“Hayır. Sence bütün gün Yargıtay’da oturup Borazan’la tartışmaktan başka yapacak işim yok mu? Böyle bir dava için hem de?” Aceleyle uzaklaştı.
Borazan da yanlarına geldi, topallaması iyice kötüleşmişti. “Geldiğin için teşekkürler,” dedi. “Çoğu kişi bunu yapmazdı.”
“Ne yapmaya çalıştığını anlamıştım,” dedi Martin Beck.
“Sorun bu zaten,” dedi Braxén. “Birçok kişi ne yapmaya çalıştığını anlar ama kimse gelip destek vermez.”
Borazan düşünceli düşünceli Rhea’ya bakarken purosunun tepesini kopardı.
“Ara verildiği esnada Bayan… Bayan… şeyle ilginç ve çok faydalı bir konuşma yaptım.”
“Adı Nielsen,” dedi Martin Beck. “Rhea Nielsen.”
“Teşekkürler,” dedi Borazan sıcak bir şekilde. “Bazen sırf şu isim olayı yüzünden mi bir sürü dava kaybediyorum diye merak etmiyor değilim. Neyse, Bayan Nilsson hukuk okumalıymış. On dakika içinde koca davayı analiz etti ve savcının aylarca uğraşsa beceremeyeceği hızda özet geçti.”
“Mmm,” dedi Martin Beck. “Buldozer temyize gitmek isterse, üst mahkemede kaybetme ihtimali daha düşük.”
“Eh,” dedi Borazan, “rakibinin ruhsal durumunu da göz önüne almak zorundasın. Ama Buldozer daha başta kaybetmişse, temyize gitmez.”
“Neden?” diye sordu Rhea.
“Hiçbir şeye vakti olmayan, çok meşgul bir adam olduğu imajını kaybeder. Zaten bütün savcılar Buldozer’in genelde olduğu kadar başarılı olsa, ülke nüfusunun yarısı kendini hapiste bulurdu.”
Rhea suratını buruşturdu.
“Tekrar teşekkürler,” dedi Borazan ve topallayarak uzaklaştı.
Martin Beck düşüncelere dalarak adamın gidişini izledikten sonra Rhea’ya döndü. “Nereye gitmek istersin?”
“Eve.”
“Seninki mi, benimki mi?”
“Seninki. Uzun zaman oldu.”
Uzun zamanla kastettiği tamı tamına dört gündü.
4
Martin Beck, Eski Şehir’deki Köpman Caddesi’nde oturuyordu. Burası, Stockholm’ün merkezine çok yakındı. Bina bakımlıydı, hatta asansörü bile vardı ve Saltjöbaden ya da Djursholm’da villaları, koca koca bahçeleri ve havuzları olan züppeler hariç, herkes burayı bir apartman dairesi olarak ideal bulurdu. Martin Beck burayı bulduğu için çok şanslıydı ve en ilginci de rüşvet ya da hileyle tutmamış olmasıydı, yani bugünlerde polisin önüne serilen ayrıcalıklardan faydalanmamıştı. Bu şans, karşılığında ona on sekiz yıllık mutsuz bir evliliği bitirme gücü de vermişti.
Sonra yine şansı yaver gitmemişti. Bir buçuk yıl sonra, manyak bir adam tarafından bir çatının tepesinde göğsünden vurulmuştu, tam hastaneden çıktığında ortada kalmıştı, çalışmaktan sıkılmıştı ve meslek hayatının kalanını bir döner sandalyede, duvarları meşhur ressamların tablolarıyla, yerleri ise halıfleksle kaplı bir odada oturup geçirme düşüncesinden ürküyordu.
Ancak artık bu risk asgariye inmişti. Polis teşkilatının üst düzey yetkilileri, onun tam manasıyla deli olmasa da, birlikte çalışılması zor biri olduğuna kanaat getirmişti. Martin Beck, Milli Emniyet Müdürlüğü’nde Cinayet Büro Şefi olmuştu ve bu eski ama etkili organizasyon yıkılana kadar da orada kalacaktı.
İronik bir biçimde, bu etkili çalışmaları Ekip’in eleştirilmesine sebep oluyordu. Kimileri Ekip’in müthiş başarı oranını, diğerlerine nazaran daha az sayıdaki dosyalarla ilgilenen personelin fazla iyi olmasına bağlıyordu.
Ayrıca üst kademelerde Martin Beck’ten şahsen hoşlanmayan insanlar vardı. Hatta onlardan biri, Martin Beck’in ülkenin en iyi polislerinden biri olan Lennart Kollberg’i teşkilattan dalavereyle istifaya zorladığını ve onun Askeri Müze’de yarı zamanlı tabanca tasnif uzmanı olarak işe girmesine sebep olduğunu, zavallı karısının da aileyi geçindirmek zorunda kaldığını herkese duyurmuştu.
Martin Beck nadiren sinirlenirdi ama bu zırvalığı duyunca bahsi geçen kişiye gidip çenesine bir tane indirmek istemişti. Gerçek şuydu ki, Kollberg’in istifa etmesinden herkes kazançlı çıkmıştı. Kollberg hem tatsız bir işten kurtulmuştu, hem de ailesiyle daha çok vakit geçirebiliyordu, karısı ve çocukları onu görmeyi bin kat yeğlerdi. Kazançlı çıkan bir başka kişiyse Kollberg’in yerine geçen ve böylece, hayattaki en büyük hayaline, yani emniyet müdürü olmaya giden yolda daha fazla kredi toplayacak olan Benny Skacke’ydi. Ayrıca bir de Milli Emniyet Müdürlüğü’nden bazı insanların da işine gelmişti bu. Bunlar Kollberg’in iyi bir polis olmasına rağmen ‘baş belası’ olmasını ve ‘başlarına zorluk çıkarmasını’ asla hazmedemeyenlerdi. Aslında Kollberg’i özleyen tek kişi vardı, o da Martin Beck’in kendisiydi.
İki yıl önce Martin Beck hastaneden çıktığında daha kişisel sorunlarla karşı karşıya kalmıştı. Kendini daha önce hiç hissetmediği kadar yalnız ve hayattan kopmuş hissediyordu. Meşgul olsun diye terapi niyetine eline verilen dosya, dedektiflik hikâyelerinden fırlamış gibiydi. Kilitli bir odayla ilgiliydi ve soruşturma kafaları bulandırmış, sonuç tatmin edici olamamıştı. Martin Beck sıklıkla o kilitli odada oturanın, o sıkıcı ceset değil de kendisi olduğunu hissetmişti.
Katili bulmuştu, gerçi Buldozer Olsson devamında açılan davada, bu sanığı bir banka soygunuyla bağlantılı bir cinayetten suçlamayı tercih etmişti. Aslında adam o cinayette tamamen masumdu. Braxén’in sabah bahsettiği dosya da buydu. O günden beri Martin Beck’e Buldozer ile ilişki kurmak biraz zor geliyordu, çünkü tüm olay kasti biçimde manipüle edilmişti fakat aralarındaki ilişki o kadar fena değildi. Martin Beck bundan dolayı kin tutmuyordu ve Buldozer’le konuşmayı seviyordu, gerçi bugün erken saatlerde yaptığı gibi savcının çanına ot tıkamak da hoşuna gitmişti.
Yaşadığı şansızlık sonucu yine şans yüzüne gülmüştü. Karşısına Rhea Nielsen çıkmıştı. Martin Beck onunla tanıştığında kadından etkilendiğini ilk on dakikada fark etmişti ve kadın da ona olan ilgisini saklamaya çalışmamıştı. Belki de Martin Beck için en başından en anlamlı olan, hem ne demek istediğini anlayan biriyle iletişim kurmak, hem de niyeti gayet net olan, onu yanlış anlamayan ve zorluk çıkarmayan biriyle birlikte olmaktı.
İlişkileri böyle başlamıştı. Sık sık buluşmaya başlamışlardı ama sadece Rhea’nın evinde. Rhea Nielsen, Tule Caddesi’nde bir apartmanın sahibiydi, son bir yıldır ağırlıklı olarak orayı bir çeşit komün gibi yönetiyordu.
Rhea Nielsen, Köpman Caddesi’ndeki eve gelene kadar haftalar geçmişti. O akşam yemek pişirmişti çünkü iyi yemek, onun en büyük ilgi alanıydı. Yine aynı akşam başka ilgileri olduğunu açık etmişti ve ilgileri aşağı yukarı benzerdi.
Güzel bir akşam geçirmişlerdi. Martin Beck için belki de gelmiş geçmiş en güzel akşamdı.
Sabah birlikte kahvaltı etmişlerdi, Martin Beck onun giyinmesini izlerken sofrayı hazırlamıştı. Onu daha önce defalarca çıplak görmüştü fakat gözünün bu konuda asla doymayacağını hissetmişti. Rhea Nielsen güçlü ve iri yapılıydı. Biraz tıknaz denebilirdi ama son derece uyum içinde bir vücudu vardı. Yüz hatlarının orantısız olduğu söylenebilirdi ama bu ona özel bir hava katıyordu. Martin Beck’in en çok sevdiğiyse birbirinden alakasız beş şeydi; kararlı bakan mavi gözleri, düz yuvarlak