Fakat onun yerine böceklerin alışıldık seslerini duydu. Dönüp baktığında ormanda olduğunu görüp kafası karıştı. Açıklıkta yatıyor, karnında, bıçaklanmış olduğu yerden yayılan yoğun bir sıcaklık hissediyordu ve tam üzerinde solgun bir el gördü. Çok güzel, solgun bir el, rüyasındaki gibi, karnına dokunuyordu. Sersemlemiş bir şekilde gözlerini kaldırdı ve kendisine bakan gri gözleri gördü. Bakış o kadar yoğundu ki, sanki gözleri parlıyormuş gibi görünüyordu.
Kyle.
Yanında diz çökmüş olan Kyle’ın bir eli Kyra’nın alnındaydı ve Kyle ona dokunurken Kyra yavaş yavaş yarasının iyileşmekte olduğunu, dünyaya geri döndüğünü hissetti. Sanki Kyle’ın iradesiyle dönüyor gibiydi. Annesi gerçekten onu ziyaret etmiş miydi? Olanlar gerçek miydi? Orada ölmüş olması gerektiğini hissediyordu fakat bir şekilde kaderi değişmişti. Sanki annesi müdahale etmiş gibiydi. Ve Kyle. İkisinin sevgisi onu geri getirmişti. Sevgileri ve annesinin de söylediği gibi, kendi cesareti!
Kyra dudaklarını yaladı. Doğrulamayacak kadar güçsüz durumdaydı. Kyle’a teşekkür etmek istiyordu fakat boğazı aşırı derecede kurumuştu ve kelimeler boğazından çıkabilecek gibi değildi.
“Şişt” dedi Kyle onun çabasını fark edip. Öne eğildi ve onu alnından öptü.
“Öldüm mü?” diye sormayı başarabildi sonunda Kyra.
Uzun bir sessizliğin ardından Kyle cevap verdi. Sesi yumuşaktı fakat son derece güçlüydü.
“Geri döndün” dedi. “Gitmene izin veremezdim.”
Bu çok tuhaf bir histi; delikanlının gözlerine bakarken, sanki onu en başından beri tanıyormuş gibiydi. Uzanıp delikanlının bileğini tuttu. Minnettar bir şekilde sıktı. Ona söylemek istediği çok şey vardı. Ona neden kendisi için hayatının tehlikeye attığını, kendisini neden bu kadar önemsediğini, neden kendisini geri getirmek için kendini feda ettiğini sormak istiyordu. Kyra delikanlının gerçekten de çok büyük bir fedakârlık yaptığını hissediyordu; bir şekilde ona zarar verebilecek bir fedakârlık!
En önemlisi de o anda ne hissetmekte olduğunu delikanlının bilmesini istiyordu.
Seni seviyorum, demek istiyordu.
Fakat kelimeler sese dönüşemiyordu. Üzerine bir bitkinlik çöktü ve Kyra gözlerini kapattı. Pes etmekten başka çaresi yoktu. Git gide daha derin bir uyku haline çekildiğini hissediyordu. Dünya hızla yanından geçiyordu ve Kyra yeniden ölmekte olup olmadığını merak ediyordu. Yalnızca bir an için mi geri getirilebilmişti? Yalnızca son bir kez Kyle’a hoşça kal diyebilmesi için mi geri dönmüştü?
Nihayet derin bir uyku hali onu teslim alırken, sonsuza dek gitmeden önce birkaç kelime duymuş olduğuna yemin edebilirdi:
“Ben de seni seviyorum.”
BÖLÜM BEŞ
Bebek ejderha acı içinde uçuyor, kanatlarını çırpmak için büyük çaba harcıyor, havada kalabilmek için uğraşıyordu. Saatlerdir yaptığı gibi Escalon’un üzerinde uçuyor, içine doğmuş olduğu bu zalim dünyada kayıp ve yalnız hissediyordu. Gözlerinin önünde babasının ölüm anı, koca gözlerinin kapanışı, insan askerler tarafından ölümüne bıçaklanışının görüntüleri geçiyordu. Muhteşem bir savaş anı hariç tanımaya hiç fırsat bulamadığı babası, onu kurtarmak için uğraşırken ölen babası…
Bebek ejderha babasının ölümünü kendisi ölmüş gibi hissediyor, kanatlarını her çırpışında, daha bir suçlulukla dolduğunu hissediyordu. Eğer onu kurtarmaya gelmemiş olsa babası şimdi hayatta olabilirdi.
Ejderha, babasını tanıma, ona, kendini düşünmeden atıldığı kahramanlık için, hayatını kurtardığı için ona teşekkür etme şansı bulamayacağını bilerek, acı ve pişmanlık içinde uçmaya devam etti. Bir parçası artık yaşamayı bile istemiyordu.
Fakat diğer parçası öfke içinde yanıyor, o insanları öldürmeyi, babasının intikamını almayı ve tam önündeki ülkeyi yok etmeyi umutsuzca istiyordu. Nerede olduğunu bilmiyor olsa da kendi anavatanından okyanuslarca uzak olduğunu sezgisel bir şekilde biliyordu. Bir içgüdü onu evine dönmeye itiyor fakat evinin nerede olduğunu bilmiyordu.
Bebek ejderha amaçsızca uçuyordu. Bu dünyada alabildiğine kaybolmuş, ağaçların tepelerine ve önüne her ne çıkarsa onun üzerine alev püskürtüyordu. Kısa süre sonra alevi tükendi ve hemen ardından her kanat çırpışında git gide alçalmaya başladı. Yükselmeyi denedi fakat yükselebilecek gücünün kalmadığını fark edip panikledi. Ağaç tepelerinden kaçınmaya çalıştı fakat kanatları artık onu taşıyamıyordu ve doğrudan ağaçların arasına dalıp, henüz iyileşmemiş olan yaralarının tekrar açılmasına sebep oldu.
Acı içinde ağaç tepelerinden sekip uçmaya devam etti. Güç kaybetmeye devam ederken irtifası da git gide azalıyordu. Kanı yağmur damlaları gibi yere düşüyordu. Açlıktan, yaralarından, aldığı binlerce mızrak darbesinden güçsüz düşmüştü. Uçmaya devam etmek, yok edecek bir hedef bulmak istiyordu fakat gözleri kapanıyordu; gözkapakları artık aşırı ağırlaşmıştı. Bilinçsiz bir şekilde sürüklenmekte olduğunu hissetti.
Ejderha ölmekte olduğunu biliyordu. Bu onu bir şekilde rahatlatıyordu; kısa süre sonra babasının yanında olacaktı.
Sert ağaç tepelerine çarptığında, hışırdayan yaprakların ve kırılan dalların sesiyle uyandı ve sonunda gözlerini açtı. Görüş alanı yeşil bir dünyayla kapanmıştı. Kendini daha fazla kontrol edemiyor, yuvarlandığını, dallara çarptığını hissediyordu. Her bir çarpma onu daha fazla yaralıyordu.
Nihayet bir ağacın tepesinde, dalların arasında sıkışmış bir şekilde aniden durdu. Çırpınamayacak kadar güçsüzdü. Ağacın tepesinde, hareketsiz bir şekilde asılı kaldı. Canı hareket edemeyecek kadar çok yanıyor, her bir nefes bir öncekinden daha fazla acıyordu. Ağaçların arasına dolanmış bir şekilde, orada öleceğinden emindi.
Dallardan biri aniden büyük bir gürültüyle kırıldı ve ejderha düştü. Yere doğru yuvarlanarak ve daha fazla dala çarparak, on beş metre kadar düştükten sonra nihayet zemine çarparak durdu.
Göğüs kafesinin kırılmış olduğunu hissederek yattı. Kan soluyordu. Yavaşça bir kanadını çırptı fakat daha fazlasını yapamadı.
Yaşam enerjisinin kendisini terk ettiğini hissederken, bunun adaletsiz ve zamansız olduğunu düşündü. Bir kaderi olduğunu biliyordu fakat bunun ne olduğunu anlayamıyordu. Bu dünyaya yalnızca babasının ölümünü görüp sonra kendi ölümünü yaşamak için gelmiş olmak ona çok kısa ve zalim geliyordu. Belki de hayat böyle bir şeydi: zalim ve adaletsiz.
Gözlerinin son kez kapandığını hissederken ejderha zihninin son bir düşünceyle dolduğunu hissetti: Baba, beni bekle. Yakında sana kavuşacağım.
BÖLÜM ALTI
Alec gösterişli siyah geminin küpeştesinde durmuş, günlerdir yaptığı gibi denize bakıyordu. Yükselip alçalan ve küçük gezinti gemilerini kaldırıp indiren dev dalgalara ve dalgaların arasından daha önce hissettiği hiçbir şeye benzemeyen bir hızda geçerlerken arkalarında bıraktıkları köpükleri izledi. Yelkenler rüzgârla kabarırken tekneleri eğildi; direkler güçlü ve dayanıklıydı. Alec gemiyi bir zanaatkârın gözleriyle inceledi, geminin nasıl bir malzemeden yapılmış olduğunu merak ediyordu. Geminin alışılmamış, gösterişli bir malzemeden