Bir Kahramanlık Ocağı . Морган Райс. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Серия: Krallar ve Büyücüler
Жанр произведения: Героическая фантастика
Год издания: 0
isbn: 9781632914675
Скачать книгу
teslim edebileceğini göstermeye mi çalışıyorsun?”

      Bant dudak büktü.

      “Yap bunu Duncan” dedi. “Burada kimseye bir yararın yok, kendine de! Yüce Ra’ya duymak istediği şeyi söyle, yaptıklarını itiraf et ve bu şehre huzur getir. Başkentimizin huzura ihtiyacı var ve bunu yapabilecek tek kişi sensin.”

      Duncan birkaç kez derin nefes aldı ve sonunda konuşabilecek gücü topladı.

      “Asla” dedi.

      Bant öfkeyle baktı.

      “Ne kendi özgürlüğüm için” diye devam etti Duncan “ne hayatım için, ne de herhangi bir başka bedel için!”

      Duncan Bant’ın kızarmış olduğunu görüp tatminkâr bir şekilde gülümsedi ve sonunda ekledi: “Fakat şunu bil, eğer bir gün buradan kaçarsam, kılıcım kalbinde kendine bir yer bulacak.”

      Uzun bir sessizliğin ardından donakalmış olan Bant ayağa kalktı, öfkeli bir şekilde Duncan’a baktı ve başını salladı.

      “Benim için birkaç gün daha dayan” dedi “böylece ben de idamını seyredebileyim!”

      BÖLÜM DOKUZ

      Dierdre, yanında Marco’yla birlikte var gücüyle küreklere asılıyor, ikisi kanalda yavaşça ilerleyip, Dierdre’nin babasını son gördüğü yere, denize doğru ilerliyorlardı. Babasını son gördüğü zamanı hatırladığında içi gerginlikten parçalandı, babasının, üstesinden gelemeyeceği bir durumda bile cesurca Pandesia ordusuna saldırışını hatırladı. Gözlerini kapatıp görüntüleri kafasından uzaklaştırdı ve babasının hala hayatta olması için dua ederek daha da hızlı kürek çekmeye başladı. Tek yapmak istediği zamanında varıp babasını kurtarabilmekti; başarılı olamazsa bile hiç olmazsa babasının yanında ölme şansına sahip olmak istiyordu.

      Yanındaki Marco da son sürat kürek çekiyordu. Dierdre ona merakla karışık bir minnettarlıkla baktı.

      “Neden?” diye sordu.

      Marco döndü ve ona baktı.

      “Neden bana katıldın?” diye sordu.

      Marco sessizce ona baktı ve sonra bakışlarını kaçırdı.

      “Diğerleriyle birlikte buradan gitmiş olabilirdin” diye ekledi. “Fakat sen aksini seçtin. Benimle gelmeyi seçtin.”

      Marco hala dümdüz karşıya bakıyor, var gücüyle kürek çekiyor ve sessizliğini koruyordu.

      “Neden?” diye sordu Dierdre ısrarla. Bilmeyi çok istiyordu ve küreği öfkeyle çekiyordu.

      “Çünkü arkadaşım senden çok hoşlanıyor” dedi Marco. “Ve bu benim için yeterli.”

      Dierdre var gücüyle kürek çekip, dönerek giden kanallarda ilerlerken düşünceleri Alec üzerinde yoğunlaştı. Alec onu çok büyük hayal kırıklığına uğratmıştı. Onları yüzüstü bırakmış ve işgalden hemen önce o gizemli yabancıyla birlikte Ur’dan ayrılmıştı. Bunun nedenini merak etmekten kendini alamıyordu. Alec bu davaya, demirci ocağına kendini fazlasıyla adamıştı ve Dierdre onun ihtiyaç anında kaçacak son kişi olduğunu düşünmüştü. Fakat o, kendisine en çok ihtiyaç duyulan zamanda ortadan kaybolmuştu.

      Bu durum Dierdre’nin, sonuçta çok az tanıdığı Alec hakkındaki hislerini yeniden sorgulamasına sebep olmuştu. Kendisini onun için feda eden, Alec’in arkadaşı Marco’ya karşı daha güçlü hislere sahip olmuştu. Şimdiden aralarında güçlü bir bağ oluştuğunu hissedebiliyordu. Top gülleleri başlarının üzerinden vızıltıyla geçip, binalar patlamaya ve yerle bir olmaya devam ederken Dierdre Marco’nun gerçekten neyin içine doğru gittiklerinin farkında olup olmadığını merak etti. Ona katılırken, kargaşanın ortasına dalarken geri dönüşün olmayabileceğini biliyor muydu?

      “Ölüme doğru kürek çekiyoruz, biliyorsun değil mi?” dedi Dierdre. “Babam ve adamları kıyıda, şu moloz yığınının arkasında ve niyetim onu bulup yanında savaşmak.”

      Marco başıyla onayladı.

      “Bu şehre yaşamak için döndüğümü mü düşünüyorsun?” diye sordu Marco. “Kaçmak isteseydim bunu çok önce yapabilirdim.”

      Marco’nun gücünden etkilenen ve memnun olan Dierdre küre çekmeye devam etti ve ikisi, kıyıya yaklaştıkça, devrilen binalardan sakınmaya çalışarak yollarına sessizce devam etti.

      Nihayet bir köşeyi döndüler ve Dierdre uzakta babasını son gördüğü yer olan moloz yığınını ve onun da ötesinde büyük, siyah gemileri gördü. O moloz yığınının arka tarafında Pandesialılarla bir savaş yapılmakta olduğunu biliyordu. Tüm gücüyle küreklere asıldı. Yüzünden ter boşalıyordu ve oraya zamanında varabilmek için kaygılanıyordu. Çarpışmanın, inleyen adamların seslerini duydu ve çok geç olmamış olması için dua etti.

      Dierdre tekneden atladığında tekne neredeyse kanalın kıyısına yanaşmamıştı bile. Marco da hemen yanındaydı ve duvara doğru hızla koştular. Dierdre dev kaya parçalarına tırmanmaya çalışırken dirseklerini ve dizlerini yaralıyordu fakat umursamıyordu. Nefes nefese, kayaların üzerinde ayaları kayarak tırmanmaya devam etti. Sadece babasını ve diğer tarafa zamanında ulaşabilmeyi düşünüyordu, bu moloz yığınının bir zamanlar Ur’un görkemli kuleleri olduğunu o an çok ayırdında değildi.

      Aşağıdan gelen bağırışları duyduğunda dönüp omzunun üzerinden baktı ve bulunduğu yükseklikten Ur’u gözlemleme şansı buldu. Şehrin yarısının harabeye döndüğünü görüp şoke oldu. Binalar devrilmiş, moloz yığınları ve toz bulutları sokakları kaplamıştı. Ur halkının her yönde canlarını kurtarmak için kaçtıklarını gördü.

      Önüne dönüp tırmanmaya, insanların gittiğinin aksi yönüne gitmeye devam etti. Savaştan kaçmak değil, ona kucak açmak istiyordu. Nihayet taş duvarın tepesine ulaşıp aşağıya baktığında kalbi duracak gibi oldu. Olduğu yerde, kıpırdayamaz halde donakalmıştı. Görmeyi beklediği manzara kesinlikle bu değildi.

      Dierdre aşağıda büyük bir çarpışmanın meydana geliyor olmasını, babasının, yanında adamlarıyla birlikte cesurca savaşıyor olmasını bekliyordu. Aceleyle aşağı inip ona katılabilmeyi, onu kurtarmayı ve onun yanında savaşmayı düşünüyordu.

      Fakat gördükleri onda yerin dibine girme isteği uyandırmıştı.

      Babası orada, kumun içinde yüzüstü, kan gölü içinde, sırtında bir balta saplanmış halde yatıyordu.

      Ölmüştü.

      Etrafında yatan düzinelerce askeri de ölmüştü. Binlerce Pandesia askeri gemilerden karıncalar gibi inip yayılıyor, kıyıyı kaplıyor, gördükleri her bedene, öldüğünden emin olmak için kılıç saplıyordu. Moloz duvarına, doğrudan kendisine doğru gelirlerken babasının ve diğer askerlerin cesetlerine bastılar.

      Dierdre bir gürültü duyduğunda bazı Pandesialıların çoktan duvara ulaşmış olduğunu gördü. Yukarı tırmanmaya başlamışlardı. Aralarında on metreden az bir mesafe vardı ve doğrudan kendisine doğru geliyorlardı.

      Dierdre, umutsuzluk, ıstırap ve hiddetle doldu. Öne çıkıp, mızrağını yukarı tırmanana Pandesialılar’dan ilkine fırlattı. Adam yukarı baktı; duvarın tepesinde birinin olacağını, birinin işgalci bir orduyla böyle yüzleşecek kadar çılgın olabileceğini beklemediği belli oluyordu. Mızrak göğsünü delip geçti ve adamı kayalardan aşağı gönderirken, birkaç askeri de beraberinde götürttü.

      Diğer askerler toplandı ve mızraklarını kaldırıp Dierdre’ye fırlattı. Her şey çok