Uzun bir bekleyişin ardından Borazan arkasını dönüp odada ileri geri yürümeye başladı. Buldozer de aynısını yaptı ama daha farklı bir tempoda. Nöbet tutan iki tuhaf nöbetçiye benziyorlardı böyle. Sonunda derin bir iç çekişle sorguya başladı Borazan.
“Bendeki bilgilere göre on beş yıldır polislik yapıyorsunuz.”
“Evet.”
“Üstleriniz sizi tembel, pek zeki olmayan ama dürüst ve genel anlamda Stockholm Polis Teşkilatı’ndaki diğer meslektaşlarınız kadar işe uygun olduğunuzu, daha doğrusu uygun olmadığınızı belirtti.”
“İtiraz ediyorum! İtiraz ediyorum!” diye bağırdı Buldozer. “Savunma makamı tanığını aşağılıyor.”
“Öyle mi?” dedi Borazan. “Mesela iddia makamının, tıpkı bir zeplin gibi, ülkenin, hatta dünyanın en ilginç ve en tumturaklı balonlarından biri olduğunu söyleseydim, bunda hiçbir hakaret içeriği bulunamazdı, değil mi? Şimdi, iddia makamı hakkında böyle bir ifadede bulunmuyorum ve tanığın durumunda, kendisinin sadece şehrimizi süsleyen diğer polisler kadar yetenekli ve zeki, tecrübeli bir polis olduğunun altını çizmekle yetiniyorum. Ben sadece bu muhteşem niteliklerini ve sağduyusunu ortaya çıkarmaya çalışıyorum.”
Rhea Nielsen dışından kahkaha attı. Martin Beck sağ elini kadının sol elinin üstüne koydu. Rhea Nielsen daha da yüksek kahkaha attı. Hâkim, izleyicilerin sessiz olması gerektiğini söyledi, sonra dönüp iki avukata sinirli bir şekilde baktı. Buldozer, Rhea’ya o kadar dikkatli baktı ki neredeyse sorgunun başını kaçıracaktı.
Öte yandan Borazan, hiçbir tepki göstermedi. “Bankaya ilk sen mi girdin?” diye sordu.
“Hayır.”
“Bu Rebecka Olsson denen kızı yakaladın mı?”
“Hayır.”
“Yani Rebecka Lind demek istedim,” dedi Borazan, birkaç kişi kıs kıs gülünce.
“Hayır.”
“Ne yaptın?”
“Diğerini yakaladım.”
“Soygun esnasında iki kız mı vardı?”
“Evet.”
“Neden?”
Kristiansson bir an derin derin düşündü. “Düşmesin diye.”
“Bu diğer kız kaç yaşındaydı?”
“Aşağı yukarı dört aylık.”
“O hâlde Rebecka Lind’i yakalayan Kvastmo’ydu?”
“Evet.”
“Bunu yaparken şiddet ya da orantısız güç kullandığını söyler miydin?”
“Savunma makamının nereye varmaya çalıştığını anlamıyorum,” diye çıkış yaptı Buldozer.
“Yani bugün az önce gördüğümüz Kvastmo…”
Borazan uzun süre kâğıtlarını karıştırdı. “İşte burada,” dedi. “Kvastmo yaklaşık doksan kilo. Bir de karate ve güreş uzmanı. Üstleri tarafından hevesli ve coşkulu bir adam olarak tarif ediliyor. İfadeyi yazan Komiser Norman Hanson, Kvastmo’nun görevdeyken sıklıkla fazla coşkuya kapıldığını ve onun tarafından gözaltına alınan çoğu kişinin, Kvastmo’nun şiddet uyguladığından şikâyetçi olduğunu belirtiyor. Ayrıca Kenneth Kvastmo’nun defalarca azar yediği belli. Kendini ifade etme yeteneği de pek ahım şahım sayılmaz.”
Borazan belgeyi elinden bıraktı. “Tanık artık Kvastmo’nun şiddet uygulayıp uygulamadığı hakkındaki soruya cevap verebilir mi?”
“Evet,” dedi Kristiansson. “Öyle denebilir.” Tecrübeleri sayesinde, görevi konusunda yalan söylememeyi, en azından çok fazla ve çok sık yalan söylememeyi öğrenmişti. Ayrıca Kvastmo’dan hoşlanmıyordu.
“Yani çocuğu sen korudun?”
“Evet, mecburdum. Kız bebeği göğüs askısı gibi bir şeyde taşıyordu ve Kvastmo bıçağı elinden alırken kız neredeyse bebeği yere düşürüyordu.”
“Rebecka herhangi bir direniş gösterdi mi?”
“Hayır. Ben çocuğu ondan alınca sadece, ‘Dikkat et, yere düşürme!’ dedi.”
“Gayet açık ve net görünüyor,” dedi Borazan. “Bu şiddet kullanma olayına daha sonra geri döneceğim. Onun yerine şimdi başka bir mesele hakkında soru sormak istiyorum…”
“Evet,” dedi Kristiansson.
“Bankanın parasını korumakla ilgilenen özel birimden hiç kimse olay yerine gelmediğinden,” dedi Borazan ve durup savcıya sert bir bakış fırlattı.
“Biz gece gündüz çalışıyoruz,” dedi Buldozer, “o kadar işin arasında bu, önceliklerimizden değildi.”
“Yani iç soruşturmayı tesadüfen orada hangi polis bulunuyorsa o yaptı,” dedi Borazan. “Veznedarla kim konuştu?”
“Ben,” dedi Kristiansson.
“Ne dedi peki?”
“Kızın askıda bebeğiyle bankoya geldiğini, omzundaki çantayı mermerin üstüne koyduğunu söyledi. Veznedar bıçağı hemen görmüş, böylece parayı torbaya doldurmaya başlamış.”
“Rebecka bıçağı çıkarmış mı?”
“Hayır, kemerine sıkıştırmış. Arka tarafında duruyormuş.”
“O zaman veznedar bu bıçağı nasıl görmüş?”
“Bilmiyorum. Evet tabii, Rebecka arkasını dönünce görmüş ve o zaman çığlık atmış, ‘Bıçak, bıçak, kız bıçaklı!’”
“Çakı mıydı yoksa hançer mi?”
“Hayır, küçük bir mutfak bıçağına benziyordu. Evlerde kullanılan cinsten.”
“Rebecka veznedara ne demiş?”
“Hiçbir şey. En azından hemen değil. Sonra gülmüş ve ‘Borç almanın bu kadar kolay olduğunu bilmiyordum,’ demiş. Sonra da, ‘Bir makbuz filan bırakmam lazım herhâlde,’ demiş.”
“Paralar yere saçılmış, değil mi?” dedi Borazan. “Bu nasıl oldu?”
“Eh, Kvastmo orada dikilmiş, kızı sıkı sıkı tutuyordu, biz de destek kuvvetin gelmesini bekliyorduk. Sonra veznedar eksik var mı diye paraları saymaya başladı ve Kenneth, ‘Dur, bu yasa dışı,’ diye bağırmaya başladı.”
“Sonra ne oldu?”
“Sonra da, ‘Karl, kimsenin dokunmasına izin verme,’ dedi. Ben kucağımda çocuğu tutuyordum, bu yüzden torbanın sapından tekini tutabildim, yanlışlıkla torbayı yere boca ettim. Çoğu küçük paraydı, her yere uçuştular. Sonra başka bir devriye arabası geldi. Çocuğu onlara verdik, tutukluyu da Kungsholm’daki emniyete götürdük. Arabayı ben kullandım, Kenneth de arka koltukta kızın yanına oturdu.”
“Arka koltukta bir sıkıntı yaşandı mı?”
“Evet, biraz. Önce kız ağlayıp bebeği ne yaptığımızı sordu. Sonra Kvastmo ona kelepçe takmaya çalışınca daha çok bağırıp ağladı.”
“Sen bir şey dedin mi?”
“Evet, kelepçeye gerek olmadığını söyledim. Kvastmo zaten cüsse olarak onun iki katıydı ve kız direnmiyordu.”
“Arabada