Bir Kahramanlık Ocağı . Морган Райс. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Серия: Krallar ve Büyücüler
Жанр произведения: Героическая фантастика
Год издания: 0
isbn: 9781632914675
Скачать книгу
dedi Aidan kafası karışmış şekilde. “Babam hücredeyken ona gösteri yapamazsınız.”

      Motley yüksek sesle güldü.

      “Aslında” dedi “Sanırım yapabilirim.”

      Aidan anlamamış bir şekilde baktı.

      “Ne demek istiyorsun?” diye sordu.

      Motley çenesini sıvazlarken gözleri kıpırdanıyordu, kafasında bir plan oluşturduğu belli oluyordu.

      “Savaşçıların başkentte gezinmelerine izin verilmiyor veya şehir merkezine yakın bir yere gidemiyorlar. Fakat göstericiler için hiçbir kısıtlama yok.”

      Aidan’ın kafası karışmıştı.

      “Pandesia neden göstericileri başkentin göbeğine alsın ki?” diye sordu.

      Motley gülümsedi ve başını salladı.

      “Dünya’nın nasıl döndüğü hakkında hala bir fikrin yok evlat” dedi. “Savaşçılar yalnızca belirli yerlerde, belirli sürelerle bulunabilir. Fakat göstericiler; onlar her yere, her zaman girebilirler. Herkes eğlendirilmek ister, Escalonlular kadar Pandesialılar da. Sonuçta sıkılan bir asker tehlikeli bir askerdir, krallığın her iki tarafında da ve emir komuta düzeni her zaman korunmalıdır. Eğlenceler her zaman birlikleri mutlu tutmanın ve orduyu kontrol etmenin anahtarı olmuştur.”

      Motley gülümsedi.

      “Görüyorsun ya genç Aidan” dedi “ordularının anahtarı komutanların değil bizim elimizde. Bizim gibi, yaşlı göstericilerin. Senin en aşağı gördüğün sınıfın! Biz çatışmanın üzerinde yükseliriz, düşman hatlarının arasına gireriz. Kimse nasıl bir zırh kuşandığımla ilgilenmez; tek ilgilendikleri hikâyemin ne kadar güzel olduğudur. Ve benim çok güzel hikâyelerim var evlat, tahmin edemeyeceğin kadar güzel hikâyeler…”

      Motley içeridekilere dönüp gürledi.

      “Bugün bir oyun sergileyeceğiz! Hepimiz!”

      Tüm oyuncular aniden tezahürat yaparak ayağa fırladı, hepsi canlanmıştı ve üzgün bakışlarında yeniden umut belirmişti.

      “Oyunumuzu doğrudan başkentin göbeğinde sergileyeceğiz! Bu, Pandesialıların bugüne kadar gördüğü en muazzam eğlence olacak! Ve daha da önemlisi en büyük dikkat dağıtma! Doğru zamanda, şehri ele aldığımızda, performansımıza kapıldıklarında harekete geçeceğiz. Ve babanı kurtarmanın bir yolunu bulacağız.”

      Adamlar tezahürat yaparken Aidan ilk kez yüreğinin ısındığını, içinde yeni bir iyimserlik duygusunun oluştuğunu hissetti.

      “Bunun gerçekten işe yarayacağını düşünüyor musun?” diye sordu Aidan.

      Motley gülümsedi.

      “Çılgınca şeyler, evlat” dedi “bazen gerçek olabilir.”

      BÖLÜM SEKİZ

      Sırtı taş duvara yaslı olan Duncan, uykuyla uyanıklık arasında gidip gelirken acıyı zihninden uzaklaştırmaya çalıştı. Prangalar el ve ayak bileklerini kesiyor, onu uyanık tutuyordu. Hepsinden ötesi susuzluktan ölüyordu. Boğazı o kadar kurumuştu ki, yutkunamıyor, aldığı her nefeste canı yanıyordu. En son ne zaman bir yudum su içtiğini hatırlayamıyordu ve açlıktan bitap düştüğünü, kıpırdayacak hali kalmadığını hissediyordu. O hücrede çürüyüp gitmekte olduğunun farkındaydı ve eğer cellat kısa süre sonra gelmezse açlık zaten onu öldürecekti.

      Duncan günlerdir olduğu gibi bilinç ve bilinçsizlik hali arasında gidip geliyordu. Acı onu ele geçiriyor, adeta kimliğinin bir parçası haline geliyordu. Gözlerinin önünde gençliğinden, açık arazilerde, eğitim alanlarında, savaş meydanlarında geçirdiği zamanlardan görüntüler belirip kayboluyordu. İlk savaşlarından, çok eski günlerden, Escalon’un özgür ve refah içindeki günlerinden anılarını hatırlıyordu. Fakat bu görüntüler, gözlerinin önünde aniden beliren iki ölü oğlunun yüzleriyle bölünüyor, onu rahat bırakmıyordu. Acıdan paramparça olmuştu. Başını sallayıp her şeyi unutmaya çalışıyor fakat başaramıyordu.

      Duncan kalan tek oğlu Aidan’ı düşündü ve onun Volis’te güvende olduğunu ve Pandesialıların oraya henüz ulaşmamış olduğunu umdu. Daha sonra düşünceleri Kyra’ya yoğunlaştı. Onun daha çocukluk zamanlarını düşündü, onu yetiştiriyor olmaktan duyduğu gururu hatırladı. Kızının tüm Escalon’u geçen yolculuğunu düşündü ve Ur’a ulaşıp ulaşamadığını, dayısıyla buluşup buluşamadığını, güvende olup olmadığını merak etti. Kızı onun bir parçasıydı ve artık önemli olan tek parçasıydı. Onun güvende olması kendisinin hayatta olmasından çok daha önemliydi. Onu tekrar görebilecek miyim, diye merak etti. Onu görebilmeyi çok istiyor olsa da aynı zamanda, oradan uzakta, tüm bu olan bitenden ayrı olmasını da istiyordu.

      Hücre kapısı çarpılarak açıldı ve Duncan karanlığın içine gözlerini dikerken sarsıldı. Karanlıkta yürüyen ayak sesleri duyuldu ve Duncan yürüyüş biçiminden yaklaşanın Enis’in çizmeleri olmadığını anladı. Karanlık, duyma yeteneğinin daha keskin hale gelmesini sağlamıştı.

      Asker yaklaşırken Duncan onun, kendisine işkence yapmak veya onu öldürmek için geldiğini düşündü. Duncan hazırdı. Ona ne isterlerse yapabilirlerdi; Duncan içten içe çoktan ölmüştü.

      Duncan son derece ağırlaşmış gözlerini açtı ve toplayabildiği tüm güçle kimin geldiğini görmeye çalıştı. Yaklaşanın en iğrendiği adamın yüzü olduğunu görünce şoke oldu: Barisli Bant. Hain. İki oğlunu öldüren adam…

      Bant, yüzünde tatminkâr bir sırıtışla yaklaşıp eğilirken Duncan ona dik dik baktı. Bu yaratığın orada ne arıyor olabileceğini merak etti.

      “O kadar da güçlü değilsin, öyle değil mi Duncan?” diye sordu Bant birkaç adım öteden. Duncan’ın karşısında, elleri belinde durdu. Kısa boylu, tıknaz, küçük ağızlı adamın yüzünde çiçek bozuğu izleri vardı.

      Duncan ileri atılıp onu parçalarına ayırmak istese de zincirler ona engel olmuştu.

      “Oğullarımın hesabını vereceksin” dedi Duncan öksürerek. Boğazı aşırı derecede kurumuştu ve kelimeler ağzından istediği sertlikte çıkmıyordu.

      Bant kısa ve kaba bir şekilde güldü.

      “Öyle mi?” diye alay etti. “Burada son nefesini vereceksin. Oğullarını öldürdüm ve istersem seni de öldürürüm. Sadakatimi gösterdikten sonra artık Pandesia’nın desteği arkamda. Fakat seni öldürmeyeceğim. Bu çok kibar olur. Seni burada çürümeye bırakacağım.”

      Duncan içinde soğuk bir hiddetin kabardığını hissetti.

      “O halde neden geldin?”

      Bant ciddileşti.

      “İstediğim sebeple buraya gelebilirim” diye çıkıştı “hiçbir sebep olmasa da gelebilirim. Sadece sana bakmak için geldim. Sana öylece bakmak, zaferimin sonuçlarını görmek için!”

      İç geçirdi.

      “Fakat gerçek şu ki, seni ziyaret etmemin bir sebebi var. Senden bir isteğim var ve sana verecek bir şeyim de…”

      Duncan ona şüpheci bir şekilde baktı.

      “Özgürlüğün” diye ekledi Bant.

      Duncan merak içinde ona baktı.

      “Peki, bunu neden yapasın ki?” diye sordu.

      Bant iç geçirdi.

      “Görüyorsun ya Duncan” dedi “sen ve ben çok farklı değiliz. İkimiz de savaşçıyız.