vardı. Fitilli kadifeden bir gezinti ceketi giyip ayağıma ağır ayakkabılar geçirdim. Dışarıda tur atmaya hazır, aşağı indim.

      Büyük kütüphane sabah ışığında daha da geniş görünüyordu. Fransız pencerelerden birini açıp taş terasa adım attım ve oradan evin dış cephesini daha net gördüm. Mazgalları ve iki kulesiyle güncellenmiş Tudor tarzındaydı. Kulelerden birinin henüz yarısı tamamlanmıştı ve hem yarım kulede hem de evin diğer kısımlarında işçi iskeleleri hâlâ duruyordu. Taş ve kereste yığınları büyük bir düzensizlikle etrafa dağılmıştı. Ev kısmen bir geçidin kenarına dek uzanıyordu. Geçitten ince bir dere göle doğru akıyordu. Teras, kütüphanenin hemen dışında büyük bir balkona dönüşmüştü ve altında su tatlılıkla ağır taş sütunlara çarpıyordu. İki güzel ve sade köprü geçidi bölüyordu. Biri ön girişe, diğeri arka girişe yakındı. Büyükbabam bu eve asil bir planla başlamıştı ama ağaçların arasına gömüldüğünde perspektif noksanlığı çekiyordu. Yine de göle doğru uzanan bir yanında hoş bir çayır vardı. Çayırı bölen tek şey bir su kulesiydi ve batı tarafındaki ayırıcı duvarın ardında küçük şapeli gördüm. Aynı yönde, biraz daha ilerideyse St. Agatha binalarının dış cepheleri, başka bir koruluğun arasından belli belirsiz seçiliyordu.

      Kibar rahibelerin ve okul kızlarının komşum olduğu düşüncesi beni eğlendirdi. Tek isteğim, duvarın kendilerine ait tarafında kalmalarıydı.

      Arkamda Bates’in dikkatli adımlarını duydum.

      “Günaydın, Bay Glenarm. Umarım iyi dinlenmişsinizdir, efendim.”

      Duruşu ciddi, sesi saygılı ve gece gibi renksizdi. Sabah ışığı solgun benzini ortaya çıkarmıştı. Onu inceleyişimi oldukça sakin karşıladı. Aslına bakılırsa ona dair en güzel şey gözleriydi.

      “Burası Bay Glenarm’ın platform dediği yer. Sanırım Hamlet’te geçiyordu, efendim.”

      Yüksek sesle güldüm. “Elsinore: Kalenin Önündeki Platform.

      “Bay Glenarm’ın küçük meraklarından